Yarım asır sonra mutlu buluşma

Güncelleme Tarihi:

Yarım asır sonra mutlu buluşma
Oluşturulma Tarihi: Nisan 03, 2005 00:00

Gazeteci Erol Güney, bir haber yaptı hayatı tepetakla oldu, sınırdışı edildi, İsrail'e yerleşti ve kovulduğu ülkeye 35 yıl sonra ancak turist vizesiyle gelebildi.Şimdi Milliyet Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni olan Sedat Ergin, Erol Güney’i, 13 Mart Pazar günü Hürriyet’teki köşesinde anlatıyordu. 1987’de Hürriyet Gazetesi’nin Washington muhabiri olduğu sırada tanımıştı İsrail’de yayımlanan Yedioth Ahronoth Gazetesi’nin Washington muhabiri Güney’i. Üstelik aynı apartmanda oturmuşlardı. Ergin, Yapı Kredi Yayınları’ndan çıkan Erol Güney’in yaşamöyküsünün anlatıldığı ‘Erol Güney’in Ke(n)disi’ kitabından da söz ediyordu. Ergin sayesinde öğrendim, Güney’in kim olduğunu. FIRTINALI GÜNLER ADI HENÜZ MİŞASovyet Devrimi’nin fırtınalı günleri. Henüz adı Erol olmayan Mişa’nın babası zengin bir petrolcü. Önce Kırım’a, ardından Gürcistan’a giderler. Batum’dan bindikleri gemi İstanbul’da demir attığında yıl 1920, Mişa altı yaşındadır. Aradan yıllar geçer. Mişa Türkiye vatandaşı olur, soyadı kanunuyla Erol Güney adını alır, üniversiteyi bitirir. CHP iktidarının Maarif Vekili Hasan Áli Yücel, Tercüme Bürosu’nun kurulmasına karar verir. Hedef, dünya edebiyatının klasiklerini Türkçe’ye çevirmektir. Erol Güney, Rus ve Fransız klasiklerini tercüme etmeye başladığında Agence France Presse’in Ankara temsilcisidir. Bir yandan gazetecilik yaparken bir yandan Gogol, Puşkin, Gonçarov, Turgenyev, Çehov, Dostoyevski, Moliere ve Eflatun’un eserlerini dilimize kazandırmaktadır. Nurullah Ataç, Orhan Veli, Azra Erhat, Abidin Dino, Necati Cumalı, Bedri Rahmi-Eren, Sabahattin Eyuboğlu, Melih Cevdet Anday en yakın arkadaşlarıdır. Orhan Veli, evlerinin ayrılmaz konuğudur. Erol Bey’in kedisi Edibe için iki şiir yazar. Üstelik Erol Bey’in baldızı Bella’ya da deliler gibi aşıktır. ‘Sere Serpe’ şiirini onun için yazar. Erol Güney, 1955’te Sovyetler Birliği’nin Türkiye’yle diplomatik ve ekonomik ilişkiler kurmak istediğine ilişkin bir haber yapar ve hayatının seyri değişir. Sınırdışı edilir. Onu sadece Fransa kabul eder. Bir yıl kalabilir ancak. Çünkü pasaportu yoktur ve her an misafir olduğu hatırlatılır. Özgürce yaşayacağı bir ülkesi olsun ister. İsrail ona kucak açar, çağırır. İşi de kimliği de hazırdır adım attığı anda. YOZGATLILAR ONA NEDEN CASUS ÜNİFORMALI ADAM DEDİLERYıllarca Türkiye vatandaşlığından çıkarılmasının nedenini araştırır. Hep aynı ve kısa cevabı alır: Çok şey biliyordun! İsrail’de çalıştığı gazetenin Washington temsilcisi olduğunda da Türk diplomatlara sorar. Hiç olmazsa turist gibi gidip dostlarını görmek ister. Hepsi de ‘olur’ der lakin ne bir ses, ne bir nefes çıkar. Nihayet Mesut Yılmaz’ın Dışişleri Bakanı olduğu 1990 yılında Türkiye’nin Tel Aviv Maslahatgüzarı Büyükelçi Ekrem Güvendiren’in çabalarıyla Güney’e üç haftalık vize verilir.Erol Güney kimdi, ne günah işlemişti? 