Güncelleme Tarihi:
William Shakespeare’le aynı zamanda yaşamış olan ve hep Shakespeare’in gölgesinde kaldığı düşünülen Ben Elton’ın ‘Volpone ou le renard’ oyunu bu sezon Paris tiyatrolarının gözdesi. Oyunun başarısı büyük ölçüde onu bugüne uyarlayan yönetmen Nicolas Briançon’dan kaynaklanıyor. Aynı zamanda Mosca rolüyle sahneye de çıkan Briançon, İngiliz tiyatrosunun en iyi rollerinden Volpone için 82 yaşındaki usta oyuncu Roland Bertin’i seçmiş...
1606 yılının Venediki’ndeyiz. Hayatının sonbaharındaki adamın kan bağı olan hiç kimse hayatta değil. Eş dost deseniz, herkesin gözü adamın servetinde. Volpone adındaki adam uşağı Mosca’yla birlikte oyun oynamak, biraz eğlenmek istiyor.
Yatağında yatan Volpone hasta numarası yapmaya karar veriyor. Mosca ise Volpone’u ziyarete gelen misafirlerine sonun yaklaştığını söyledikten sonra ‘favori sizsiniz, her şey sizin’ diyor. Ziyarete gelen misafirlerin elleri kolları dolu. Favori olmak isteyen taliplerin getirdikleri altınların, hediyelerin haddi hesabı yok. Kasalar gelen hediyelerle dolmaya başladıkça insanların iştahları da kabarıyor.
“Bunda ne kötülük var” demeden önce insanların açgözlülükleri yüzünden çocuklarından, hatta karılarından vazgeçtikleri bir ortamdan bahsettiğimizi de söylemek gerekir belki...
Etrafındaki sahtekârların maskelerini düşürmeye ve eğlenmeye kararlı olan Volpone ve onun biraz fazla kurnaz yardımcısı Mosca’nın ölüm aldatmacası sadece gözü doymayan vicdansız insanları değil, aynı zamanda iki masum insanı da yaralayabiliyor.
Birbirinden başarılı oyuncuların sahne aldıkları oyunda Volpone rolünü büyük bir keyifle, kaprisli, küçük bir çocuk edasıyla oynayan Roland Bertin’le buz gibi bir ciddiyetle Mosca’yı canlandıran Nicolas Briançon’un oyunun sonlarına doğru birlikte oynadıkları anlar seyirciler için eşsiz...
Yönetmen Briançon ‘Volpone’ oyununun bütün karanlığını sahneye taşırken seyircilerini güldürmekten vazgeçmiyor. Siyah metalin baskın olduğu, para ve altınlarla dolu birçok ışıltılı kasadan oluşan devasa dekor da, kaliteli kostümler de, sahneye çıkan dansçılar da oldukça etkileyici. Minimal dekorun günün trendi olduğu Paris tiyatrolarında ‘Volpone’ oyunu seyircilere sanki Broadway’de bir oyun seyrettikleri izlenimini veriyor.
Para, açgözlülük ve seks hakkında yazılmış en iddialı oyunlardan biri olan ‘Volpone’un yazarı Ben Elton ders vermek yerine hayatı olduğu gibi göstermeyi tercih ediyor. Ben Elton için zamanında ne kadar “Shakespeare’den sonra gelen ikinci önemli oyun yazarı” denilse de günümüz dünyasında yaşanmakta olan ekonomik çıkmazları da gördükten sonra, açgözlü insanlardan yola çıkarak (gelmekte olan) kapitalizme ağır eleştiriler getiren bu İngiliz yazarın bir vizyoner olduğunu kabul etmek gerekiyor. ‘Volpone’, aralık ayında Alvin Epstein, Cameron Folmar, Stephen Spinella ve Tovah Feldshuh gibi oyuncularla New York’ta da Lucille Lortel Tiyatrosu’nda sahnelendi ve Amerikalı eleştirmenlerden tam not aldı. 23 Aralık’ta New York’ta perdelerini kapayan oyun, 12 Eylül akşamından beri perdelerini açtığı Paris’in Madeleine Tiyatrosu’nda 6 Ocak akşamına kadar devam edecek. Paris’teyseniz ‘Volpone’u kaçırmayın.
Edward Hopper’ı nasıl bilirsiniz?
Paris’te 10 Ekim günü Grand Palais’de açılan Edward Hopper sergisi daha açılmadan haftalar öncesinden Fransa’da bir olay olarak lanse edilen ve merakla beklenen bir sergiydi. Bu köşenin okurları 13 Mart 2011 tarihinde yazdığım, Hopper’ın New York’ta Whitney Müzesi’nde açılan sergisini anımsayacaklardır. New York sergisinde sadece 32 resmi ve kâğıt üzerindeki çalışmaları sergilenen Amerikalı ressamın Paris sergisinde 160 eseri kronolojik sırayla sergileniyor.
20. yüzyılın en derin ressamlarından Edward Hopper’ın Amerika’yı ve yalnızlığı anlattığı resimlerini 28 Ocak tarihine kadar açık olan sergide görmek mümkün. Fransa’da bazı sanat çevrelerinin Edward Hopper’ın bu kadar büyük ilgiyi ve böylesine görkemli bir sergiyi hak edip etmediği konularında yaptıkları tartışmalara son noktayı ise sergiyi hınca hınç dolduran sanatseverler koyuyor. Grand Palais sergisinin en son duvarına asılı olan ve ilk kez gördüğüm ‘Sun In An Empty Room’ resmineyse bir kaç kez geri dönüp yeniden bakmak zorunda kaldığımı itiraf etmeliyim...
Avustralya’ya sığmadılar
Sydney, Avustralya’dan geldikleri için egzotik olduklarını da düşünebilirsiniz, müzik dünyasının en fotojenik sanatçıları olduklarını da... Ama asıl konuşulması gereken Angus ve Julia Stone’un dinleyicileri kolaylıkla etkisi altına alan müzikleri...
2006 yılında Angus 20, ablası Julia ise 22 yaşındayken pop/folk türünde müzik yapan Angus&Julia Stone’u kuruyorlar. İlerleyen yıllarda iki kardeş ülkelerinde ‘1’ numaraya yükselen ‘Down the Way’ albümleri ve hit şarkısı ‘Big Jet Plane’le Avustralya’nın Grammy ödülü olarak kabul edilen ARIA müzik ödüllerinden beşinin sahibi oluyorlar.
Müzik çalışmalarına solo albümleriyle devam etme kararı alan Julia ve Angus Stone, bu yıl çıkardıkları ikinci solo albümleriyle gündemdeler. Müziğiyle Bob Dylan’ı anımsatan Angus’un ‘Broken Brights’ albümünden ‘The Blue Door’, ‘Broken Brights’ ve ‘Monsters’ı dinleyebilirsiniz.
Avustralya’dan sonra Avrupa’da da büyük bir hayran kitlesine sahip olan Julia’nın yeni albümü ‘By The Horns’dan ise ‘Justine’, ‘Let’s Forget All the Things That We Say’, ‘It’s All Okay’, ‘The Line That Ties Me’ ve ‘By the Horns’u mutlaka dinleyin.