Urfalı komşusuyla neyi varsa paylaşır ama evinde yaptığı isotu asla

Güncelleme Tarihi:

Urfalı komşusuyla neyi varsa paylaşır ama evinde yaptığı isotu asla
OluÅŸturulma Tarihi: Ekim 11, 2004 00:00

Urfalı cömerttir. KomÅŸusuyla, çay, ÅŸeker, tuz, neyi varsa, hepsini paylaşır. Ama büyük zahmetlerle evinde yaptığı isota gelince, gözünü kırpmadan, ‘’valla kurban, az biÅŸey kalmıştı, onı da kifte (çiÄŸ köfte) yaptığ kalmadı, kusura bakma’’ cevabını verebilir. Arapça’da ‘’acılı’’ anlamına gelen isotun zamanı ÅŸimdi. Evlerin camlarında hep aynı yazı: ‘’bu evde biber çekilir.’’ Urfalı için biber önemlidir. Makbul olan ev isotudur ve yapması hiç de kolay deÄŸildir. Her yerden biber alınmaz, her evin biberi de yenmez. Koca Isotçu Pazarı, çiÄŸ köfteye hizmet eder. Türküler de öyledir; ‘’Urfa büyüktür alınmaz/ Dibi mermerdir delinmez/ Urfa’nın çiÄŸ köftesi/ Hiçbir yerde bulunmaz’’... Eski bir gelenektir; her sabah altıda, esnaf, Sipahi Pazarı’nın kapısında toplanır ve kepenklerini açmadan önce dua eder. Kepenkler açılınca, Ä°sotçu Pazarı, Gümrük Hanı, Kürkçü Hanı, AÅŸağı Çarşı, Tütüncü Pazarı, Kazzaz (Bedesten), Hüseyniye, Sarraç, Attar, Boyahane, Keçeci, Kavafhane gibi asırlık isimlerini hálá taşıyan birçok çarşı hareketlenir, demirciler, bakırcılar, ikinci el elektronik eÅŸya satanlar, lokantacılar, patronlar, çıraklar iÅŸ başı yapar. Osmanlı’dan kalma bir ticaret merkezi, Urfa Çarşısı. İçiçe geçmiÅŸ çarşıları, birkaç metrekarelik dükkanları, emektar esnafı ve atmosferiyle, Anadolu’nun en ünlülerinden. OÄžLAK DERÄ°SÄ°NDEN DEF VE SÄ°MLÄ° KADÄ°FELERTarihi Urfa’nın kalbi, 16. yüzyıla ait bir kervansaray olan Gümrük Hanı’nda atar. Bir tarafta avludaki kıraathanenin kürsülerine oturmuÅŸ, bu egzotik ortamın sarhoÅŸ ettiÄŸi turistler, diÄŸer tarafta sardığı kaçak tütünü, tavla oynarken keyifle tüttüren ve mırra içen Urfalı erkekler... Bir tür kıraathane pazarıdır burası. Bir milyara kadar alıcı bulabilen tespihler, fiyatı 150 milyona varan Van yapımı, gümüş tütün tabakaları, antika saatler, yüzükler masaların üzerine, çayların yanına dizilir ve alıcı bekler. Gümrük Hanı’nın üst katı ise baÅŸka bir dünyadır. Küçük çocuklar dikiÅŸ diker, genç delikanlılar pantolon ütüler, herkes öğle vakti yere gazete açıp fırından yeni çıkmış tenceredeki patlıcan kebabını paylaşırlar. Hanın etrafındaki labirentlerde her köşede, her birkaç metrekarelik boÅŸlukta bir ÅŸeyler satılır. Torbalar dolusu Adıyaman tütünü elle karıştırılırken, etrafa yayılan koku önce baharatlara sonra da yeni kesilmiÅŸ koyunun kokusuna karışır. Hüseyniye Çarşısı’nın bakırları, siyahlaÅŸmış tonozlu taÅŸ handan içeri süzülen ışığın altında dövülür. Çobanlar ve Araplar, soÄŸuktan korunmak için, Kürkçü Hanı’nda, Aba yaptırırlar. Zikr edenlere, mevlut okuyanlara oÄŸlak derisinden def, çocuklara oyuncak, davulculara gerçek davul satılır. Tezgahlarda hiram dokunur. Kavafhane’deki onlarca Singer’de, kumaşını getirene ÅŸip ÅŸak pantolon dikilir. Kadınlar, Suriye ve UzakdoÄŸu’dan gelen renkli, simli parlak kadifelere hayranlıkla bakarlar. ERKEKLER GÖKYÃœZÃœNE BAKAR KADINLAR KABUÄžUNA ÇEKÄ°LÄ°RÇoÄŸunluÄŸun Kürt ve Arap olduÄŸu, Anadolu ile Arap Yarımadaları’nı birbirine baÄŸlayan geçiÅŸ yolları