Şarkıları gece gündüz radyoda çalarken basında ve televizyonda pek görünmeyen Doğa, bakın ne diyor: "Önce şarkılarımı dinlesinler istedim. Eğer yaptığım müziği sevmiyorlarsa, ekranlarda kendimi anlatmak çok anlamsız."
MÜKEMMELİYETÇİ
Doğa, yalnızlıktan çok keyif aldığını, vaktinin çoğunu evde geçirdiğini söylüyor. Yoga ve pilates yapıyor,
film koleksiyonu var, ata biniyor. "İstanbul aşığıyım" diyor. En çok Adalar’ı, Kapalıçarşı’yı, Balat’ı, Piyer Loti’yi, Kanlıca’yı ve Kandilli’yi, Anadolu Yakası’nın sahil şeridinde dolaşmayı seviyor. Seyahat de hobilerinden. Londra, Paris ve Kaş favori tatil yerleri. Virginia Woolf en etkilendiği yazar. Orhan Pamuk, Murathan Mungan, James Joyce okumayı seviyor. Almadovar, Qubrick ve Tarantino en sevdiği yönetmenler. Mükemmeliyetçi olduğunu söylüyor. Hayat felsefesi: Ya zafer kazan ya da cepheden dönme!
Albümün dikkat çeken soundunu müzik direktörü Özgür Yedievli ile birlikte mi tasarladınız?- Şarkıları hazırlarken soundun nasıl olacağını bilmiyorduk. Şarkılar ne istiyorsa, bizi oraya götürsün dedik. Kimisine doğu havası gerekiyordu, kalktık kemanları Kahire’de çaldırdık. Kimisine Batı’nın keskinliği, soğukluğu lazımdı; gittik Viyana Senfoni’den müzisyenleri dahil ettik. Türkiye’de de Erdem Sökmen, İsmail Soyberk, Can Şengün, Gültekin Kaçar, Eyüp Hamiş, Halil Karaduman, Göksun Çavdar gibi en iyi müzisyenlerle çalıştık.
Hiçbir masraftan kaçınmadınız yani. Epey pahalıya patlamış olmalı bu albüm size.- Gözüktüğü kadar masraflı değil. Viyana Senfoni Orkestrası’nda çalan ve konservatuarda çalışan arkadaşım Marko Radoniç organize etti oradaki ekibi. Sadece stüdyoya para ödedik. Kahire’de ise Özgür’ün arkadaşları vardı. Türkiye’dekine benzer ücretlerle çalışıyorlar. Prodüksiyon maliyeti yaklaşık 150 bin YTL. Toplam üç senede oluştu bütün albüm.
Şarkılarınız sessiz ve derinden yayıldı. Radyolarda çok çalınıyor ve istek alıyor ama siz hiçbir yerde görünmüyorsunuz. Bir strateji mi bu?- Hedefimiz, önce şarkıların duyulmasıydı. Sevilip sevilmeyeceğini merak ediyordum. Çünkü eğer sevilmiyorsa, televizyonlara çıkıp kendimi anlatmam anlamsız.
Birçok yeni albüm yayınlanıyor, neden insanlar sizi dinlesin?
- Müziğimi samimi buldukları için sevdiklerini görüyorum. Albümün adı, "Bir Hayat Daha Olmalı", şehirde yaşayan herkesin ortak sloganı. Çünkü metropol insanı yoruyor; çoğu kişi dilediği gibi yaşayamıyor, işinden memnun değil.
Siz buldunuz mu peki ikinci hayatı?- Kendimi en huzurlu hissettiğim alan müzik. Şarkı söylemek ve yazmak, bana hayata devam etme gücü veriyor. Sıkıntılarımı, isyanlarımı, mutluluklarımı şarkıyla anlatıyorum.
Müziğinizi, hiç bilmeyen birine nasıl anlatırsınız?- İstanbul müziği diye nitelendirebilirim. İçinde eski İstanbul’dan esinlenilerek yapılan şarkılar da var, pop-rock tarzı olanlar da, Latin’e uzanan, elektro popa dokunan şarkılar da.
Bu kadar farklı tarzların kafa karışıklığı yaratmasından korkmuyor musunuz?
