Vietnam'dan Türkiye'ye travma

Güncelleme Tarihi:

Vietnamdan Türkiyeye travma
Oluşturulma Tarihi: Mart 16, 1999 00:00

Haberin Devamı

Mavi Çarşı yangını gibi yüzlerce olay, canımızı almıyorsa, ruh sağlığımızı tehdit ediyor.

Depresyon kadının kaderi ya travma?

En yaygın psikiyatrik hastalık depresyon. Öyle ki insanların yüzde 15-20'si, yani beş kişiden biri depresif. İstanbul Tıp Fakültesi Psikiyatri Anabilim Dalı Duygudurum Bozuklukları Birimi sorumlusu Profesör Olcay Yazıcı, depresyonun dar biçimlerinin saptanmadığı düşünülürse bunun aysbergin görünen kısmı olduğunu söylüyor.

Depresyonun kadınlarda erkeklere oranla iki kat fazla görüldüğü de bilinen bir gerçek. Erkeklerin yüzde 10-15'i, kadınların yüzde 20-25'i depresyona giriyor. Peki neden? İşte bir erkek cevabı: Prof. Olcay Yazıcı, bu konunun tam olarak aydınlanamadığını düşünüyor. ‘‘Kadınların depresyona daha eğilimli olarak yetiştirilmesi de denebilir ama tam cevabı verilmiş bir soru değil’’ diyor. Ve bir kadın cevabı: Prof. Şahika Yüksel, ‘‘Organik kökenli depresyon iki cinste de aynı düzeyde görülüyor. Ama sosyal, psikolojik nedenlere baktığımızda, kadınların kendini ifade etmesi, güvenli görmesi için koşullar daha olumsuz. İkincisi kadınlara yönelik şiddet ve travma daha yoğun ki bu depresyonun önemli nedenlerinden biri. Üç, kadınların hayatlarının kamudan soyutlanıp eve sınırlanması da depresyona neden olabiliyor. Kadınların maruz kaldığı toplumsal ve bireysel nedenlerin depresyonda katkısı olduğunu artık sadece feminist araştırmacılar değil diğerleri de söylüyor.’’

Peki travmaya en çok maruz kalanlar hangi cinsten? Yüksel bunu da şöyle cevaplıyor: ‘‘İş kazalarına ve işkenceye maruz kalanların çoğu erkek. Trafik kazalarından iki cins de eşit olarak etkileniyor. Aile içi şiddet sözkonusu olduğunda tartışmasız bir şekilde kadınlar!’’

Prof. Olcay Yazıcı, İstanbul Tıp Fakültesi'nde duygulardaki bozulma konusunda teşhis, tedavi, araştırma ve eğitim çalışmalarını yürüten özel bölümün sorumlusu. 10 yıldır 300 hasta üzerinde inceleme yapıyor.

Türkiye'de gün geçmiyor ki yeni bir felaket olmasın; katliam gibi trafik kazaları, patlayan bombalar ya da çöplükler, serseri mayın gibi dolanan Kobalt 60'lar, cinayetler, tecavüzler, bacaktan vurmalar, iskambil kağıtları gibi dağılıp yıkılan binalar ve sokaklarda, evlerin içinde süregiden alabildiğine şiddet... Hepsi de, eğer canımızı almıyorsa ruh sağlığımızı tehdit ediyor. Psikiyatri buna ‘‘travma’’ adı veriyor. Başından felaket geçen bir kişinin, buna ruhsal bir tepki göstermesi son derece doğal. Ancak bir ay gibi bir sürede biterse... Ama uzun sürer ve şiddet derecesinde azalma olmazsa ‘‘Travmatik Stres Bozukluğu’’ meydana geliyor ve mutlaka tedavi gerekiyor. Dünyada yapılan çalışmalar, nüfusun yüzde 8-10'unun hayatında en az bir kez travmaya maruz kaldığını gösteriyor. Psikiyatri kliniklerine bu yüzden başvuranların sayısı hayli yüksek.

