Güncelleme Tarihi:
Sayın Ecevit ‘‘Biz savaş uçaklarını barış için kullanırız’’ demiş. 1974 yılında buna benzer bir laf ettiğinde neler olduğunu hepimiz biliyoruz. Sanıyorum barışla savaşın tanımı konusunda kablolarında ters bir bağlantı var. Onun için bu demeci okur okumaz hazırlıklara başladım.
Un, yağ, bulgur ne bulduysam dolduruyorum. En son Körfez Savaşı'nda böyle bir malzeme girdisi olmuştu eve, görseniz asker bizim evde konuşlandırılacak zannedersiniz. Ne heves etmiştim, iş güç olmaz da evde oturur çeşit çeşit yemekler yaparım diye. Malı elinde kalmış tüccar gibi hüsrana uğradım.
Baktım, pirinci pilavla dolmayla bitiremiyorum, karnıyarığa bile koymaya başladım. En son çayın içine bile bir tutam attığımı hatırlıyorum. Sonunda hepsi böceklendi gitti. Geçenlerde o günlerden kalma bir koli geçti elime, açtım baktım, içinden yüzlerce saç tokası çıktı. Hele ilaçlar; bir ara her gün ateşimi ölçüyordum, yarım dizyem yükselse hemen stoktan antibiyotiğe başlayacağım, ama nafile. Gözlerine baka baka son kullanma tarihleri geldi geçti. Yalnız vitaminleri iyi değerlendirdim. Atılmasınlar diye günde üçer beşer içtim. O arada vücudumda çıkan 35 tane çıbanın vitaminlerle bir ilgisi var mıydı, bilmiyorum.
Bu sefer çok abartmaya niyetim yok. Zaten bu devirde savaş dediğin ne kadar sürer ki? Daha pilav demlenmeden öteki dünyadasın.
Nerde eski savaşlar... Kıbrıs Barış Harekatı'nı hatırlıyorum da... İzmir'deydim o sıralar. Geceleri karartma yapılırdı, lambaları yakmazdık, arabaların farları bile mavi kağıtla kapatılırdı. O zaman böyle mektup gibi üstüne adresi yazınca, gideceği yeri bulan füzeler müzeler yoktu. Pilot biniyordu uçağa, başlıyordu dolaşmaya, ışığı gördü mü sallıyordu bombayı. Lambasını söndürüp erken yatan paçayı kurtarıyordu.
Kıbrıs Barış Harekatı deyince Rauf Denktaş geldi aklıma. Ömrü, asker karşılayıp, asker uğurlamakla geçti. Bir de arada ortalık sakinse sanatçıları karşılayıp uğurluyor. Kendisini tanıdık tanıyalı yanında askerin ya da sanatçının olmadığı tek kare fotoğrafını görmek kısmet olmadı.
Bayramlar yıllar geçtikçe ne kadar tatsızlaşıyorsa, savaşlar tam tersine her geçen gün daha zevkli hale geliyor. Bir kere televizyonda her şeyi dakikası dakikasına seyrediyorsun. Al çekirdeğini cola’nı eline, otur televizyonun karşısına, keyfine bak. Anlamadığın bir pozisyon varsa, spiker sana maç anlatır gibi anlatıyor zaten. ‘‘Füze yola çıktı, boyu şu kadar, kilosu bu kadar, vurdu mu patlatır’’ gibi. Baktın sizin mahalleye yaklaşıyor, yallah sığınağa. En hoşuma giden de her savaş ihtimali doğduğunda basının, silah mühimmatını düşmanınkiyle yarıştırması. Aynı bazı hanımefendilerin(!) ağız dalaşı gibi.
- Hahhaaayt bizde şu var, sizde ne var?
- Hoşt köpek, bizde onun alası var.
Hatta kavga esnasında bazı mahallelerde sayıp dökmekle kalmaz, tencere, tava, yatak, yorgan, evde ne varsa kapıya yığıp birbirlerine gösterirlermiş. Bunu gözümle görmedim, ama birkaç defa mahalleden mahalleye buna benzer bir biçimde çeyiz götürdüklerini gördüm. Kafalarının üzerinde, iki başına cart bir renkte saten giydirilmiş, uzun yastıklar, tepside fincanlar, don, fanila, artık Allah ne verdiyse göstere göstere gidiyorlardı. Aynı, milli bayramlarda, resmi geçit adı altında, topu tüfeği sokak sokak gezdirip dosta düşmana nispet yapışımız gibi.
Laf nereden nereye geldi. Size ciddi ciddi savaş öncesi alabileceğiniz tedbirleri sıralayacaktım. Bari en önemlisini söyleyip bu konuyu kapatayım. Aman ununuzu yağınızı alıp koyun kenara. Hiç olmazsa böreğiniz garanti olsun.
Mış-Muş Köşesi
* Nataşa-1 adlı geminin sahibi Türk çıkmış.
Kendisi Laleli eşrafındandır mutlaka.
* Bahattin Şeker askere gitmemek için sürekli yiyormuş. 29 kilo daha alırsa askerlikten muaf tutulacakmış.
Bence beklesinler o 29 kiloyu almasını, ondan sonra alsınlar askere, patlayıcı madde olarak mühimmat deposuna koysunlar.
* İki tepsi baklava çalan 4 çocuk, toplam 27 yıl hapse mahkûm olmuş.
A, aptal çocuklar, hiç mi büyüklerinizden örnek almazsınız, hem istediğiniz kadar baklavanız olur, hem de Amerika'da yaşamaya mahkûm (!) olurdunuz.
* DTP, Baykal'a ‘‘Hükümetten biz çıkalım, sen gir’’ demiş.
Sanki umumi hela, biri çıkacak öteki girecek.
* Emel Sayın'ın kemancısı sahnede keman çaldığı için TRT'den atılmış.
Be adam! İnsan diğer memurlardan (tabii ki bazıları) bu memlekette ne çalınır ne çalınmaz öğrenmez mi? Kalkıp keman çalarsan böyle olur tabii.
* Çiller, Yılmaz ve Baykal arasındaki görüşmeleri değerlendirirken ‘‘Kabile reisleri arasındaki ilişki bile bundan daha medenidir’’ demiş.
Kabile reisi deyince, gerçekten öyle olsalar isimleri ne olurdu diye düşündüm. Uçuran Kanarya, Somurtan Boğa, Mızıkçı Manda, çok uygun olurdu herhalde.
* Aile planlaması sempozyumunda Tayyip Erdoğan ‘‘Allah ne kadar lütfederse o kadar yavrumun olmasını isterim. Doğum kontrolüne kocaman bir hayır diyorum’’ demiş.
Beyefendi! Bunun kabaca hesabını yaptım, eğer bir çaresine bakılmazsa matematiksel olarak Allah bir kadına 33 ila 40 arasında çocuk lütfedebiliyor. Ne diyeyim Allah eşinizin yardımcısı olsun.
* Avrupalı gençler zevk ve seks düşkünüymüşler.
Aa! Ne tuhaf. Aslında bunlar hiç de düşkün olunacak şeyler değildir. Biz hiç sevmeyiz(!).
* Derslerde yasak olan türban, üniversite sınavında serbestmiş.
Tabii canım, adamların kötü niyeti yok ki! Derslerde anlatılanları iyi duysunlar diye açtırıyorlar kızların başlarını.
* BBC televizyonunda Türk erkeklerin de bıyığının azaldığı söylenmiş. Eyvah! Şimdi biz bunların solcu mu, sağcı mı olduğunu nereden anlayacağız.