Üzgünüm bu Titanik değil

Güncelleme Tarihi:

Üzgünüm bu Titanik değil
Oluşturulma Tarihi: Şubat 03, 2001 00:00



Yeşim ÇOBANKENT
Haberin Devamı

Büyük beklentilerle dün vizyona giren Vizontele'nin yaratıcısı Yılmaz Erdoğan

Günlerdir ‘‘Vizontele’’ diye kıyametler kopuyor. Kameralar ve spotlar hep filmin esas adamı Yılmaz Erdoğan'ın üzerinde. Ama bu filmin biraz geride kalan bir yönetmeni daha var ve adı da Ömer Faruk Sorak. Filmin meşhur galasından önce ikisiyle de ayrı ayrı görüştük. Ömer Faruk Sorak sinirlerini ameliyatla aldırmış bir munislik timsali, Yılmaz Erdoğan ise asabi bir bayram çocuğu havasındaydı.

Bu filmden beklentilerin yüksek olması sizin için ne ifade ediyor?

-Kötü bir şey. Özellikle son bir haftadır sırf bu yüzden çok gerginim ben. Belki bu sezon yerli filmlerin bekleneni verememesi yüzünden bizim filmimizden böyle bir beklenti var.

Sizce yerli filmler bekleneni veremedi mi?

-Seyirci rakamlarına bakarsan öyle. Bu yüzden sektör açısından umudumuz Vizontele, gibi bir durum oldu. Seyircinin çok olağanüstü bir film seyredeceğim diye gelmesindense, iyi bir film seyretmeye gelmesi daha iyi. Ortalıkta Vizontele iki milyona çekildi gibi laflar dolaşınca insanlarda Titanik beklentisi oluştu. Çok üzgünüm Titanik'i çekemedik.

Türk Sineması'nın çıtasını yükselteceğinizi söylüyorsunuz...

-Bazı insanların adının uluslararası alanda anılması gerekir ama bu filmde olur ama on beşinci filmde olur. Yoksa millete hava atmak için ‘ben geldim, çıtayı yükselttim’ gibi şeyler söyleyecek halim yok. Tek iddiam şu: Hiç kimse bu iş baştan savma olmuş diyemeyecek. Tabii çok çalışınca da iyi bir film çıkmayabilir ortaya.

DÜNYADA İLGİ ÇEKER

Yedi ayrı film senaryosu birden yazıyormuşsunuz, doğru mu?

-Senaryo değil, film hikayesi yazıyordum. Şu an hazır bir senaryom daha var ve Vizontele ile ikisi arasında tercih yapmak durumunda kalmıştım.

Adı ‘‘Kalpsiz Adam’’ mıydı?

-Evet, nereden bildiniz?

Peki iş fiiliyata dökülünce neden günümüz İstanbul'unda geçen Kalpsiz Adam yerine 1974'de Hakkari'de geçen Vizontele'yi seçtiniz?

-Vizontele'nin hikayesinin uluslararası arenada enteresan bulunabileceğini düşündük. Belki de diğer hikayenin biraz daha zamana ihtiyacı vardır. Böyle şeyleri tam olarak bilemezsiniz ki...

Uluslararası arenada enteresan bulunmak sizin için çok mu önemli?

-Festivallere başvurduk. Cannes var, diğerleri var... Dünyada ilgi çekebilecek bir şeyler yapmanın daha mantıklı olacağını düşündük. Bir yere televizyonun ilk kez gelişi meselesi çok insanın ilgisini çekebilir. Filmde çalışan yabancı ekip de konudan çok hoşlandı.

İnşallah Cannes'a seçilirsiniz, bir yanınıza Isabella Adjani diğer yanınıza Sophie Marceau oturur...

-(İlk kez gülüyor) Zaten orada yanlarımı boş bırakacağım.

Varınızı yoğunuzu filme yatırmışsınız. Film gişede yatarsa batacak mısınız?

-Tabii ki ciddi bir kaybımız olur ama batmayız, neden batalım? Bu işte her zaman risk vardır.

