Güncelleme Tarihi:
Bütün bunları ne için yaptığımızı sorgulamak istiyorum bu hafta. Değişim. Tamam da, niye? Ne için değişeceğiz? Ve hem değişince ne olacak?
Bütün değişimler, sonuçta uzlaşmak için. Kendimizi değiştirmemiz; bedenle ruhu, duygu ile düşünceyi, akıl ile kalbi, sezgilerle mantığımızı uzlaştırmak için. İçimizi dışımıza, yapamadıklarımızı yapabileceklerimizle uzlaştırmak için. Tüm çabaların altında, var olan imajı, aslında var olması gereken imajımızla uzlaştırma çabası yatıyor. Bugünümüzü, gizli yeteneklerimizle örtüştürme çabası.
Değişime itirazı olan yok. Cıngar; olanla – olması gereken arasındaki farka kimin karar vereceğinden ve değişimi kimin gerçekleştireceğinden kopuyor. İnsanlar değişmeye değil, değiştirilmeye karşıdır sözü gereği, halka rağmen halk için edebiyatını artık kimse yutmuyor.
Kendimizi değiştirmek, bütün içsel ve dışsal kendimizle, yani zihinsel, duygusal, fiziksel, ve ruhsal bedenlerimizi birbiri ile uzlaştırmak için. Peki ya başkalarını değiştirmek niçin?
Aslında başkalarını değiştirmek güdüsünün altında da uzlaşı çabası yatıyor. Başkalarını bizimle uzlaştırmak için.
Patron tam istediği gibi bir personel portresi çiziyor. Anne ve baba, tam istedikleri gibi bir çocuk portresi. Devlet, istediği gibi bir vatandaş portresi. Hiç kimsenin, başkasına ‘şunu oluver de gel’ edebiyatını bir tarafa bırakarak, kendisini bir şeyler oldurabilme çabası yok. İste babam iste. Dilin kemiği yok zaten. Hey sen! Oradaki. Senin benimle, bu halinle uzlaşabilme imkanın ve hatta ihtimalin yok. Sen kıyafetini değiştiriver. Sen! Oradaki! Sen de düşüncelerini değiştiriver. Sen de, ideallerini… Sen okulunu, sen işini, sen eşini… Değiştir, babam değiştir. İyi de ne için. Kendi içinde, özü ile bir türlü uzlaşamamış darbeci general kalıntısı tipleri için, hayatımı zehir etmeye değer mi?
Batı ülkelerinde, değişim dalgası alttan üste doğru yayılıyor. Anne ve babalar, çok sevdikleri yavrularının gelecekleri hatırına, yeme içme zevklerini, tatil zevklerini, hatta oturdukları semti değiştiriyorlar. Aman dikkat. Üst, bir anlamda astı için değişimi gönüllü olarak kabul ediyor. Bizde ise, ÖSS tercih formları hala anne baba kılavuzluğunda dolduruluyor. Sırf anne baba hatırına ‘benim oğlum büyüyünce doktor olucek’ sözümüz yerde kalmasın diye, koca bir nesli sürüm sürüm süründürüyoruz.
Kıyafetlerimize anne babalarımız karar veriyor. Ne yiyip ne içeceğimize. Nereye gidip ne yapacağımıza anne babalarımız karar veriyor. Bu kültürde yetişmiş bir nesil olmanın tabii bir sonucu olarak da, büyüklerimizin cebren ve hile ile kurduğu baskı kültürü, zorba bir dayatmaya dönüşüyor. Ve ağam-paşam mantığı devreye giriyor.
Batı ülkelerinde, değişim dalgası alttan üste doğru yayılıyor demiştim. Devlet, vatandaşlarının istek ve ihtiyaçlarına doğru yol alıyor. Yani üst, astı ile uzlaşıyor. Bizde, tepeden inmecilik, iş dünyasından sosyal hayata kadar her hücremize işlediği için, büyüklerimiz emrediyor, biz de gereğini yapıyoruz. Öyle ya, onlardan daha iyi bilecek halimiz yok ya? Değil mi ama?
Halbuki modern çağın modern işletmeleri, var oluş nedenleri olan insan kaynaklarına insanca yaklaşıyorlar. Uzlaşı isteği, üst tabakalardan geliyor. Ve astlarının istek ve beklentilerini anlayabilmek için, yüz bin dolarlık anketler, aylarca süren analizler ve FBI dedektifliğini aratmayan özel gizli uzmanların saha araştırmalarına müracaat ediliyor.