üzerindeki Urfa’ya köylerden alışveriÅŸ için gelen kadınların Arap ipeÄŸinden giysileriyle yüzlerindeki dövmeler, dikkat çekici. Görkemli salınışına raÄŸmen kadın, burada arka planda kalmayı tercih ediyor. Geceleri kabuÄŸuna çekiliyor, eÅŸiyle yemeÄŸe çıkmıyor. Genç ve orta yaÅŸlı erkekler, her hafta birisinin evinde, Sıra Geceleri düzenliyor, dertleÅŸiyor, çalıp söylüyorlar.Urfalı erkeklerin çoÄŸu, gökyüzüne bakarak yürür. Kentin minarelerinin arasından gruplar halinde süzülen güvercinleri seyrederken, akıllarından bir an önce eve varıp terastan kendi kuÅŸlarını uçurmak geçiyordur. Urfa’nın en tedavi edilemez hastalığıdır, kuşçuluk. ‘’Kuşçu olmayan adamdan sayılmaz’’ derler buralarda. Erkek çocukları, kuÅŸ alıp satarak büyür. Okuldan eve güvercin getiren bir çocuk ya da okumayanın bir kuşçu dükkanında çalışması doÄŸaldır. Havada uçuÅŸan tüylerin arasında ilerlerken, Kuşçu Pazarı’na geldiÄŸinizi anlarsınız. Dükkanlar, bu iÅŸin ticaretini yapar, güvercin alır ve satarlar. Evinin çatısında güvercin yetiÅŸtiren, uçuran ve bunu tutkuyla yapan ise tüccarla aynı kefeye konmaz. Kendini bu hobiye kaptırmış olanların, sayısı 50, 100, 200 hatta 400’e varan güvercinleri vardır. Güvercinler, akÅŸamüstü hava serinleyince, gruplar halinde Urfa semalarında kısa uçuÅŸlar yapar ve tekrar evlerine dönerler. Yeni Mahalle’de yaÅŸayan Mahmut Aynalı, karısının tüm itirazlarına raÄŸmen, yine oÄŸluyla çatıda ve belli ki geceyarısına kadar da orada kalacak. ‘’Hanım bu pisliÄŸe dayanamir ama bıraktın mı neÅŸelerini alirsen, moralin yerine gelir’’ diyor. Annesinin 25 yıllık kuaför salonunu devralan Hatice ise biraz dargın; ‘’bazen güvercinlere verdiÄŸi deÄŸeri kıskanırım’’ diyor. Mahmut Bey’in eskiden 500 güvercini varmış, ÅŸimdi ‘’Dalgınlığıma geldi, büyük oÄŸlan sattı’’ diye hayıflanıyor. Onun için en deÄŸerlileri ‘’taklacı’’lar; ‘’Onları uçurmam, kaptırırsam, geri almaya gücüm yetmez çünkü. Baban da olsa geri vermez. Kuşçunun dostu olmaz.’’ Bir ay sonra, ‘‘karışma’’ var. Bütün kuşçular bunu konuÅŸuyor. Urfalı kuşçuların, nisan ayına kadar her gün katılacağı bu geleneksel aktivite, bazılarına göre ‘‘havada kumar’’, bazılarına göre de ‘‘benim kuÅŸum geri döner’’ iddialaÅŸması. Karışmada, kentin bütün kuşçuları, her gün, belirlenen saatte, güvercinlerini gökyüzüne salar. Havalar iyice serinlemiÅŸ olduÄŸundan, kuÅŸlar kısa uçuÅŸlar yapmak yerine, bulutlarda kaybolacak ve evlerine yolunu ÅŸaşırmış baÅŸka güvercinlerle birlikte döneceklerdir. Kaybolan kuÅŸ, Kuşçu Kahvesi’ne getirilir, dostluk bağı varsa jest olarak iade edilir ya da sahibine parayla satılır. 160 YILLIK, 18 KÃœMBETLÄ° HARRAN EVİ’NDE TURÄ°STLERTuristlerin yıllardır kümbet evlerdeki ‘’ilkel ve otantik’’ yaÅŸamı, parlak kıyafetli kadınları ve Ulu Cami’yi görmeye geldiÄŸi, sınıf atlayan Harran’da bugün çoÄŸunluk klimalı ya da vantilatörlü evlerde oturuyor. Konik kubbeli evler, ahır, samanlık oldu. Ailelerdeki çocuk nüfusu, 14- 15’ten 6-7’ye indi. Harranlılar, 19. yüzyılda Irak’tan gelen Türkler. Arap kültürünü yaşıyorlar. Evde Arapça konuÅŸuluyor, çocuklar Türkçe’yi okulda öğreniyorlar. 