KÜRT TİPİ TARTIŞMASI

En sevdiğiniz film Züğürt Ağa, ama onu da Doğu insanı yemeğe saldırırken filan gösterildiği için eleştiriyorsunuz. Doğuluların kaba saba bir mizah malzemesi olarak kullanılması durumunu kırabilecek misiniz?

-Kürt insanını birbiriyle aynı düzeyde insanlardan oluşan bir toplum olarak görme eğilimi var. Mesela bana geçenlerde biri ‘oynar mısın’ diye bir Kürt hikayesi geldi. ‘Bunu yazan arkadaş oralara hiç gitti mi?’ dedim, ‘Hayır’ dediler. Hayret, gitmeden nasıl yazabiliyorsunuz? Gitmeyince de aklınızda kalanlarla klişe Kürt tipleri yazarsınız. Bu seyirciyi çok da rahatsız etmez, sadece Kürtleri eder.

Daha önce bir dolu film teklifi aldınız ve hiçbirini kabul etmediniz. Kendi filminizde oynamak için mi beklediniz?

-Vizontele benim ilk filmim. Kötü de olsa her şeyiyle benim olsun dedim. Şimdiye kadar gelen senaryolar içinde de ‘‘Vay anasına, bunda oynayamasam yaşayamam’’ dediğim bir tanesiyle hiç karşılaşmadım.

Ama bir filmde figürasyon yaptınız.

-‘‘Siyabend ile Xece’’ diye ünlü bir Kürt destanından uyarlanan Şahin Gök'ün yönettiği bir filmdi. O zaman meşhur filan da değildim, filmde de kazara şöyle bir göründüm ama akibetinin ne olduğunu bilmiyorum.

DENİZ AKKAYA'NIN GELİŞİ

Mükremin tipinin filmi zedelemesinden korktunuz mu hiç?

-Tabii ama filmin bambaşka bir biçimi var. Filmi seyreden insanlar da televizyon işinin akıllarına gelmediğini söyledi.

Deniz Akkaya Hakkari'ye gittiğinde insanlar eksi 15 derecede saatlerce bekledi. Sizce yirmi yıl sonra da biri kalkıp onun gelişiyle ilgili bir film çeker mi?

-‘‘Çirkinler de Sever’’ filminde biraz böyle bir nokta vardı. Deniz Akkaya çok ünlü biri, Yüksekova'ya her gün ünlü biri gelmiyor. İnsanlar merak ediyor, ayrıca orada hava her zaman eksi 15 derece.

Kendi yönettiği filmde oynayanlar arasında Yılmaz Güney, Türkan Şoray ve Tunç Okan var. İnsan bir filmde kendi kendini nasıl yönetiyor?

-Biz iki yönetmen olduğumuz için çok kolay oldu. Her zaman iki kamera vardı, zaten aynı anda hem kameranın önünde hem de arkasında olmak şart değil. Ben anlattığım şeyin tümüne hakim olmak isterim. Başkalarına (Levent Kırca, Yasemin Yalçın) verdiğim işlerin sonuçlarından memnun olmadım.

ÖMER'LE KAVGA ETMEDİM

Filmin ikinci yönetmeni olması için Ömer Faruk Sora'a nasıl teklif götürdünüz?

-İlk film yazmış-oynamış-yönetmiş meselesine kurban gitmesin diye çok başarılı bulduğum birine teklif götürdüm. Teknik konularda Ömer çok yetkin. Çalışmaya başlayınca da çok iyi bir tercih yaptığımı anladım.

Siz her işe el attığı için eleştirilen birisiniz.

-Kuru gıda işi battı ama! Aslında sadece şiir konusunda polemiklere giriyorum, onun dışında çok eleştirilen biri değilim. Ayrıca eleştirildim diye hiçbir işten de geri çekilmem.

Sette Ömer Bey ile kavga ettiğiniz söylendi.

-Bana kalsa olurdu ama Ömer çok sakin bir adam. Afişte isimleri nasıl koyalım diye tartıştık. ‘‘Bu bir bilmemkim filmi’’ demek yerine kaç kişi çalıştıysa hepsinin adını koyalım dedik ama...

Neden yapmadınız?

