Vasfiye Teyze'yi hiç böyle görmediniz

Güncelleme Tarihi:

Vasfiye Teyzeyi hiç böyle görmediniz
Oluşturulma Tarihi: Haziran 28, 2013 09:12

Tıpkı goncanın gülün bir anı olması gibi, Ece Temelkuran da Gonca Vuslateri’yi hayatın en özel anlarına benzetti. Ve “Kaçırabilirim diye hep dikkatle bakıyorum sana” dediği yakın arkadaşını Vogue Türkiye’nin Temmuz sayısı için yazdı.

Haberin Devamı

Sen bir an’sın... Anlatacağım. Ama şunu söylemeliyim, bu dergi sayfasına yıllar sonra baktığımızı hayal ederek yazıyorum şimdi. Bir ev taşınırken ya da artık ‘büyük temizliğin’ yapılmasına karar verildiği o günlerden birinde bir yerlerden bu derginin çıkıverdiğini hayal ederek.
         
Gonca, sen gezegene düşmüşsün, “naapcan!” 

Seninle ilgili ilk böyle düşündüğüm günü hatırlıyorum. Yaz sonuydu. Ne sıkıntılı bir yaz sonuydu. Bir bahçedeydik. Herkes nasıl yenildiğini anlatıyordu demek, sen de anlatıyordun. Ayağa kalktın ve kendini oynamaya başladın. En zavallı anını, en vurulup düşmüş gününü, kahkahalarla. Aynı anda hem yazıyor, hem oynuyordun insanın kalbini bakır bir tel gibi deşen bu acıyı komediyi. Sana yardım etmeye çalışanları oynuyordun, seni anlamayanları, sonra dönüp yine kendini canlandırıyordun.

GEZEGENE DÜŞENLER YALNIZ BIRAKILIR

On beş dakika sürdü sanırım. Sonra... Dünyaya düşenlere bir tuhaf bakar insanlar. Donup kalmış bir bakış. Yalnız hissettiren bir sessizliktir o, içinde ne olduğunu tam olarak hiç tarif edemediğim. Tedirgin bir hayranlık, hayretle karışık bir yadırgama. Sonra o an, durumu geçiştirmeye çalışan kifayetsiz değerlendirmelerle dağılır, herkes hep bir anda biraz önceki an yaşanmamış gibi davranır.

Bir anlaşmadır o. Hakikatin parladığı o ana daha fazla maruz kalmamak için yapılan sessiz bir anlaşma. O anlaşmalarla işte gezegene “düşenler” yalnız bırakılır. Hüneri insanlığın sefaletini ve ilahi komedisini anlatmak olanlar “Biliyorum ama anlatamıyorum” denen o yerden haber verdikleri o anlarla geçirirler ömürlerini ve bu sessiz anlaşmalarda vurulup ölmemeye çalışarak.

Sen bir an’sın...

“Bir dakika” dedin, “Bana biraz izin verin”... Herkes geri çekildi. Kameraman, yönetmen, ben, diğer oyuncular ve sen uzaklara bakıp arabanın camından... Bir yere gittin. İçinde bir yere gittiydin sen ağlamak için. Sonra “motor!” dendi, gittiğin yerde gezindin gezindin ve ağladın ağladın.
Buraya kadar her şey bir bakıma normal sayılır, aktris olmak böyle bir şey herhalde. Ama sonra bir an vardı. Sen o an’dın işte. Çekim bitti ve sen dönüp sanki özür diler gibi herkesten, güldürmeye çalıştın herkesi. O zaman da öyle baktılar sana, hayret ve hayranlıkla. “Haydi haydi!” der gibiydin, “Çabuk normal olalım! Çabuk çabuk iyi olalım!”

İşte sen o an’dın, “Ölürken özür dileyen bir melek”...

KİTAP KAPAĞINDAKİ GÖZLER SENİNDİ

O gündü bana gözlerini ve gözyaşını verdin. Ben de onu Düğümlere Üfleyen Kadınlar’ın kapağına koydum. Sen, benim yazdığım kadınların sureti oldun. Bilen pek yok bunu. Böylece açıklamış olalım gelecekteki okura, Düğümlere Üfleyen Kadınlar’ın kapağındaki iki göz de sana ait. Güzel gözlerin için değil bu, güzel gözlerinin görebildikleri için...

Sana bahşedilen büyü gibi bir büyüye, bütün büyülü kadınlara - ya da kadınlardaki büyüye- yazılmıştı o kitap, sen de kapağına pek yakışıyordun, o yüzden...

Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!