OluÅŸturulma Tarihi: Ekim 24, 2004 00:00
Geçen haftanın ilgi çekici tartışmalarından biri krematoryum ve ölümden sonra yanma hakkıydı. Peki bu ülkede bu hakkı savunan insanlar var mıydı?Neden insan böyle bir ÅŸey istesin ki? TopraÄŸa gömülmekten mi ürküyorlardı? Budizm’e mi inanıyorlardı? Bu hakkı savunan birisini bulup bu soruları sormak istedim. Fazla uzaÄŸa bakmama gerek kalmadı, senarist ve yapımcı Meral Okay karşımdaydı. Her zamanki gibi cesur, samimi ve açıksözlüydü. Konu ne kadar tatsız olsa da, Meral Okay’la konuÅŸmak her zamanki gibi tatlıydı. Beni yaksınlar, küllerimi de götürüp Gökova’ya bıraksınlar. Yoksa kavanozda durayım, kütüphanede baÅŸköşede olayım gibi fetiÅŸlerim yok yani... Ne Budizme yakınım ne Ä°slam’a uzağım. Ãœstelik son derece inançlıyım. Ben sadece ÅŸunu savunuyorum: Öldükten sonra bedenimizle ne yapacağımız bizim tasarrufumuzda olmalı. Devletin deÄŸil! Kim nasıl karışabilir benim ölüm biçimime ve ritüelime? ‘Günahtır, ayıptır!’ gibi kavramlar bile sadece beni baÄŸlar. Son yolculuÄŸunuza nasıl çıkmak istiyorsunuz?-Kafadan soruyorsun yani. Peki o zaman. Kendi ölüm biçimime ve ritüelime ben kendim karar vermek istiyorum. Dünyaya gelirken bu kararlara eÅŸlik edemiyoruz. Ama izin versinler de, son yolculuÄŸumuza nasıl istiyorsak öyle çıkalım: Ben yakılmak istiyorum!TopraÄŸa karışmak varken, neden yakılmak? Bu fikir size niye cazip geliyor?- Çünkü ben toprak sevmem, su severim! Su gördüğümde dünyanın en mutlu insanı olurum. Suyun üstünde, suyun kenarında, suyun altında kendimi huzurlu hissederim. Beni yaksınlar, küllerimi de götürüp Gökova’ya bıraksınlar. Yoksa kavanozda durayım, kütüphanede baÅŸköşede olayım gibi fetiÅŸlerim yok yani...Acaba siz kendinizi Budizm’e yakın mı hissediyorsunuz?- Yok canım. Ne Budizm’e yakınım ne Ä°slam’a uzağım. Ãœstelik son derece inançlıyım. Ben sadece ÅŸunu savunuyorum: Öldükten sonra bedenimizle ne yapacağımız bizim tasarrufumuzda olmalı. Devletin deÄŸil! Kim nasıl karışabilir benim ölüm biçimime ve ritüelime? ‘Günahtır, ayıptır!’ gibi kavramlar bile sadece beni baÄŸlar. Ben özgür irademle diyorum ki, çözümsüz bir hastalığa yakalanmışsam, ötanazi hakkım olmalı. Bu, benim insan olarak en doÄŸal hakkım. Organlarımı da bağışlayabilmeliyim ve dilersem topraÄŸa gömülmek yerine, kül haline gelip suya karışabilmeliyim...Peki arkanızdan dini ritüel yapmak isteyenler olursa...- Buyursunlar! Benim arkamdan dua mı okuturlar, namaz mı kıldırırlar ne isterlerse yaparlar. Bu da geride kalanların tasarrufu. Oraya da bir yaptırım koymak istemem...Tüm bunlar sizin iyi bir Müslüman olmadığınızı mı gösteriyor?- Soruyu şöyle de sorabiliriz: Gerçekten iyi bir Müslüman olduÄŸumuz nasıl anlaşılıyor? Ä°lle de toplu ritüeller mi gerekiyor? Ben topraÄŸa karışmayı tercih etmediÄŸim ve bunu dile getirdiÄŸim için kötü Müslüman mı oluyorum? Buna kim karar veriyor? Ben tepene bir taÅŸ konulmasına da sempatik bakmıyorum. Hadi bakalım. Güdük kalmış bir lahit durumu olarak deÄŸerlendiriyorum. Ama ben böyle düşünüyorum. Herkes benim gibi düşünmek zorunda deÄŸil ki. Herkes son yolculuÄŸuna benim hayal ettiÄŸim ÅŸekilde çıkmak zorunda deÄŸil ki. Kim, nasıl istiyorsa öyle çıkabilmeli. Mesele de bu zaten...Ayıptır sorması sizin cenaze töreniniz nasıl olacak?