20 Mart 1955 tarihli gazeteler, ‘Rus asıllı’ olmasına vurgu yaparak ‘Memleket menfaatlarine aykırı’ ve ‘Memleket aleyhine’ hareketlerde bulunduğunu yazıyordu. Menderes Hükümeti, 19 Mart 1955’te Bakanlar Kurulu’nu topladı, Güney’in vatandaşlıktan çıkarılarak sınırdışı edilmesine karar verdi. Polisler onu apar topar bir kokteylden alıp Yozgat’taki Ecnebi Mülteciler Kampı’na götürdü. Elbiselerini bile değiştirmesine izin verilmediği için üzerinde frak vardı. Hayatlarında ilk kez frak gören Yozgatlılar Güney’e bir ad bulmuştu bile: Casus Üniformalı Adam! Gelelim Erol Güney’in günahına. Fransız gazetesi Stamboul ve Vatan Gazetesi’ne geçtiği bir haberdi. Menderes Hükümeti küplere bindi. Israrla bu bilgiyi kimden aldığını sordu. Güney, haber kaynağı Belçika Büyükelçisi Van Kerhoven’i ele vermedi. Fatin Rüştü Zorlu, Erol Güney için ‘Fazla biliyor’ dedi. Erol Güney’in suçu, bilmekti.TÜRK RESSAM DOSTLARI EVİNİN DUVARLARINDA50 yıldır İsrail’de yaşayan Erol Güney’le Tel Aviv’deki evinde iki gün boyunca konuştuk. İsrail Büyükelçimiz Feridun Sinirlioğlu’yla buluşturduk. Sinirlioğlu’nun övgülerini dinledi neşe içinde. ‘İlk defa bir Türk diplomatı bana bu kadar açık ve samimi bir şekilde konuştu’ dedi.Evinin duvarlarında sevgili dostu Bedri Rahmi, Eren Eyuboğlu ve Abidin Dino’nun tabloları asılı. Orhan Veli’yle birlikte tek kare fotoğrafı yok diye hayıflanıyor. Edibe kedi, iki fotoğrafıyla kurulmuş salonun girişindeki büfenin üstüne. Edibe’nin yerini alamasalar da bahçesini mesken tutan mahallenin kedilerini birlikte besledik. Erol Güney, 91 yıllık ömrünün her anını bilgiye ve bilgilendirmeye adamıştı. Yapacağı daha çok şey vardı. ‘Taksiye binmeyin bu kez. Ben götüreyim sizi’ dedi. 50’li yıllardan kalma, mesela Chevrolet bir otomobile bineceğimizi beklerken spor ve genç işi otomobil sürprizi yaptı bize. Kırmızı kasketiyle hızlı yürüyordu. Fötrü başındayken Picasso’ya, hayatındaki kadınlardan söz ederken Humphrey Bogart’a benziyordu. Son sevgilisi 74 yaşındaki ressam Christine Broido ile tanıştık. Christine’e Fransızca çok güzel şiir okuduğu için aşıktı. Türkiye’deki hayatında da muhalifti, şimdiki vatanı İsrail’de de: ‘Sosyalist ama antistalinistim. Babamı öldürdüler çünkü.’Erol Güney’i tanımaktan onur duydum, Menderes hükümetinin sınırdışı ederek kurtulma yönteminden ise hicap. Vatanına 15 yıldır turist vizesiyle gelmesi, Türkiye’nin Erol Güney’siz, Erol Güney’in Türkiye’sizliğine deva olmuyordu. Erol Güney, Türkiye vatandaşıyken de dünya vatandaşı olmuştu çoktan. Mutluydum. Korkuların giyotini, olağanüstü hayatları öldüremiyordu işte. Türkiye’den sınırdışı edilince Fransa’ya gittiniz. Le Monde’da çalışıyordunuz, sevgiliniz vardı, ondan bir kızınız da oldu. Ama kalmadınız Fransa’da. Neden?