Oluşturulma Tarihi: Nisan 05, 2008 00:00
Uzak ve İklimler filmlerinin yönetmeni Nuri Bilge Ceylan ile diş hekimi ablası Emine Ceylan, 86 yaşındaki babaları Mehmet Emin Ceylan’ın doğum günü şerefine bir sergi açtı. 2006-2007 yıllarında çektikleri Mehmet Emin Ceylan fotoğraflarını "Babam için" adıyla İstanbul Teşvikiye’deki Milli Reasürans Sanat Galerisi’nde sergiliyorlar.
Kardeşlerin "kahramanımız" dedikleri babaları Mehmet Emin Ceylan’ı, bizler Nuri Bilge Ceylan’ın Kasaba filmindeki "büyükbaba" ve kendisine İskenderiye
Film Festivali’nde en iyi erkek oyuncu ödülü kazandıran Mayıs Sıkıntısı’ndaki "Emin" rolleriyle tanıyoruz. Sergi vesilesiyle öğreniyoruz ki, kendisinin gerçek yaşamöyküsü de filmlere taş çıkartacak gibi.
Yoksulluk içinde köyde başlayan hayatı, sonsuz bir fedakarlık ve çalışmaya gücüyle üniversiteye, mesleki gelişim için Amerika’ya kadar ulaşıyor. Mesleği ziraat mühendisliğine aşık, kendi kendine yabancı dil öğrenen, kendisini çok sevdiği doğaya, özellikle de ağaçlara adayan bir adam. Mehmet Emin Ceylan, röportaj taleplerine pek sıcak bakmıyor, hatta kızının sorularını yanıtlamaya bile yeltenmeyip "Benim hayatımda ilginç bir şey yok, ben kabuğumda yaşamak isterim" diyor. İşte bu yüzden Emine Ceylan, serginin daha anlaşılır ve hatırlanır olması için, kataloğuna babasının tüm hayatını anlatan "Babam İçin" adlı bir yazı hazırlamış. Biz de bu yazıyı o notlardan derledik.
1922 yılında doğdu. Aylardan Nisan’dı. Çanakkale Yenice Çakıroba köyünde. Babası 1. Dünya Savaşı’nda uzun yıllar savaşmış, öldüğü sanılmış, yıllar sonra çıkagelmiş Koca Nuri, annesi gene 1. Dünya Savaşı’nda genç kocasını kaybetmiş Keleşlerden Fatma. Üç oğlan kardeşin en büyüğü. Sadece o okumuş, biri doğduğu köyde, diğeri büyük kentlerin karmaşasında yitip gitmeyi seçmiş. Yoksulluğun eğittiği, durmaksızın tek başına ilerlemeye karar veren, dini şartlanmaları, hurafeleri reddeden... Yalnızlıkta en uç noktaları deneyen ve kendini hasreden... Girdiği yolun mutlaka sonuna kadar gitmeye kararlı olan. Çile çekmekten korkmayan, henüz sevdiği şeyleri yitirmemiş gencecik Mehmet Emin Ceylan...
57 MODEL CHEVROLET İÇİN BEŞ YIL HUKUK SAVAŞILise sonrası Ziraat Fakültesi’ne girmek istiyordu. İstanbul’a gelip sadece onun sınavına girdi, Ankara Ziraat Fakültesi’nde okumaya başladı. Sırtı ilk paltoyu o yıllarda gördü. Devletin fakir öğrencilere yaptığı yardımdan ona da bir siyah palto düşmüştü.
1952’de evlendi. Nevruzlu Fatma Bodur ile. 1954’de devletin açtığı İngilizce sınavını kazanarak Amerika’ya gitti. Geride genç karısı ve henüz doğmamış bebeğini bırakarak. Oranın gelişmişlik düzeyi ve özgürlük ortamı onu çok etkilemişti. Devletin verdiği harcırahı biriktirerek 1957 model bir Chevrolet ve bazı ev eşyaları aldı. Amerika’yı dolaşarak ziraat konusundaki gelişmeleri yerinde öğrendi. Türkiye’yi anlatan konferanslar verdi.