-Şeklini bulamadık, toplam 140 kişi olunca sığmadı da...

ÖMER FARUK

Ben filmin gözüyüm, Yılmaz kulağı

Yılmaz Erdoğan kanınıza nasıl girdi?

-‘‘Yağdıkça’’ şiirinin klibini çekerken tanıştık Yılmaz'la. Ardından Yılmaz'dan birlikte film yapma teklifi geldi. Önce korktum açıkçası, benim için film çekmenin daha zamanı vardı ama düşündükçe ‘niçin olmasın’ dedim.

Nasıl bir işbölümü yaptınız?

-Ben işin görsel ve teknik kısmıyla ilgiliydim. Yılmaz oyunculuğunu ve yazarlığını gösterdi, oyuncu yönetimi ve dramaturjiyle ilgilendi. Hikaye onun çocukluğuyla ilgili olduğu için oyuncu seçimini ve rol dağıtımını o yaptı. Kısacası ben filmin gözü, o da kulağı oldu.

Filmin çekildiği bölgelere aşinalığınız var mıydı?

-TRT'de çalıştığım dönemlerde defalarca gitmiştim. Tabii ki Yılmaz kadar değil ama Doğu insanın ruhunu biliyorum. Erzincanlı'yım.

İlk filmini çeken bir yönetmen olarak bu kadar büyük bir bütçeyle işe başlamak nasıl bir duygu?

-Yılmaz, Türkiye standartlarında üç film çekilebilecek kadar para yatırdı bu işe. Bu zamana kadar çok gözardı edilmiş görsel ve işitsel kaliteyi getirmeye çalıştık. Türk filmi lafı kendi sektörümüzü aşağılamak gibi geliyor ama ben bu mantaliteyi aşağılıyorum.

Neden?

-Şu ara insanlar ‘‘sinema filmi çekerek iyi para kazanmak mümkün galiba’’ diye düşünmeye başladılar. ‘‘Acaba un ihracatını erteleyip film mi çeksek?’’ diyen insanlarla dünya standartlarında film çekilmez. Para kazanmak istersen para harcamak zorundasın. İnşallah yapımcı mantığı değişir ve Vizontele Türkiye için orta standartta bir film haline gelir.

Klip ve reklam filmi yönetmenisiniz, çalışmadığınız şarkıcı yok gibi...

-Ama çekmekten pişman olduğum klipler de var, Çelik'in adını hatırlayamadığı bir klibi, Yaşar'ın ‘‘Kuşlar’’ı ve Teoman'ın ‘‘17’’ klibi. Kliplere kısa film muamelesi yaptığım için bu deneyim sinemaya yansıdı.

Yılmaz Erdoğan size bir film teklifiyle geldiğinde uçmaya hazır mıydınız?

-Evet ama bir ‘‘acaba’’ payı da vardı, çünkü bir başka insanın yıllardır biriktirdiklerinin, hayallerinin ve yatırımlarının sorumluluğunu paylaşmak zor bir şey.

Mustafa Altıoklar'ın gişede yatan ‘‘Asansör’’ünde kameramanlık yaptınız ama...

-O filmin kötülüğünden ben de mesulum. Film seyirci tarafından cezalandırıldı. Aşağılanacak başka çok film vardı, ama onlar seyredildi.

Haberin Devamı
2.5 MİLYON DOLARLIK FİLM

Yılmaz Erdoğan yaklaşık 2,5 milyon dolara mal olan ve başrollerini kendisinin yanı sıra Demet Akbağ, Altan Erkekli ve Cem Yılmaz'ın paylaştığı filmini şöyle anlatıyor: ‘‘Bana bu hikayeyi yazdıran mesele Hakkari'de geçiyor. Birebir gerçek hikaye değil. Benim iki dedemden biri belediye başkanı, diğeri nahiye müdürüydü, onlardan esinlendim. Belgesel yapmak gibi bir derdimiz yoktu, Bir anılar zinciri de değil amacımız, ‘1974'te Güneydoğu'nun bir kasabasına televizyon gelseydi neler olurdu?' yu anlatmak.’’

Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!