Uzlaşı için, birilerinin bir şeyler dayatmasına gerek kalmıyor. Tehdit ve şantaja, genel greve, iş bırakmaya, iş yavaşlatmaya gerek kalmıyor. Modern işletmeler, zaten bütün sezgi kanallarını sonuna kadar açıp, bir uzlaşı kültürü ve zemini oluşturdukları için, en azından asgari müştereklerde uzlaşmak kaçınılmaz oluyor.
Bizde ise, uzlaşmak için tehdit ve şantaj olmadan, basit bir iş yerinde bile işler hallolmuyor. Rüşvet vermeden uzlaşılamıyor.
Uzlaşmak; ‘aralarındaki düşünce veya çıkar ayrılığını, karşılıklı ödünlerle kaldırarak uyuşmak, karşılıklı anlaşmak ve mutabık kalmak’ anlamına geliyor. Ama bizde, bütün çaba karşımızdakine boyun eğdirmek.
Siyaset bilimin babası sayılan John Locke siyaseti bir uzlaşı kültürü olarak görüyordu. Ama görülen o ki, siyaset daha fazla ayrılığın, kavganın ve gürültünün aracı haline getirildi. Hal böyle olunca da, bütün uzlaşı arayışları ve çabaları, uzlaşmanın önündeki en büyük engel olan iletişim körlüğü kaldırılamadığı için, sonuçsuz kaldı. Ve en sonunda ortada uzlaşacak bir şey de kalmadı. Bütün bunların en vahimi ise, genç neslin uzlaşı umudunun yok olması oldu. Böyle bir ülke ile uzlaşabileceğine inanmayan üniversite gençliğinin %85 gibi kahır ekseriyeti, bir ankette sorulan bir soruya en büyük ideallerinin ilk fırsatta yurt dışına yerleşmek olduğunu söyledi.
Şimdi şapkamızı önümüze koyup düşünme zamanı. 2003 yıldır, başkalarını bize benzetme çabası, öyle görünüyor ki olumlu bir sonuç vermedi. Peki acaba 2JJ4’de biz başkaları ile nasıl uzlaşabiliriz?
Bu soru 2JJ4’ün 1 milyon dolarlık sorusudur. 2JJ4’de biz başkaları ile nasıl uzlaşabiliriz?
Bu gözle baktığımızda, çevremizin daha fazla güzelleşeceği kesin. Evde yere atılmış bir çorabı kaldırmayan evlat, etrafına bu çorabı kim kaldıracak gözleriyle bakmayı bırakacak. Ben çevremle nasıl uzlaşabilirim mantığı ile bakmasını öğrenecek. Ve belki de, bir ay sonra ortada etrafa saçılmış çorap kalmayacak.
Organlarımızın uyuşması gibi bir şey bu. Hatta daha ötesi. Bir anlamda toplumsal kan uyuşmasını öneriyorum. Beyin ye diyor. Cazip gösteriyor. Nefis çekiyor. Koku dürtüklüyor. Dilde kaymak gibi eriyen baklavanın tereyağı, midede harmanlanıp, ince bağırsaklardan emiliyor ve böbreklerden süzülerek, kana karışıyor. Ye diyen beyne uyup, dilim dilim baklavaları ağzımıza atan eller, makineli tüfek gibi çalışırken, alt tarafta adına göbek denen bir depoda, bu fazla mesainin gayri meşru çocuğu olan fazla kilolar öbek öbek artıyor. Ve en sonunda doktorun nihai kararı. Yaşamasın! Obezsiniz! Zaten kalp, damar, böbrek, karaciğer, beyin derken, yaşam zehir olup, acı bir sonla bitiveriyor. Neden? Çünkü organlar arasında uzlaşı sağlayamadık! Bütün organlarımızla uzlaşamadık.
Şimdi bu toplumun beynini, midesini, elini ve ayağını düşünmenin tam vaktidir. Bu evin, bu şirketin, bu mahallenin, bu kentin ve bu vatanın ellerini, dillerini ve gözlerini düşünmenin tam vaktidir.
Bunlar arasında uzlaşı olmadan, bize rahat yok. İyisi mi, şimdiden kimlerle ve ne şekilde uzlaşabileceğimiz konusunu masaya yatırıp, kendimizi ve etrafımızı güzelleştirme çabasına başlayalım.
İnsandaki o gizli potansiyeli görelim. Ona inanalım. Yapabileceğine yüreklendirelim. Motive edelim. Destek olalım. Ve Yapalım. Haydi uzlaşalım.