- Müzikler bu kadar çeşitli olsa da, sözlere baktığımızda bütün şarkıların hissettirdiği duygular aynı. Sadece onları sunduğumuz tabaklar farklı. Şarkıların hepsi yalnızlığı, aşkı, hayata tutunmayı, başkaldırmayı, isyanı, öfkeyi, nefreti, kısaca insan ruhunda olan her şeyi barındırıyor.
İLK HOCAM BABAANNEM
Kimlerden etkilendi müziğiniz, nasıl şekillendi? - Müzik dinleme alışkanlığımı babaannem sayesinde kazandım. Udla Müzeyyen Senar, Münir Nurettin Selçuk çalar söylerdi. Phil Collins’i çok seven müzisyen dayım ile Batı müziği dinlemeye başladım. Annem ve babam sayesinde ise Tom Jones, Demis Roussos, Adamo, Barbra Streisand, Sezen Aksu ve Ajda Pekkan şarkılarıyla tanıştım. Sezen Aksu çok derin izler bıraktı bende. Zamanla Queen, Coldplay, Madonna, Andrea Bocelli, Candan Erçetin’i keşfettim. Bocelli’nin vokalinden çok etkilendim. Madonna’nın sahne şovları nefes kesici. Son dönemde James Blunt’ın müziğini de kendime çok yakın hissediyorum.
Ne zaman şarkı söylemeye başladınız? - Anneannemin evindeydik, ilkokul ikinci sınıfta olmalıyım. Dayım piyanoda Sezen’in Beni Unutma’sını çalmaya başlayınca ben de söylemeye başladım. Derken onun ardından bir şarkı, bir şarkı daha. Herkes "Ne güzel sesi var bizim oğlumuzun" dedi. Babaannemle birlikte çok şarkı söyledik. O benim ilk müzik hocam oldu aynı zamanda. Çok güzel bir sesi vardı. 103 yaşında olmasına rağmen ikinci klibim Sakın Sevme Beni’de başrolde oynadı. Klipte babaannemin antika eşyaları, fotoğrafları ve hatıraları da var.
Konservatuvara gitmeyi neden düşünmediniz?
- Öğretmenlerim teşvik etti ama ailece önce iyi, garantili, para getiren bir meslek sahibi olmamın daha doğru olduğuna karar verdik. Boğaziçi Üniversitesi’nde Yönetim Bilişim Sistemleri’ni kazandım. O zamanki hedefim okulu bitirip iyi bir kariyer yapmak ve yurtdışına gitmekti.
Müzik ne zaman her şeyin önüne geçti?
- Üniversitede okurken bir yandan Şahin Saruhan’dan şan dersleri almaya başladım. Okul bittikten sonra önce bir ilaç şirketine girdim. Üniversitedeyken, uluslararası bir şirkette çalışmak, iyi bir maaş, iyi bir CV, Amerikan lehçesiyle Türkçe konuşma, pahalı takım elbiseler cazip geliyordu bana ama bunların hiç birinin beni tatmin edemeyeceğini gördüm. Tek çıkış yolum müzikti. Fark ettim ki, beni en mutlu eden şey, şarkı söylemek. Şimdi okuldan arkadaşım olan Nil Nurlu ile beraber onların aile şirketi ACT’de çalışıyorum. Albüm için bu firma bünyesinde bir müzik şirketi kurduk. Sabah şirketin işleriyle ilgili bir toplantıya giriyorum, öğleden sonra albüm için radyoya canlı yayına gidiyorum.
STUART HAWKES KOLEKSİYONU İÇİN İSTEDİ
Albümümün mastering’i Metropolis London stüdyolarında yapıldı. Masteringi, Madonna, Red Hot Chilli Peppers, Robbie Williams gibi starlarla çalışan Stuart Hawkes yaptı. Hawkes, müzik tarzımı çok beğenmiş, farklı bulmuş, ses ve vokal tarzımdan etkilenmiş. Şarkıların sözlerini de merak etti, tercümesini gönderdim. Albümü referans listesine aldı. Tüm ülkelerden müzisyenlerle çalışan bir ustanın albümümü beğenip koleksiyonuna koymak istemesi beni cesaretlendirdi. İngiltere’deki bağımsız müzik şirketlerine yolladım, çok olumlu tepkiler verdiler. İngilizce albüm teklifi bile aldım. Ama önce Türkiye’de yapmak istediklerim var.