Oluşturulma Tarihi: Kasım 16, 2008 00:00
İstanbul Fetih Cemiyeti yetkilileri, Yahya Kemal eserlerinin fazla baskısını yapmış. Ama asıl hak sahibi olan Yahya Kemal’in várislerinden habersiz. Bu kaçak baskıların üzerinde kimin bandrolü çıkmış biliyor musunuz? Cemiyet başkanının yazdığı bir mimarlık risalesinin.
Büyük şair Yahya Kemal Beyatlı ölümünün 50. yılında çeşitli etkinliklerle anılıyor. Ayın ilk haftasında İstanbul
Fetih Cemiyeti’nin girişimi ve çeşitli üniversitelerin katılımıyla kapsamlı bir Yahya Kemal Sempozyumu düzenlendi. Hafta içinde de Yapı Kredi Sermet Çifter Salonu’nda "Gemi Elli Yıldır Sessiz" başlığıyla bir sergi açıldı.
Sessiz gemisine binip bir başka denize açılan Yahya Kemal’in el yazısıyla not ettiği dizeler, gönderdiği mektuplar ve kartpostallar, fotoğrafları ve çeşitli eşyası yer alıyor bu sergide.
Bunlar gerçekten bir şaire verilen önemi gösteren şeyler. Yahya Kemal’in çok daha fazlasını hak ettiğini söylemek isterim.
Ancak başka bir şeyden de söz etmek istiyorum Yahya Kemal’le ilgili olarak.
Yahya Kemal Beyatlı’nın eserlerini várislerinden aldığı bir izinle 1958 yılından 2006 tarihine kadar İstanbul Fetih Cemiyeti yayımladı.
2006 yılında várisler, Fetih Cemiyeti’ne Yahya Kemal’in eserlerini artık basamayacağını bildirdiler.
Ancak Cemiyet buna itiraz etti ve kitapları basmaya devam etti.
Bildiğim kadarıyla bu dava temyiz aşamasında.
Ama ikinci bir dava daha açıldı ki o çok daha vahim bir durum arz ediyor.
İstanbul Fetih Cemiyeti yetkilileri, asıl hak sahibi olan Yahya Kemal várislerinden habersiz olarak, bu eserlerin fazla baskılarını yapmışlar ve bu fazla baskıları gizlemek amacıyla Cemiyet Başkanı Aydın Yüksel’e ait Risale-i Mimariye adlı kitap için aldıkları bandrolleri, Yahya Kemal’in eserlerinin üzerine yapıştırmışlar.
İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı, bandrol suçu işleyen İstanbul Fetih Cemiyeti yetkilileri hakkında, Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu’nun; iki yıldan dört yıla kadar hapis veya yirmi milyar liradan iki yüz milyar liraya kadar ağır para cezası gerektiren 81. maddesi çerçevesinde kamu davası açmış.
Cemiyet yetkilileri şimdi İstanbul 1. Fikri ve Sınai Haklar Ceza Mahkemesi’nde yargılanmaya başlanmış.
Şimdi bütün bu yaşananlara başka bir tepeden bakıp da ne düşünüyordur acaba büyük usta?
BİR VEFA, BİR VEFASIZLIKNesli Çölgeçen’in "Son Buluşma" filmi biliyorsunuz, şu anda ölmüş olan 3 İstiklal Savaşı gazisinin buluşması üzerine kurulu. Dekorsuz, makyajsız, kurgusuz bir film. Filmi nasıl yaptığını anlatırken, 2003’te bir sabah ansızın kalkıp "acaba gazilerimiz şimdi nerededirler" diye sorduğunu, sonra da yollara düşüp binbir güçlükle bulduğunu söylüyor. Yorulmasına ne gerek vardı?! Hürriyet zaten onları çarşaf çarşaf
haber yaptı, Cumhuriyetin 80’inci yıldönümünde çıkardığı özel ekin kapağındaydılar. Ersin Kalkan her birini tek tek arayıp bulmuştu. Hatta sonra Hürriyet Yayınları’ndan gazilerle ilgili kitabı bile çıktı. Nesli Çölgeçen’in bütün bunların farkında olmaması mümkün mü? Üstelik duyduğuma göre, asistanı Ersin Kalkan’ı arayıp gazilerin telefon numaralarını istemiş... Evet Nesli Çölgeçen gazilere vefa borcunu ödemiş ama bir yandan da büyük bir vefasızlık yapmış. Hem Hürriyet’e, hem de Ersin Kalkan’a.
Dört güzel küratör sahneye çıkıyorKoç Holding sponsorluğunda İstanbul Kültür Sanat Vakfı (IKSV) tarafından duzenlenen 11. Uluslararası İstanbul Bienali, 12 Eylül-8 Kasım 2009 tarihleri arasında gerçekleşecek.
Bienal’in küratörleri daha önce açıklanmıştı. Zagrebli dört Hırvat genç kadından oluşan WHW kolektifi. Yarın Ses Tiyatrosu’nda yapacakları bir basın toplantısıyla bienalin konseptini açıklayacaklar.
Daha önceleri bu toplantılar genellikle The Marmara Oteli’nin salonlarından birinde yapılırdı. Bu kez neden bir tiyatro salonu seçildi diye merak ettim.
Meğer küratörler bienalin sanatsal başlığı olacak konsepti ünlü bir tiyatro eserinin yine çok ünlü bir şarkısından esinlenerek seçmişler.
Eh, böyle bir konsepti sunmak için de tiyatro salonu daha uygun olur diye düşünmüşler ama iş içerik-mekan bütünleşmesiyle de sınırlı değil.
Küratör dört genç kadın aynı zamanda hazırladıkları küçük bir oyunla sahneye de çıkacaklarmış ve içeriği bu şekilde açıklayacaklarmış.
HIRVATİSTAN’DAN YÖNETMEN GELDİ
Küratörler böyle bir istekte bulununca İKSV yetkilileri önce salon bulmuşlar, iş salonla da kalmıyor tabii, prova, kostüm, ışık ve oyunu sahneye koyacak bir de yönetmen gerekiyor.
Sanki tiyatro festivaline hazırlanıyormuş gibi çalışmış vakıfçılar basın toplantısını düzenleyebilmek için.
Oyunu sahneye koymak için küratörlerin Hırvatistan’dan yönetmen bir dostları bile getirtilmiş İstanbul’a.
Yani basın mensupları ve sanatçılar İstanbul Bienali’nin küratörlerini ilk olarak sahnede görüp tanıyacaklar.
Önce kendileri sahneye çıkma cesaretini gösteren dört genç ve güzel küratörün nasıl bir bienal hazırlayacaklarını şimdiden merak ettim doğrusu.