Güncelleme Tarihi:
O, ‘‘sahnede devleşiyor’’ benzetmesini en çok hak eden sanatçılardan biri. Maksim Gazinosu'nda matine suare arasında hamburger atıştırıp tatlı tatlı sohbet ederken küçücük bir kadın halbuki. Konuştukça sıcaklaşan, tanıdıkça güvenen, canlı, neşeli, esprili. Geçtiğimiz aylarda atlattığı ölümcül hastalıktan sonra hayatın değerini daha iyi bildiğini o da söylüyor: ‘‘Çok yaklaştım ölüme. Gitme anında Saba'nın sıcaklığını hissettim ve Tanrı bana, ‘sen biraz daha dur bakayım' dedi. Pazarlık ettim sanki, Saba'nın yanında olmak istiyordum, yapacaklarım bitmemişti. Bunun pazarlığı olur mu? Oldu o anda. Tanrı bana yaşamımın bundan sonrasını lütfetti. Bir lütuf olunca, onun kıymetini bilmek zorunda hissediyorsun kendini. Daha iyi olmak zorunda hissediyorsun.’’ Abacı hastalığı sırasında onu sevenlerle güven de tazelemiş: ‘‘Hastalanmadan önce, hala seviliyor muyum, beğeniliyor muyum gibi kuşkularım vardı. Hastalıktan sonra o sevgiyi gördüm. Ben şimdi küçülüyorum o sevginin karşısında, eziliyorum. Beni sevenlere dünyanın en güzel şarkılarını söyleyerek teşekkür etmek istiyorum.’’
Zeki Demirkubuz’un ‘‘Masumiyet’’ filmini izleyenler hatırlar. Derya Alabora'nın canlandırdığı kadın karakter, aşık olduğu adamın arkasından şehir şehir dolaşıyordu. Çünkü adam bir mahkumdu ve bir cezaevinden diğerine naklediliyordu. Kadın ömrünü bu adamın peşinde tüketirken filmi izleyenlere de şöyle dedirtiyordu: ‘‘Allah herkesi böyle bir aşktan korusun!’’
Muazzez Abacı da, iki kez evlendiği büyük aşkı Hasan Heybetli'nin ardından gidip Akşehir'e yerleşmişti 1980 yılında. Masumiyet filmini hatırlatınca şöyle dedi: ‘‘Mahkum olan bir insanla beraber olmanın getirdiği bir takım mahkumiyetler ve mecburiyetler var. Onu insan olarak yerine getirmiyorsanız... lanet olsun o zaman! Çünkü onların orada eli kolu bağlı. Onu orada öyle bırakmak, güçsüz kılmak, hele de bir erkekse, çok kötü. Bunlar aşktan üstün duygular. Bence insanlar aşkı tatmadan bu dünyaya veda ediyorlar.’’
Çok sevmek, çok sevilmek... Bu duygular Muazzez Abacı'yı korkutmuyor. Yani, Allah beni aşktan korusun, diyenlerden değil. Evlilikle sonuçlanan büyük aşklarının ardından büyük laflar etmiyor: ‘‘Evlilikti, hepsi güzeldi. Kötü taraflarını bir tortu gibi içimde tutamıyorum.’’
7 YAŞINDA SAHNEDE
Muazzez Abacı Ankaralı bir ailenin kızı. Çocukluğu, öyle çok mutlu, cıvıl cıvıl geçen cinsten değil. Babasını bir yaşında kaybetmenin burukluğunu hep yaşamış. Böyle bir hayat süreceğini tahmin etmezmiş, sezgileri kendisini aşacağını söylermiş.
Bir yanı çok ağır. Daha yedi yaşındayken Ankara Musikisevenler Cemiyeti'nde meşk etmesi, koyu klasik eserleri söylemesi bunu gösteriyor. O zaman bile tok, buğulu bir sesi varmış. O yaşta, yalnızca ailesinin ve yakın çevresinin değil, dönemin Cumhurbaşkanı Celal Bayar'ın bile desteğini almış Abacı: ‘‘Rahmetli Bayar, Ankara Koleji'nin fahri başkanı idi. Bir baloda sesimi dinledi, okumamı istedi. Ankara Koleji'nde velim oldu.’’
İlkokulda yatılı olarak başladığı Ankara Koleji'nde liseye kadar okur. Bu arada müzikle olan ilgisini hiç kesmez; korolarda, müsamerelerde hazır olur. Sonra kazanılan radyo sınavları ve profesyonel sanat hayatı.
Muazzez Abacı’nın, şöhrete giden yoldaki adımları, tıpkı kendi adımları gibi küçüktü. Bu yüzden şöhretle beraber büyüdüğünü söylüyor. Ünlü olduğu günü, ayı, yılı hatırlamıyor. Şöhret zaman zaman köpüren bir şey ona göre. Söylediği bir şarkının popüler olup dillere düşmesini de ‘‘şöhretin kreması’’.
1974 yılında Bebek Maksim'de sahneye çıktığında 25 yaşındaydı. Arkasında bitmiş bir evlilik ve bir çocuk vardı. 21 yaşındayken dünyaya getirdiği kızı Saba ve ilk eşi polis memuru Abdurrahman Abacı. Sonra avukat Atilla Kurtbaş ve Hasan Heybetli ile evlendi.
ONDAN GELECEK HERŞEY KABULÜM
Şimdi Amerika'da çocuk psikiyatrisi öğrenimi gören kızı Saba'ya sonsuz bir sevgi ile bağlı. Bir röportajında, hayattaki en mutlu gününü sorduklarında, ‘‘kızımın tıp fakültesini kazandığı gün’’ demiş: ‘‘Halbuki benim kızım tıbbı kazanmasaydı ne olurdu? Herşeyi var. Ama onun hem meslek hayatında hem özel hayatında çok mutlu olmasını istiyorum. Bütün çalışmalarım onun için. İhtisasını bitirip döndüğünde ona burada bir hastane açmayı çok arzu ediyorum.’’ Bu yüzden Saba eşinden boşandığında çok üzülmüş Muazzez Hanım: ‘‘Kendi ayrılıklarımın üzüntüsü hiç kaldı onun yanında. Ama yine de özel hayatına hiç karışmam. Herşey onun istediği gibi olur. O kadar seviyorum ki kızımı, ondan gelecek herşeyi kabul edebilirim gibi geliyor.’’
Şu anda yaşamında bir erkeğin olmadığını söylüyor, ama hemen arkasından yalnızlığın Allah'a mahsus olduğunu ekliyor. Bu kadar yoğun geçen, acıların ve mutlulukların bu kadar uçlarda yaşandığı bir hayattan sonra, insan galiba en çok kendisine dönüyor: ‘‘Aslında Muazzez Abacı'yı yukarılarda bir yerlerde görüyorum ben. Hep ona ulaşma meselem var. Bazen benden çok uzakta, bazen içimde oluyor. Bazen başımın üstünde, bazen elimin altında oluyor. Onun için sevdiğim seçtiğim bir yer var. Oraya ulaştırmak için uğraşıyorum.’’