- Fransa’ya gelince Fransız kültürü bakımından çok geliştirdim kendimi. Bir Fransız kadar iyi Fransızca biliyordum. Şansım da yaver gitti, Le Monde gibi bir gazetede çalışmaya başladım. Bana çok yakın bir kadın vardı sonra ondan bir kızım da oldu. Ama Fransız polisi bana istenmeyen bir yabancı gibi davrandı. Her zaman haklarım sınırlıydı. Artık Türkiye’den sonra öyle bir ülkeye gitmek istiyordum ki orada sınırsız özgürlüğüm olsun, burası benim memleketim, diyebileyim. Bir bakımdan da gitmek istemiyordum çünkü gittiğim yerdeki çalışma ortamını, konuşulan dili bilmeyince nasıl gazeteci olarak çalışabilirdim ki? Bu nedenle İbranice’yi bilmememe rağmen İsrail’deki Yedioth Ahronoth’tan çalışma teklifi gelmesi hakikaten büyük bir imkandı. Bu pek normal bir durum değildi. Birden bire İsrailli bir gazeteci oluyordum.İsrail’e adım attığınızda neler hissettiniz?- Vapurdan indiğimde Yedioth Ahronoth Gazetesi’nden biri bekliyordu. İşim vardı, beni kabul ediyorlardı. Herkes gibi bir vatanım olmuştu. Daha önce Fransa’da gazetecilik yapmış olduğumdan avantajlıydım. Artık hayatımın sağlam temeller üzerine oturduğunu hissediyordum. 1956’da İsrail’e kabul edildim. Yalnız bir zorluk vardı. Türkiye’de çok güzel değil ama düzgün bir karım vardı, kocasız kaldı. Baldızımın da kocası ölmüştü. Sorumluluk hissediyordum.Fransız sevgiliniz Simone da çok üzülmüştür ayrıldığınız için.- Evet tabii üzüldü gidiyorum diye. Hiçbir zaman ailemi bırakacağımı söylemedim ona. Bırakamayacağımı biliyordu. Bazı kadınlar hemen çocuk yapıp sevdiği erkekle daima beraber olmayı düşünür. Simone’a benimle kal demedim.İbranice bilmiyordunuz İsrail’e ayak bastığınızda.- İşim, kimliğim var ama tek kelime İbranice bilmiyordum. Ama gördüm ki yalnız değilim. Bazı insanlar hayatları boyunca öğrenemiyorlar bu dili. Ben de hiçbir zaman güzel İbranice öğrenemedim. Tercüme etmek daha kolay. Ajans haberlerini öyle iyi tercüme ettim ki uzun seneler kimse benim çok iyi İbranice bilmediğimin farkına varmadı. Gazeteden çıkışta kursa gidip İbranice öğreniyordum. Şu anda sadece okuyabiliyorum, konuşamıyorum.Vatanınızdan kovularak maruz kaldığınız o haksızlığa uğramışlık duygusuyla nasıl başettiniz?- Ben hiçbir zaman hiçbir şeyi unutmadım ki.İsrail’e yerleşmeye mecbur kaldığınızda duygularınız ve aklınız neler söylüyordu?- İsrail’e geldiğim zaman içimde artık beni buradan kimse kovamaz gibi bir his vardı. Fransa’ya gittiğim güne kadar ben kendimi Türk hissediyordum. Artık bir memleketim var orada oturuyorum, dostlarım var zannediyordum. Sanki Türkiye için çok önemli bir iş yapmış gibiydim. Türk kültürüne küçük de olsa gazeteci-çevirmen olarak bir katkım olmuştu. Ama daha büyük katkım olsun isterdim. TÜRKİYE’YE ÜÇÜNCÜ GELİŞİMDE SORUN ÇIKTIİstanbul’u, Ankara’yı hiç özlemediniz mi buraya geldiğinizde?- İstanbul’u çok özledim, Ankara’yı o kadar değil. Yıllar sonra gittiğimde Bostancı, Suadiye eskisi gibi değildi. Nerede bahçeler, o eski köşkler... Çok değişti İstanbul. Tercüme Bürosu’ndan bir tek ben kaldım. En son Melih Cevdet Anday da öldü.