Türkiye'de ise travma, bunca yaşanıyor olmasına rağmen, onu yaşayan insanlar için bilinmedik, uzmanlar içinse ihmal edilmiş bir alan. Oysa tıpta ilk tanımlanması, Birinci Dünya Savaşı yıllarına rastlıyor. Savaşa giden askerlerin yaşadığı şoka bakarak tanımlanmış. İkinci Dünya Savaşı'nda toplama kamplarına düşüp sağ kalan insanlarda da benzer belirtiler görülünce, ‘‘travmaya bağlı ruhsal sorunlar’’ tıbbın gündemine girmiş. Ama tıbbın bu soruna sistemli bir biçimde eğilmesi için Vietnam Savaşı'nın yaşanması gerekmiş.

Travmanın etkenleri üçe ayrılıyor: Birincisi doğal afetler. Ama günümüzde doğal afetle gelen travmanın sınırı giderek daralıyor. Çünkü, örneğin bir çığ felaketinde, depremde ya da Türkiye'ye özgü çöplük patlamasında insanların ölmesi daha çok ihmale bağlı oluyor. İkincisi kazalar. Üçüncü grupta ise insan eliyle meydana gelen travmalar; başta savaş olmak üzere, işkence, aile içi şiddet, koca dayağı, cinsel istismar, tecavüz... Travma yaşayan bir insan, bunu tekrar tekrar yaşıyor.

ENSEST İLK SIRADA

Çok yakınını kaybeden biri sevdiği insanlarla arasına donukluk koyuyor, sevme ve yakınlık kurma kapasitesini yitiriyor. Başından tehlikeli bir olay geçmiş birisi, sürekli tehlike içindeymiş hissiyle yaşıyor. Eğer cinsel bir travma yaşadıysa, cinsel ilişki kurma kapasitesi, isteği azalıyor. Saldırıya uğramışsa güvensizlik belirtileri artıyor, kuşkucu oluyor.

İstanbul Üniversitesi Psikiyatri Kliniği, 1994'te Türkiye'de ‘‘Travma Programı’’nı başlatan ilk üniversite kliniği. Psikiyatri Anabilim Dalı Başkanı Profesör Şahika Yüksel, travmanın bütün dünyada kullanılan Psikiyatrik Hastalık Tanımlama Rehberi'nde net olarak tanımlanmış olmasına karşılık Türkiye'de çalışan doktorların zihnine aynı netlikte giremediğini söylüyor. ‘‘Travmanın tarihi savaşlarla başlıyor. Ama insan neden olduğu ve en sık görülen travma aile içi şiddettir. Buna karşılık, rüştünü ispat etmesi son derece zordur. Çünkü toplum bunları sansürler, görmezden gelir. Aynı şey uzmanlar için de geçerli’’ diyor.

1980'den bu yana çok sayıda travma geçiren hastayla çalışma yürüten Yüksel, travmanın derslerde anlatılmasına rağmen, en yaygın travma nedeni olan aile içi şiddetin, eş dayağının es geçilmesinden şikayetçi. Bu nedenle eğitime ağırlık verdiklerini söylüyor. ‘‘İlgili kurumlarda ve okulda seminerler yapıyoruz. Bu sadece birkaç uzmanı ilgilendiren üst uzmanlık alanı değil. Madem Türkiye'de bu kadar yangın, kaza, felaket, şiddet olayı oluyor, her doktorun dağarcığında olması gereken bir bilgi bu ve temel bir eğitim olmalı’’ diyor.

Tabii kendilerine başvuranlar, ‘‘travmaya uğradım’’ demiyor. ‘‘O soruyu biz soruyoruz. Hayatınızda bir saldırıya maruz kaldınız mı, hiç zorlayıcı ağır bir darbe yediniz mi, diye sorduğunuzda, evet ya da hayır diye bir cevabı var. Sorulmadığında ise cevap hiç bilinmiyor’’ diyen Yüksel en çok aile içi cinsel istismar nedeniyle travma yaşayanların kendilerine başvurduğunu söylüyor. İkinci sırada ise eş dayağı var.

