Güncelleme Tarihi:
Yaşamım üçe ayrılır. Necip’ten öncesi, Necip ile olan dönem ve Necip’ten sonra. Necip ile yaşamak çok keyifliydi. Her şey bir yana standart bir eş değildi. Bir kere çok iyi iki arkadaştık. Konuşacağımız şey hiç bitmezdi. Haftanın bir günü mutlaka öğle yemeğinde buluşurduk. Bir bakardık, eyvah saat iki olmuş!
Tabii bazı yerlerden sıkıştırılmaya başlanmıştı. Suikastı bekliyorduk. Çok tehdit alıyordu. Biz bilgisayarı ortak kullanıyorduk, mail adresimiz de ortaktı. Bir mail gördüm, “Çok yakınındayım, seni izliyorum. Bir gün ensene sıktığımda göreceksin” diyordu. Kızılay’da yürürken adamın biri, “Seni mahvedeceğim” diye üzerine sürüyor arabasını. Uğur Mumcu’nun öldürülmesinden sonra biz artık arabayı uzaktan kumandayla çalıştırıyorduk.
Onu çok frenlemeye çalışmışımdır. Bildiğini, saptadığı şeyi paylaşmaktan yana biriydi. Yine de onu motive etmiş olmam sebebiyle çok eleştirildim. Ama bizim için değişmek zorundasın deseydik gözündeki ışık sönerdi.
Birlikteyken hayatı çok seven insanlardık. Ufacık bir rengin güzelliğini paylaşıp bundan keyif alırdık. Şimdi değil miyiz? Yine öyleyiz. Kızlar evde yoksa bir kadeh şarabımı koyar, dans ederek yemek yaparım. Ama 18 Aralık 2002 akşamı makas değiştirdik. Düz giderken başka bir yola geçtik. Dolayısıyla üçüncü dönemdeyim. Şimdi Necip’i, çok gülerek ve eğlenerek hatırlıyoruz.
AİLEM
Kolay bir çocukluk değildi
Kolay bir çocukluk geçirmedim. Eğitimli bir ailenin kızı değilim. Annem ev hanımı, babam esnaftı. Ama iyi bir okula gittim. Deneme Lisesi Uğur Mumcu’dan wDoğu Perinçek’e kadar çok kişiyi mezun etmiş. Çok okurdum, bir de felaket gözlemciyim. Hatta bu rahatsız edici bir şekle dönüşüyor kendi açımdan. İş ve kariyer açısından şanslıyım. Akademisyenlik çocukluk hayalimdi. Aile bilimci oldum. Doktoram da öyle.
ÇOCUKLARIM
Kanije, Osmanlı’nın Batı’daki son mevzii
Büyük kızımın adı Kanije. Lisedeyken bir arkadaşımın adıydı. Hamile kaldığımda çocuğumuza bu ismi vermek istediğimi söyledim. Kanije, Osmanlı’nın Batı’da ulaştığı son mevzii. Küçük kızımıza da Uyvar adını verdik. Uyvar kalesi de Slovakya’da, kuzeybatıdaki en son nokta. Arkadaşlarımız, “Bundan sonraki Estergon mu olacak?” diye kafa buluyorlardı. Uyvar, mütercim tercümanlık okuyor. Kanije, hukuk son sınıfta. AİHM’de çalışmak istiyor. Siyaseti denedi. CHP Gençlik Kolları’na girdi. “Babanın soyadından yararlanıyorsun” etiketiyle karşılaştı, devam edemedi.
TESADÜFLER
Hocamdı, kitap fuarında çarpıştık
Eşimle karşılaşmam bir tesadüf. Ziraat Fakültesi Ev Ekonomisi Yüksek Okulu’nda devrim tarihi hocamızdı ama çok da ilgilendiğim biri değildi. Aramızda da 11 yaş fark var. İkinci sınıfta Tandoğan’daki kitap fuarındaydım. Kucağımda kitaplar geriye dönmemle biriyle pat diye çarpışmam bir oldu. Bir kafamı kaldırdım: Bizim hoca! “Burada ne yapıyorsunuz” dedi. Kitaplara bakıyorum, ne yapılır orada? Orada ilgilenmeye başladı benimle. Kötü bir kağıdıma yüksek not verdi. Üçüncü sınıfta Faruk Sükan’ın bir kitabı çıkmıştı. Nasıl bulabileceğimi sordum. Bir baktım final günü kitabı getirmiş, arkasına telefonunu yazmış. Aradım. Hemen “Yemek yiyebilir miyiz?” dedi. O yemekte evlenme teklif etti. O akademik yılın başında nişanlandık. Okulum bitince, 14 Temmuz 1986’da evlendik.
KADIN
Cumhuriyet kadınları ve kapatılanlar birleşmeli
Son dönemde müthiş bir ayrışma var Türkiye’de. Hani o kapalı kadın-açık kadın ayrımı. Bu durumdaki hemcinslerimize ‘kapatılan kadın’ diyorum. O kadar öykünmüşler ki kendini ifade edebilen modern kadın tiplemesine. Neoliberal yapıda, neoliberal dinle parayı bulduktan sonra modern, açık kadının yaptığı her şeyi yapar hale geldiler. Bu güzel bir gelişme çünkü o kalıptan aslında sıyrılma isteği var. Bence çok ciddi bir işbirliğine ihtiyaç var; kapatılmış kadınlarla Cumhuriyet değerlerine inanan kadınların dayanışması şart. Herkes birazcık taviz vererek erkek egemen yapıya karşı mücadele etmeli. Bakın bu işin sonu hiç hoş değil: Bir kadın çıkıyor, adından söz ettirmek için “Kocama kendi arkadaşımı sundum” diyor, erkeklerle aynı yöntemi kullanıyor aslında.