10 yıl öncesine kadar da kadınların çoÄŸu Türkçe bilmiyordu. Zonguldak’tan Harran ilkokuluna tayin olan genç öğretmenle tanışıp evlenen ReÅŸat Özyavuz, 14 kardeÅŸiyle birlikte çocukluÄŸunun geçtiÄŸi 160 yıllık, 18 kümbetli Harran Evi’nde turistleri ağırlıyor. ReÅŸat, belki artık bu evlerde yaÅŸamıyor ama korunmalarını önemsiyor; ‘’ 20 yıl önce köyde Arap atları vardı. AraÅŸtırma yapıldı, bu evlerde atların daha uysal olduÄŸu, tavukların günde 2-3 kez yumurtladığı, soÄŸanın ve bazı sebzelerin ömrünün uzadığı ortaya çıktı. Bugün evlerin yapılması da yıkılması da yasak.’’Şuayp Åžehir’de yaÅŸayan GüneÅŸ, kayınpederi Halil Bey’le birlikte kocasını bekliyor. GüneÅŸ hamile, dördüncü yolda. Kocası, Malatya’da hamallık yapıyor. Aylardır kocasından uzak. Ama belki de baÅŸka türlü bir hayat bilmediÄŸinden gülerek anlatıyor, ‘’gelince geliyor, gidince gidiyor, telefon yok, haber yok’’ diyor. Köydeki birçok evin olduÄŸu gibi, onların da iki gözlü evlerinin önünde bir ‘’taht’’ var. Sıcak gecelerde, tahta uzanıp yıldızların altında uyuyorlar. Malatya’dan gelecek paradan baÅŸka gelirleri yok. Daha su buralara ulaÅŸmamış ama Mehmet Toprak, baÅŸkasıyla paylaÅŸtığı tarlasından pamuk elde edebiliyor. Kızı Sara, ancak ilkokul beÅŸinci sınıfa kadar okuyabilmiÅŸ. ‘’Köyde okul yok, yoksa gönderirdim’’ diyor Mehmet Bey. Sara, canlı mavi gözleriyle bir babasına bir de topladığı pamuklara bakıyor, sesini çıkartmıyor...HARRAN ARTIK KURAKLIÄžIN SEMBOLÃœ DEĞİLBundan 15 yıl önce, Harran’ı ilk gördüğümden beri, ‘’kuraklık’’ bana hep Harran’ı çaÄŸrıştırdı. O zamanlar bütün köylüler geleneksel konik kubbeli evlerde yaşıyor, topraklarına ancak buÄŸday ekebiliyor, kamyonlara doluÅŸup Adana’ya pamuk tarlalarında çalışmaya gidiyorlar, patates ve ekmek yiyerek haftalar geçiriyorlardı. Harran- Çukurova hattı, sanki sonu hiç gelmeyecekmiÅŸ bir hikayeydi o zaman. GAP projesinin gerçekleÅŸmesi, Atatürk Barajı’nın faaliyete geçmesi ve tünellerden Harran Ovası’na su verilmesiyle bu toprakların kaderi tamamıyla deÄŸiÅŸti. Halk zenginleÅŸti, bugün artık buÄŸdayın yanında, pamuk, arpa, mısır da ekebiliyor. Bu kez ‘’beyaz altın’’ toplamak için, Adıyaman, Mardin, KahramanmaraÅŸ, Halfeti’den işçiler Harran’a geliyorlar. Susuzluktan pes edenler, topraklarını yok pahasına, bir at ya da koyun karşılığında, projeden haberdar olan toprak aÄŸalarına satmışlardı. ZenginliÄŸi sindiremeyenler de hesabını bilemedi, kentlerde hovardalık yaptı, battı. Ä°ki türlü de bu köylüler kendi tarlalarına işçi olarak girmek zorunda kaldılar. Su geldi, köylü zenginleÅŸti belki ama, okumak isteyen Harranlı kızlar yine okuyamadılar. Çünkü bu kez de pamuk hasadına yardım etmeleri gerekiyordu.BEN OLSAYDIM BUNLARI YAPARDIMGümrük Hanı’nda kürsülere oturup mırra içmekEski bir Urfa evinin avlusunda dinlenmekHarran Evi’nin tahtında yıldızların altında uyumak Gece, ışıklandırılmış Balıklıgöl’ün etrafında dolaÅŸmak Kuşçu Kahvesi’ndeki ÅŸamatalı bir açık artırmayı izlemekKentin eski sokaklarını ve evlerini gezmekKaldırıma dizilmiÅŸ tezgahlarda, ciÄŸer ve bostana yiyip Urfalılar’la sohbet etmekSoÄŸmatar’da ay, güneÅŸ ve gezegenlere adanan tapınak ve maÄŸaraları gezmekÅžanlıurfa Kalesi’nden kenti seyretmekSıcak bir Urfa gününde Fırfırlı Camii’nin serinliÄŸine sığınmakÂ
Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!