İlk 1990’da, üç haftalığına gittiniz Türkiye’ye. Sonraki gidişleriniz için her seferinde vize mi aldınız? - Hiçbir İsrailli vize almıyor şimdi. Karım ölünce baldızımla beraber Amerika’ya gitmeye karar verdik. Dört-beş sene Washington’da oturdum. 1996’da tekrar gitmek için Amerika vizesini İstanbul’da almak istemiştik. İstanbul’da havaalanı gümrüğünden çıkınca poliste bir telaş başladı. Bir saat kadar beklettiler bizi. Sonra pasaportu gayet soğuk bir şekilde istediler. Ben, daha önce geldiğimi, hiçbir sorun çıkmadığını söylediğimde bana ‘O zaman bir yanlışlık olmuş. Sizin bu ülkeye girmeye hakkınız yok’ dediler. Nedenini sorduğumda ‘Nedenini bilmiyoruz ama sizin Türkiye’ye giremeyeceğiniz söylendi’ dediler.Devletin belleğine çıkmamacasına kazınmışsınız bir kere.- Daha önce Türkiye’ye giriş çıkışımda bir sorun yaşamamıştım ama 96’daki üçüncü gidişimde yaşandı bu olay. Beni zaten Türk vatandaşlığından çıkardılar değil mi? Artık İsrail vatandaşıyım. Bu durumumu izah etmek için bayağı uğraştım. Artık Türkiye’ye gelmeden önce düşünüyorum, bu kural değişti mi, yoksa değişmedi mi diye...Arkanıza dönüp baktığınızda çok üretken bir hayat sürdünüz. Gönlünüz rahat mı?- Hem rahat, hem değil. Bir defa daha çok şey yapabilirdim. Hırslı değildim. Fakat ne de olsa içimde şey kalıyor... Tabii ki bu yolda gitmek isterdim. Biraz da Türkçe yazmak için. Yoksa Türkçe’yi tamamıyla unutacağım. İstanbul’da yayımlanan haftalık Şalom Gazetesi’ne yazıyorum.ORHAN VELİ, KEDİSİ EDİBE’YE İKİ ŞİİR YAZMIŞTIKedi olmak zordur ve güzeldir. 22 yıl yaşaması mucizeydi. Kedi ömrüyle 140 yaşında öldü. Eminim ki ben Vietnam’a savaş haberi için iki-üç aylığına gitmeseydim, bir iki sene daha yaşatırdım. Çok akıllı bir kediydi ama son zamanlarda alzheimer gibi olmuştu. Sokak kedisiydi. Ankara’da Sağlık Sokağı’ndaki evimizin bahçesi vardı. Miyavlarken buldum. Baharda çiftleşmek için sokağa çıkmasını istemezdim. Dişi kediler daha cana yakın oluyor. Karım Dora, İsrail’e benden sonra geldi. Bana çok büyük bir sürpriz yaptı. Edibe’ye de pasaport almış, getirdi. Türkiye’de ciğerciler geçerdi sokaktan. ‘Ciğeeer ciğeer’ diye bağırrlardı. Edibe öğrenmişti, tanırdı o sesi. 50’lerin İsrail’i şimdiki gibi bolluklu değildi. Ciğer bulamadık bir türlü. Aylarca hiçbir şey yemedi hiçbir şey. Edibe’nin hayatını kurtarıp iyi bir hayat verdim. Biz ona Pusi derdik. Orhan Veli o kadar sevdi, ona o kadar gülmeye başladı ki, sert bakışı kaybolmaya başladı. Sonra adına Edibe dedi. Kucağına geliyordu hep. Kediler, bütün hayvanlar hissediyorlar özel insanları. O çok, çok seviyordu Edibe’yi. O da oyunlar yapıyordu. Edibe dışarı çıkıp aşk yapmak istiyordu. Yanında Orhan vardı. Yazdı şiiri Edibe için: ‘Bir erkek kediyle bir parça ciğer / Dünyadan bütün beklediği / Ne iyi!’ İkinci şiiri ise Edibe’nin hamileliği ilerledikten sonra yazdı Orhan: ‘Çıkar mısın bahar günü sokağa / İşte böyle olursun / Böyle yattığın yerde / Düşünür düşünür / Durursun.’ENDİŞELİYİM, İSRAİL GAZZE’DEN ÇEKİLİRKEN İÇ SAVAŞ ÇIKABİLİRİsrail Gazeteciler Cemiyeti, geçen yıl 90. doğum günümü kutladı. Yazıyorum. Kitap okuyorum. İsrail’in dış politikasını takip ediyor, analizini yapıyorum. İlk kez İsrail, işgal ettiği Gazze topraklarını geri veriyor. İnanılmaz bir durum. İşgalin büyük şefi Şaron, birdenbire değişti, bu kararı verdi. Başbakan olunca başka gerçekleri gördü. Gazze’ye bin 700 aile yerleştirilmişti. 20 Temmuz’da oturdukları evler yıkılacak, zor kullanılacak. İsrail topraklarına geri dönecekler. Endişeliyim. Çünkü İsrail’de büyük karışıklık bekleniyor. İç savaş benzeri çatışmalar olabilir. Şaron’un partisi bölündü bu karar nedeniyle. Şaron, partisi Likut’ta azınlık konumuna düştü. 40 milletvekilli partide 13 milletvekili çekilme kararını destekliyor. Altı bakanla birlikte 27 milletvekili, Gazze’den çekilme kararına karşı.Komünistlerle randevulaştınız diye suçlanan ilk mavi yolculuğun yolcuları arasındaydı1945 ilkbaharında İkinci Dünya Savaşı bitmişti. Cevat Şakir (Halikarnas Balıkçısı), Sabahattin Eyuboğlu’na ısrarla ‘Arkadaşlarını topla gel’ diyordu. Para topladık, herkesin bir arada olacağı tarihi kararlaştırdık. Kardeşi Bedri Rahmi ve ben hemen ‘olur’ dedik. Bacanağım Benya, Sabahattin Ali, Fuat Ömer Keskinoğlu ve Cevat Şakir’in arkadaşı Paluka bir de son anda katılan Necati Cumalı ile Macera adlı tekneye bindik. Cevat Şakir’e para göndermiştik gezide lazım olacak her şeyi alsın diye. Bir iki günde yiyecek bitti. Cevat neredeyse bütün parayla rakı almıştı çünkü. Üç öğün tuttuğumuz balıkları yedik. Bu yüzden yıllarca balık yemedim. Balıkçı Paluka çok güzel şarkılar söylerdi. Manzara müthişti. Bir gün denizde seyrederken sandala rastladık. İçinde Yunan komünist partizanlar vardı. Biraz konuştuk. Sabahattin Ali, tabanca istedi, verdiler. Bu tesadüfi karşılaşma, Ankara’da duyuldu. Komünistlerle randevulaştığımız iddia edildi. Bu ilk mavi yolculuka katılanlara ‘solcu’ dendi.Erol Bey’e saygı ve şükran duyuyorumErol Güney’in Türk dili ve Türk edebiyatına büyük katkıları oldu. Tercüme Bürosu aracılığıyla dünya edebiyatının çok önemli eserlerini Türk diline kazandırdı. Hem kedisi hem kendisinin edebiyatımızda yeri olduğunu biliyoruz. Erol Bey’in burada olduğunu, gelmeden önce Sedat Ergin’den öğrenmiştim. Gelince telefonla arayıp selamlarını ilettim. Kitabın çıktığını da haber vermişti. Erol Bey’in Şalom Gazetesi’ndeki yorumlarını da dikkatle okuyorum. Çok yararlanıyoruz. O dönemde yapılan çalışmalardan ben de yararlanmıştım. Hepsini de okudum. Türk diline ne kadar önemli katkıları olduğunu biliyorum. Saygı ve şükran duyuyorum. İsrail Cumhurbaşkanı’na itimatnamemi sunduktan hemen sonra Erol Bey’le görüştüm. Büyükelçiliğimizdeki davetlerde de birkaç kez karşılaştık. Kitabı çıktığında da bir araya geldik. 