Dönerken arabayı getirdi getirmesine de gümrükten geçiremedi. Ve tam tamına beş sene uğraştı, tek başına tam bir hukuk savaşı başlattı, arabayı çıkarmak için. Bütün kanunları ezberledi, büyük bir güçle savaştı, sonunda arabayı
alabildi. Ardından devlete açtığı tazminat davasını da kazandı, 10 bin lira aldı. O araba hálá garajda duruyor, ne satmayı, ne vermeyi düşünebilir. 1959 Ocak’ının 26’sında bir oğlu olur. Adını tarihten koymak ister. Gültekin, Bilge ve Kağan gibi isimlerden Bilge’yi seçer. Dedemin adıyla beraber Nuri Bilge oluverir oğlunun adı...
...1962 yılında Yenice’ye göçtük. Orada geçirdiği uzun yıllar boyunca hayalkırıklıkları da yaşadı, mutluluk da. Yapısının da uygun olmasından belki, toplumla pek fazla uyum içinde olmadı, iyice yalnızlığına çekildi. Babasından kalan arazide tarım yaptı, Fransızca öğretmenliği, ziraat mühendisliği vs...
...Bizim eğitimimiz için İstanbul’a geliyoruz annem ve biz iki kardeş 70’lerin başında. Babamsa tayinini yaptıramadığından orada kalıyor. Uzun yıllar... Yalnız, tabiatın içinde bir hayat kuruyor kendine. Yenice’deki evden her gün bisikletiyle tarlaya gidiyor. Artık hiçbir şey yetiştirmiyor, ayrık otlarıyla kaplı bu yabanıl halini de çok seviyor. Gündelik işlerle uğraşıyor, kimi kez yeni bir su yolu açıyor çapasıyla, odun kesiyor, binbir çeşit iş üretiyor kendine... Geceleri, her dilden kitap arasında, dünyanın değişen düzeninden, modalardan, çoğu insanın işte hayat bu dediği her şeyden uzakta ve hiç ilgilenmeksizin uyuyakalıyor...
EN İYİ ERKEK OYUNCU ÖDÜLÜNÜ ALDIYıllar sonra sinemaya meyleden Bilge, annemle babamı oynattığı kısa filmi "Koza" ve çocukluğumuzu anlattığı "Kasaba"nın ardından, odağına babamı yerleştirdiği "Mayıs Sıkıntısı"nı çekiyor. Babam için bambaşka bir deneyim oluyor bu. Kendi hayatından alıntılar olan bu filmde oynamak pek zorlamıyor onu. Bilge’nin bu filmle ölümsüz kıldığı babam, artık sadece bizim babamız değil "Mayıs Sıkıntısı"nın, "Kasaba"ın eşsiz oyuncusu aynı zamanda. Brezilya’dan bir hayrandan gelen mektubu özenle saklıyor, filmle ilgili yazıları da. Bütün ödüller onların evinde büfenin üstüne dizilmiş. Oğluyla gurur duyuyor, kendiyle de. İskenderiye Film Festivali’nde "en iyi erkek oyuncu" ödülünü alıyor.
BU SERGİYİ NEDEN GERÇEKLEŞTİRDİK?İnsanlardan ona vereceklerinden de azını isteyen, Pavese’nin "Kahramanlığın tek kuralı yalnız, yalnız, yalnız olmaktır" sözünü düşündürtürcesine yalnız bir hayat süren bizim kahramanımızı birazcık anlatabilmek için. Göze aldığı hayatın zorluklarına insanüstü bir çabayla katlanabildiği için. Günümüzde neredeyse hiç rastlanmayan bir şekilde herşeyi yoktan var ettiği için. Ve yürüdüğü yoldan asla ve asla vazgeçmeden sonuna kadar gittiği için. Kabul görmeye, alkışlanmaya ihtiyaç duymayacak kadar güçlü olduğu için. En önemlisi tutkularını yaşayacak azmi ve iradeyi, karşılığını olmadığını bildiği bu toplumda yaşamayı göze aldığı için. Amerika’dan binbir zorlukla getirdiği o minicik fotoğraf makinesini kurcalarken fotoğrafa merak saran Bilge’nin, sonra bana da bulaşan fotoğraf sevdamızın ve katettiğimiz yolların kaynağında onun ışık saçan varlığının olduğundan emin olduğumuz için.
Ve de aylardan gene Nisan. O tam 86 yaşında. Birlikte olacağımız günlerin sayısının hızla azaldığını hissettiğimiz için...