CİNAYET GECESİ
Sabaha kadar sorgulandım, hiç insani değildi
Ankara’nın soğuk günlerindendi. Sabah beni pencereden uğurladı Necip. Arabamın üzerindeki karları temizlerken birden gümüş rengi Fiat Brava hızla geldi. Aracımın yanına park etti. İçinde iki genç oturuyordu, yüzleri bugün gibi aklımda. Plakasını da aldım. Arayıp Necip’e haber verecektim, aklımdan silindi. En son akşam evde yemek hazırlıkları yaparken aradı. “Markete giriyorum, ne lazım” dedi. Sofrayı hazırladım, o arada kapımız çaldı. Apartman görevlimiz arkada, küçük oğlu öndeydi. İnsan uyanmıyor böyle bir şeye. “Şengül Abla, otomobilin yanında bir adam yatıyor” dedi. Park ettiğimiz yere doğru pencereden baktım. “Burada değil galiba” derken anladım. Çocuklar salondaydı. Onlara, “Arabanın yanına çıkıyorum, sakın kımıldamayın, şimdi döneceğim” dedim. “İnşallah yaralıdır” diye dua ederek dışarı çıktım, komşularımız beni yanaştırmak istemedi önce. Dokunamıyorum, nasıl uyuyorsa elleri öyle kıvrılmış yatıyor. Yüzü kanlı, gözlüğü duruyor. “İşte oldu” dedim. Hemen yukarı çıktım. Çocukların biri 10, diğeri 11 yaşındaydı. “Bundan sonra babanız bizimle değil. Konuşacağımız çok şey var ama ne olur ağlamayın, beni bekleyin. Birlikte ağlayacağız” dedim. O gece, poliste sabaha kadar sorguladılar beni. Hiç insani bir tutum değildi bu. Suçlu gibi davrandılar bana. Çok erkek bir ülke burası. Her şey erkek üzerinden yürüyor. O gece emniyette rahatsızlandım, üzüntü ve öfke insanı olmadık şekilde etkiliyor. Cenaze gecesi de emniyetteydim. Küçük bir, Enam-ı Şerif duası vardı otomobilde. Çok inançlı biriydi Necip. Şube müdürü dedi ki, “Hocanın arabasından bu çıktı. Bize böyle anlatmamışlardı.” Ne kadar dindar olduğumuza dair bir deklarasyonda mı bulunmak zorundayız? Gerçi öyle bir dönem yaşıyoruz ki, dindarölçerle yaşıyor insanlar sokaklarda. Böyle bir ülkeye dönüştük.
TELESEKRETER
Necip’in vedasıydı
2003 yazında bir tekne tatiline gittik. Dönüşte eve girdik. Telesekreter çalışmadı, kaseti çevirip taktığımız anda Necip’in sesiyle karşılaştık. Ta 1995’te Moldova’da UNDP projesinde görev yaptığı sırada bıraktığı bir kayıt. “Şengül, burada elektrikler kesik. Gece çıkmak zor oluyor, karanlık. Aramaya çalışmayın, sizi erken aradım ulaşamadım. Sizi çok seviyorum” diyor. Bir veda mesajı gibiydi. Üçümüz birden yığıldık, uzun süre kendimize gelemedik.
YAS SÜRECİ
Dul yazmasın diye kimliğimi değiştirmedim
Olaydan bir ay kadar sonra bir ABD seyahati yaptık. Çok yakın bir arkadaşım yaşıyor orada. Bizi çağırdı, üçümüz gittik. O 12 saatlik seyahatte 12 saat ağladım. Bir de her şeyi birlikte yaptığınızı hatırlıyorsunuz. Zorlu bir süreç aslında. Ama atlattık bu süreci. ‘Dul’ yazmasını istemedim, kimliğimi uzun süre değiştirmedim. Ne çirkin bir yaftalama, dul! Bir travma yaşadık. Ama kendimi eğittim. Artık yas danışmanlığı eğitimi veriyorum. Yaslı insanlara çok konuşmayacak, “Senin için ne yapabilirim” demeyecek, yanında duracaksınız.
İDDİANAME
Ergenekon meselesi çok komik
Ergenekon meselesi çok komik. İddianameleri okudum. Veli Küçük, kocamın öldürülmesi için Osman Yıldırım’a para vermiş; o kabul etmeyince Osman Gürbüz’e teklif etmiş deniyor. Gizli tanıklardan biri, Yıldırım’ı suçlayan ifadeyi verdiğinde Gürbüz zaten bir yıl önce serbest kalmıştı. Bir başka gizli tanık, “Şengül Hanım’la görüştüm. O, dinciler yaptı zannediyor” diyor. Bence Necip’in öldürülmesi hâlâ bir faili meçhul. Başbakan, “Bizim dönemimizde faili meçhul olmadı, olanlar da aydınlatıldı” dedi.Demek ki faili biliyorlar...