- Pekala bir deniz kıyısına gelebilirler. Orada bana bir selam ederler ve olay biter. Esas olan insanların gönlünden geçirdikleri deÄŸil midir? SevdiÄŸiniz birini kaybettiÄŸinizde gözünü kapatmanız onu hatırlamanız için yeterlidir. Ä°lla mezarına mı gitmek gerekir?Peki şöyle bir hayaliniz yok mu: Sevdiklerinizle koyun koyuna yatmak...- Benim öyle meraklarım yok. Çok isterlerse Yaman’ın taşının altına benim de adımı yazabilirler. O kadar. Ä°nsan son nefesini verince, ruh bedenden ayrılıyor ve o fiziki bedeninin zaten bir deÄŸeri kalmıyor. O yüzden de ben topraÄŸa karışacağıma, sudaki organizmalara karışmayı tercih ediyorum. Herkes bu yolculuÄŸu yapmak zorunda deÄŸil. Ama insanların tercihlerine saygı duymak zorunda. Bir de tabii iÅŸin şöyle bir yanı var: Binlerce dönüm arazi gidiyor mezarlıklara. Zaten ÅŸu anda üst üste, yan yana durumlar var. Oralar orman olarak kullanılsa ya...Yine de ‘adres’inizin belli olmasını istemez misiniz?- Su. Su gördükçe beni anımsarlar. Tamamdır. Zaten gerçek adres bence insanların kalbidir...Onları iyileÅŸtiremedim; ne aÅŸkla, ne tıpla, ne duayla...O yüzden ötanaziyi de savunuyorumÖlünce annemi o çocukluÄŸumda hatırladığım Ava Gardner’a benzeyen haliyle göreceÄŸim. Yaman’ı da en yakışıklı, en filinta haliyle. Onlar da benim en güzel zamanlarımı görecekler. Yaman vefat ettikten sonra ben bir yıl filan, onun eski halini hatırlayamadım. Bende hastalıklı kayıt vardı, o son hali. Hekim arkadaÅŸlarım ‘Bir müddet sonra beyin bu kayıtları silecek, yeniden onun o eski hali gözünün önüne gelecek’ dedi. Öyle de oldu. Son döneminde o 100 küsur kiloluk adam 61-62 kilo olmuÅŸtu. Ben onu kucağımda taşıyordum, o halini çok az insana gösterdim. Görmelerini istemedim, o da zaten kendisini göstermek istemedi...Ötanaziyi savunmanızın özel bir sebebi var mı?- Var tabii. Ben çok sevdiÄŸim iki insanı kaybettim...Kimlerdi onlar?- 10 yıl önce eÅŸim Yaman, 9 ay önce de annem. Ä°kisi de kanserden gitti. Feci bir süreçti. Gözünün içine bakıyorlar, günden güne eriyorlar. Sen korkularına eÅŸlik ediyorsun ve elin kolun baÄŸlı o sürecin dolmasını bekliyorsun. Öyle ki komaya girdikleri zaman, zil takıp oynayacak hale geliyorsun. Artık acı çekmiyorlar diye. Onu da çekip çekmediklerini bilmiyoruz. Åžuur bazen açılıyor, bazen kapanıyor. Annem aylarca hastanede makinelere baÄŸlı olarak yaÅŸadı. Ve yalvarıyordu, ‘Yeter artık!’ diyordu. 3 yıldır kanserdi. Kemoterapiler, ameliyatlar. Son periota geldiÄŸinde artık evde bakılacak durumu da kalmamıştı. Resmen hastanede makinelerle zorla yaÅŸatılıyordu...Ä°mkanınız olsa acısını dindirmek ister miydiniz?- Elbette. Ötanaziye hiç düşünmeden ‘Evet!’ derdim. AÄŸzından sadece ‘yeter’ kelimesi çıkıyordu. O kadar bıkmıştı. O kadar yorulmuÅŸtu. Belli ki, bir an evvel huzura kavuÅŸmak istiyordu. Bizler ise onun artık iflas etmiÅŸ fiziksel bedenini medikal katkıyla sonuna kadar zorluyoruz, ‘Dur biraz daha kal. Yok öyle hemen gitmek!’ diyoruz. Oysa fiÅŸler çekilse bu kadar acı çekmeyecek. Bazı hastalıklarda hastanın komadan çıkıp normale dönme ihtimali var. Bunda böyle bir ÅŸey de yok. Artık bütün vücudu sarmış bir kanser vakasından söz ediyoruz... Yine de insan bir terüddüt eder...