Veba salgını, mahşerin dördüncü atlısıdır

Güncelleme Tarihi:

Veba salgını, mahşerin dördüncü atlısıdır
Oluşturulma Tarihi: Ekim 26, 2005 00:00

Geçmişte yaşanan salgınlara baktığımızda, kuş gribi gibisinden hastalıkların o devirde adlarının bile anılmadığını görürüz. İnsanlık asırlar boyunca ‘mahşerin dördüncü atlısı’ denilen kolera, çiçek, frengi ve veba gibi hastalıklarla mücadele etmiş, meselá Avrupa’da 1346 ile 1353 yılları arasında hüküm süren ve ‘kara ölüm’ diye bilinen veba salgını, nüfusu o devirlerde 75 milyon olan kıtada 25 milyon kişinin canını almıştı.

Kuş gribi gündemden düşmüyor ama, geçmişe baktığımızda böyle salgınların sıralamaya bile girmediklerini görüyoruz. Dünya tarihi boyunca birçok amansız hastalıkla mücadele ettik ve bu hastalıkların çoğu, azmimiz karşısında yenilip ortadan kalktı. Bugün geçmişte yaşanan salgınların çoğunun ismini bile bilmiyoruz fakat bir zamanlar ‘kara ölüm’ denilen ve bir geldi mi hiçbir canlıyı sağ bırakmayan vebayı hálá ürpererek hatırlıyoruz.

İnsanlık, yüzyıllar boyunca ‘mahşerin dördüncü atlısı’ denilen kolera, çiçek, frengi ve veba gibi hastalıklarla mücadele etti. Günümüzün korkutan hastalıkları ise, ne kadar ölümcül olurlarsa olsunlar, artık vebanın sebep olduğu ölümlere, deliliklere ve dramlara yol açmıyorlar.

Tarihin en büyük veba salgını, 1346 ile 1353 yılları arasında yaşandı. Mikrobu taşıyan pireler, Moğollar ile beraber İpek Yolu boyunca o zamanların bilinen dünyasını dolaştı, Çin’in, Hindistan’ın ve Asya’nın çeşitli yerlerinde salgınlar yarattı.

Veba, 1346’da İpek Yolu kervanları vasıtasıyla o dönemde Rusya’nın hákimi olan Tatarların arasında yayıldı. Tatarlar, vebaya Kırım’daki Kefe Kalesi’ni ellerinde tutan Cenevizlilerin sebep olduğuna inandıkları için kaleyi kuşattılar ama orduları hastalıktan perişan olunca, Cenevizlileri cezalandırmak maksadıyla vebadan ölen askerlerin cesetlerini mancınıklarla kaleye fırlattılar. Cenevizliler cesetleri hemen denize attılarsa da hastalığın kendi aralarında da yayılmasına engel olamadılar.

Tatarların yeni bir saldırısından kurtulmak isteyen Cenevizliler, daha sonra gemilerine binip Akdeniz’e doğru açıldılar ve uğradıkları limanlara hastalığı da götürdüler. Mikroplu gemiler gerçi limanlarda alevli oklara hedef oldu ama bu arada mikrop da yayıldıkça yayıldı.

1348 ilkbaharında, İtalya’nın her tarafı artık veba ile boğuşuyordu. Hastalık hiç durmadan ilerledi. Gemiler tecrit ediliyor, yolcular 40 gün süren bir karantinaya alınıyorlardı ama bütün tedbirlere rağmen salgının hızı kesilmedi. Özellikle şehirlerde yaşayanların yarıdan fazlası öldü. Köylerdeki ölüm oranı ise, şehirlere göre daha azdı.

Veba, kısa bir süre sonra Fransa’ya, İspanya’ya ve İngiltere’ye kadar ulaştı. Tüccarlar ve asiller arasında ölüm oranı ilk başlarda az gibiydi fakat rahipler ölmek üzere olanların günahlarını çıkardıkları için mikrobu kaptılar ve ölen papazların sayısı giderek arttı. İngiltere’de halkın üçte biri salgında öldü. Ölenler sadece insanlar değildi; atlar, inekler, köpekler ve kuşlar da can veriyordu.

Hastalığın gerçek sebebi o dönemlerde bilinmiyordu. Avrupalılar, hastalığın Tanrı’nın insanları günahları yüzünden cezalandırması olduğuna inanıyor, papazlar ise Tanrı’nın öfkesinden kurtulmak için ‘kiliseye toprak bağışlanması’ tavsiyesinde bulunuyorlardı.

Halk, hastalığı sis veya duman biçiminde bir bulut taşıyan kokuşmuş havanın bulaştırdığını zannediyor, zenginler bu yüzden hiç durmadan öd ağacı ve misk, fakirler ise ardıç ve defne dalları yakıyorlardı. Halkın bir kısmı ise, kokuşmuş havayla ancak kötü kokularla mücadele edileceğine inanırken astrologlar salgına Mars ile Jüpiter’in yanlış dizilişinin sebep olduğunu iddia ediyorlardı. Papazlar, salgını arttırabileceği endişesiyle suyun içilip kullanılmasını yasaklamışlardı ve sadece şarap içilmesi gerektiğini söylüyorlardı. Kurtuluş bir ara fındıkta, incirde ve çeşitli otlardan yapılmış haplarda arandı, derken sirkenin derde devá olduğu inancıyla herşey sirkeye batırılır oldu.

Kefe’den Akdeniz kıyılarına ulaşan veba zamanla Fransa’ya, İngiltere’ye, Almanya’ya ve Polonya’ya kadar yayılmış ve nüfusu o devirlerde 75 milyon olan Avrupa’da 25 milyon kişinin yani nüfusun üçte birinin canını almıştı. ‘Kara ölüm’, daha sonra geldiği gibi gitti, ileriki yüzyıllarda yeniden başgösterdi ise de, 1340’lardaki gücüne bir daha asla kavuşamadı.

Sorular ve cevaplar (Mehmet Nuri YILMAZ)

Bir yeşil alanı katledip oraya cami yapmak doğru mudur?

Ali CANDEMİR/İSTANBUL

Peygamberimiz yeşile çok büyük önem vermiş. Mekke’de ve Medine’de bu tür arazileri ‘Harem bölgesi’ (koruluk) ilan etmiştir. Güzellikleri yok ederek onların üstüne mabet inşa etmek yerine cami için başka bir alan bulunup o güzellikler korunmalıdır.

Akraba evliliğini dinimiz yasaklamış mıdır?

Ali CAN/AĞRI

Dinimizde amca kızı, dayı kızı, hala kızı, teyze kızı gibi akrabalarla evlilikler yasaklanmamakla beraber, öncelikle yabancılar ile evlilikler tavsiye edilmiştir. Bu gibi evliliklerin bir kısmında akli ve bedensel bozukluklara yol açan kan uyuşmazlıkları olabilmektedir. Ancak günümüzde tıbbi tahlil teknikleri daha da gelişmiş olduğundan, önceden bu tür tahliller yaptırılarak ona göre çocuk yapma kararı verilmesi daha uygun olur.

Zekátımı yoksullara gıda maddeleri dağıtarak veriyorum. Bu caiz midir?

Emre AÇIKGÖZ/MALATYA

Zekát para olarak verilebileceği gibi, gıda maddesi olarak da verilebilir.
Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!