Ekip olarak, bir yandan travmatik stres bozukluğu olan hastaları tedaviye çalışırken, bir yandan araştırmalara da ağırlık veriyorlar. Klinik öğretim üyelerinden Doçent Dr. Mine Özkan, Ümraniye Çöplüğü'nün patlaması nedeniyle yakınlarını kaybedenlerin yaşadığı travmayla ilgili bir çalışma yapmış. Dr. Tuba Olgun, çocuklarını kaybeden ebeveynler üzerine araştırmasını sürdürüyor. Doçent Ufuk Sezgin, meslekleri gereği sürekli tehlike içinde olan itfaiyecilerin yaşadığı travmayla ilgili bir çalışma yürütüyor. Yine Sezgin ve Dr. Işın Baral, uluslararası bir çalışmanın parçası olarak, seks işçilerinin yaşadığı travmalar üzerine çalışıyor. Prof. Şahika Yüksel, ‘‘Türkiye'de en çok kim travmaya maruz kalmıştır, diye sorulsa cevap fahişeler’’ diyor. ‘‘Hırsızlıktan fiziki baskıya kadar akıl almaz sayıda çoğul travmaya maruz kalıyorlar. Acilde çalışan doktorlar, trafik kazasından sonra kaza yerinde çalışan insanlar da öyle... Sürekli ceset, parçalanmış beden görüyorlar ve travmatize olmaları çok muhtemel.’’

SADECE TIBBIN İŞİ DEĞİL

Yüksel ayrıca şiddete maruz kalmış 40 kadınla dört yıl süren bir grup çalışması yapmış. Yıllarca kocasından dayak yediği için travma yaşayan, aile hayatının bu olduğunu ve bunu değiştiremeyeceğini düşünen kadınların, bu dört yıl içinde dış görünüşünden çocuklarıyla ilişkisine, psikiyatrik hastalık belirtilerinden kendilerine duydukları güvene kadar ne kadar değişiklik yaşadıklarını görmüş. ‘‘Hep şiddetin duracağını düşünüyor, alttan alıyorlardı, çünkü kendilerini kabahatli görüyorlardı, bunun işe yaramadığı ortaya çıktı. Bir ikisinde şiddet durdu. Kadın bunu kaldırmayacağını çok net bir şekilde ifade etti çünkü. Boşananlar oldu. Bir bölümü şiddet ortamından çıkmadı ama buna bağlı olarak sürekli yas tutmaktan, uykusuz kalmaktan, şişmanlamaktan kurtuldu.’’

Tabii bütün bunlara çözüm bulmanın sadece tıbbın işi olmadığını ekliyor Yüksel. Çünkü her biri toplumsal bir sorun. Tıp sadece yaraların sarılmasına katkıda bulunuyor. İnsan haklarının önemsenmesi, insanların bilinçlendirilmesi, kadınların kocanın malı gibi görülmediği bir toplumsal düzen olması, depremlere karşı uygun yapılaşma olması filan gerekiyor ki yaşanan şiddet ve travmalar azalabilsin!

Neden bilirkişi olamıyoruz

Amerika'da travmanın tıp kitaplarına Vietnam savaşından sonra girmesinin en önemli nedeni, tazminat davalarıydı. Savaştan psikolojik zarar görenler devlete karşı dava açtı ve gördükleri bu zarar psikiyatrların raporlarıyla belirlendi. Ve bu raporlar da yeni bir hastalığın tanımlanmasına neden oldu. Türkiye bu konuda da oldukça geride ama yine de bazı gelişmeler yok değil. Şahika Yüksel, geçen yıl bir grup kadın avukatın gözaltında tecavüze maruz kalan kadınlarla ilgili çalışma yaptığını, tecavüze uğradığını öne süren müvekkillerinin Tıp Fakültesi kliniğinde görülmesini sağladıklarını anlatıyor. Ve üç öğretim üyesinin yaptığı değerlendirme sonucu Asiye Güzel Zeybek'in emniyette tecavüze uğradığının ve bu nedenle bir travma yaşadığının tespit edildiğini hatırlatıyor. Gerçi, mahkeme ya da hapisane yönetimi Zeybek'i tedavi için hastaneye yollamamış ama öğretim üyelerinin raporu, bazı polis memurlarının yargılandığı dava dosyasına delil olarak konmuş. Yüksel bunun iyi bir gelişme olduğunu belirtiyor ama psikiyatristlerin bilirkişiliğinin Türkiye'de çok az kullanıldığından yakınıyor. ‘‘Özellikle çocuk istismarında tek tanık biziz ama tanıklığımızı kullanamıyoruz. Bunun kanunlarla da desteklenmesi gerekiyor.’’



Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!