- Valla çok emin deÄŸilim! Çünkü ben, ruhunu teslim ettikten sonra yüzündeki mutluluk ifadesini gördüm. O acıdan kaskatı olmuÅŸ yüz 15 dakika sonra beni odaya aldıklarında melek gibiydi. Acısı bitmiÅŸti. O simsiyah olan teninin rengi bile pespembe olmuÅŸtu. Aynı ÅŸeyi Yaman’da da yaÅŸadım. Yüzünde çok hınzır bir gülümseme vardı. Onun ölümü tam olarak nasıl oldu?- TeÅŸhisin konulmasıyla gitmesinin arasında 45 gün vardı. Her ÅŸey küt diye oldu. Onun bilgileri sınırlıydı. Sadece pankreasta olduÄŸunu biliyordu. Oysa teÅŸhis, pankreas ve karaciÄŸerde metastaz diye konuldu. Ve bana 10 günlük süre verildi. ‘Hiçbir ÅŸey yapmayın, komaya girecek ve ölecek’ dediler. Bunun üzerine ben ‘Bana böyle bir ÅŸey tebliÄŸ edemezsiniz, bu mümkün deÄŸildir!’ dedim. Ve üç tane merkeze Yaman’ın bütün raporlarını yolladım. Houston ‘Getirme’ dedi, ‘Kargoda döner.’ Bu netlikle. Paris’teki bir hastane de aynı ÅŸeyi söyledi. Londra’da da bir Sir Roger Williams vardır, iki senede bir kraliçenin önünde diz çöküp niÅŸan alır. Ä°ÅŸte o ‘Pankreas kanserine yönelik bir kemoterapi biçimi geliÅŸtirdim, denemek isterseniz gelin’ dedi. 48 saat sonra Londra’daydık. Kemoları baÅŸladı. O dönemde pankreas kanseri olduÄŸunu biliyordu ama metastazları bilmiyordu...Nasıl bir ruh hali o? Anlıyor da anlamazlığa mı geliyor?- Bir oyun bu. Ama benim için zor bir oyundu. Çünkü karşımdaki adam oyuncuydu. Hiç fire vermeden oyunumu kurmam lazımdı, çünkü gözümün dibine bakıyor, yoksa bana yalan mı söylüyor diye anlamaya çalışıyordu. Ve ben onun gözündeki korkuyu gördükçe, hayatın içinde ne kadar beceriksiz ve zavallı olduÄŸumu fark ediyordum. Çünkü elimden hiçbir ÅŸey gelmiyordu. Onu iyileÅŸtiremedim. Ne aÅŸkla, ne tıpla, ne duayla...Onun gözlerinde gördüğünüz tam olarak neydi?- Acı ve korku. Huzur bulması lazımdı. Ama bulamıyordu. Tarifi olmayan acılar çekiyordu. Canını çıkarıp vermek istiyorsun, ama nafile. Ben 25 gün süreyle her gün monitörden kanser hücrelerinin nereye doÄŸru sıçradığının grafiÄŸini izledim. O görmedi. Åžimdi bunları yaÅŸadıktan sonra keÅŸke imkanım olsaydı ona bu acıları çektirmeseydim diyorum... Sizce şöyle bir ÅŸey var mı: Bazıları ölümden daha az korkuyor, bazıları daha fazla korkuyor?- Ben bilemem bu sorunun cevabını. Ama ÅŸunu biliyorum: Åžu anda ölümden filan korkmuyorum. O kadar boktan ÅŸeyler yaÅŸadım ki ÅŸu hayatta. Eskiden araba süratli gitse bile gerilirdim, 160’a çıktığında ‘Eyvah kaza olacak’ derdim, artık bu tip korkularım kalmadı...Ölmek için mi yaşıyorsunuz yani!- Yok canım, hepimiz o ya da bu ÅŸekilde bize bahÅŸedilen zamanı dolduruyoruz. Tabii ki saÄŸlıklı doldurmak isterim. Ama hep yakınlarıma söylemiÅŸimdir, eÄŸer çözümsüz bir hastalığa yakalanırsam, tedavi kabul etmem diye. Ki kanser olma riskim bayağı yüksek, annem ve anneannem kanserden vefat etti. Ãœstelik başıma böyle bir ÅŸey gelirse, o sürecin nasıl bir ÅŸey olduÄŸunu da biliyorum. Ve o ÅŸartlarda asla yaÅŸamak istemiyorum. Ne kendim yaÅŸayayım ne de yakınlarıma yaÅŸatayım. Ä°nsan hayatı onurlu bir ÅŸey. Ben o yüzden ötanaziyi savunuyorum. DoÄŸumuma ben karar veremiyorum ama ölüm biçimime, bir hastalık vuku bulduÄŸunda ben karar verebilmek istiyorum.Böyle bir vasiyetiniz olacak mı?- Elbette.Â
button