1990’da vize verilmiş ve o tarihten itibaren Türkiye’ye gelmesi sorun olmaktan çıkmış. Durumu o günün dünya ve Türkiye koşullarında değerlendirmek lazım. Erol Bey yaptıklarıyla önemli bir referanstır. Saygıyla karşılıyorum. ORHAN VELİ UZANMIŞ YATIYOR SERE SERPE ŞİİRİNİ BALDIZIM BELLA’YA YAZDIOrhan Veli’nin zamanı hem boştu hem değildi. Bizim eve geliyordu, Bella’ya aşık oldu. Çok içerdi. Melih (Cevdet Anday) de çok içerdi, Cahit (Külebi) de. Yani hep içki. Rakı, rakı. Rakı, bir bağlılıktı. Konuşmalara faydalı oluyordu, içince hep güzel konuşuluyordu rakı ile. Bunun için kızamıyordum, kızamıyorduk ona. Orhan, baldızım Bella’ya aşık oldu. Bella çok gençti. Cesaretsizlik miydi bilmiyorum ama Orhan Veli’nin sevgisi karşılık görmedi. Orhan’la evlenmek kötü olurdu. Çünkü çalışmak ne demek bilmiyordu, içki vardı. Orhan’ı koca olarak görmek mümkün değildi. Bella’nın bir sevgisi yoktu. Ama ilgisi hoşuna gidiyordu tabii. Kendisi için şiir yazan bir şairdi. Orhan hep onunla ilgiliydi. 1946’da Sabahattin Eyuboğlu’nun evinde Bella ders çalışıyordu. Orhan ‘Sere Serpe’ şiirini Bella için yazdı: Uzanıp yatıvermiş, sere serpe / Entarisi sıyrılmış hafiften / Kolunu kaldırmış, koltuğu görünüyor / Bir eliyle de göğsünü tutmuş / İçinde kötülüğü yok, biliyorum / Yok, benim de yok ama.../ Olmaz ki!/ Böyle de yatılmaz ki! Kadınları çok sevdi, kadınlar da onuBenim okuduğum St. Joseph, dinci bir okuldu. Bu nedenle 18-19 yaşıma kadar kadınlardan hep çekindim. İstanbul Üniversitesi Felsefe Bölümü’nde okurken açıldım. Ama evlenmekten hiç hoşlanmadım. İnsanlar evlenince sanki birbirlerinin sahibi gibi davranıyorlar. Mesela madam kelimesinin sonuna Güney ekleyince sanki karımın sahibi gibi oluyordum. Ben kimsenin sahibi değildim ki. O bir özgür bireydi, ben de. Herkesin kendi iradesi ayrıydı. Benim evlilik anlayışım buydu. Dora’yla nikahlanırken bir anlaşma önerdim. Dora ne kadar uydu, ne yaptı bilmedim, sormadım. Ona demiştim ki, evleneceğiz ama özgürlüklerimizi koruyacağız. Ben bu anlaşmadan, Dora’nın tahmin ettiğinden çok daha fazla yararlandım. EROL GÜNEY’İN KE(N)DİSİ‘Erol Güney’in Ke(n)disi/Göçmen-Çevirmen-Gazeteci-Sevgili’ kitabı, Yapı Kredi Yayınları’ndan çıktı. Kitabı, Haluk Oral ve M. Şeref Özsoy yazdı. Haluk Oral, ‘Önsöz Yerine’de, kitabın yazılış öyküsünü anlatıyor. Orhan Veli’nin yaşamöyküsünde aklını kurcalayan sorulara cevap ararken Erol Güney’in adıyla karşılaşıyor. Erol Güney’e ulaşabilmek için araştırmacı Rıfat N. Bali’den yardım istiyor. Oral, Türkiye’ye gelip anılarını anlatması için Erol Güney’i ikna ediyor. ‘İnanılmaz ölçüde keyifli anlar yaşadık onunla konuşurken ve pek çok şey öğrendik merak ettiğimiz dönemlerle ilgili. Hele esprileri bizi kırıp geçirdi. Anlattı, anlattı; biz de yazdık. Sonra okudu, ‘Yok canım bu da yazılmaz ki’ dedi bazılarına. Pazarlık ettik çoğu kez. Birazını yazdık, birazını yazmadık. (...) Erol Abi dolu dolu yaşamış her anını. Anlattıklarında şikayet yok, sızlanma yok, kin hiç yok. Sevgi var, hem de her türlüsü: İnsan, arkadaş, kadın. Hayvan sevgisi zaten Türk edebiyatına girmiştir Orhan Veli’nin meşhur iki şiiriyle.’
Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!