Güncelleme Tarihi:
Süryaniler için ‘Anadolu’nun solan rengi’ demiştim. Bu rengin yaşamasını istiyorum tabii. Türkiye, Süryanileri çok tanımıyordu, hâlâ da tanımıyor. 20 yıl önce asteğmen olarak askerlik yaptığımda, Süryani olduğum ortaya çıkınca “Madem Hıristiyan ve Süryanisin neden askerlik yapıyorsun?” dediler. Bu soruyu soranların hepsi üniversite mezunu asteğmen adaylarıydı. Beni bir başka devletten gelen bir yabancı gibi algılıyorlardı. “Bu topraklarda hepinizden eskiyim” dedim. Hıristiyan’ım ama Türkiye vatandaşıyım. Ciddi bir sorun var bu algıda. Bu sorunu yaratan da devletin uzun süredir izlediği politikalar. Belki o boşluğu şimdi kapatma çabası var bende.
Hıristiyanlık, Mezopotamya’ya geldiğinde bölgede Aramiler, Asuriler, Keldaniler var. Zaten dilleri, kültürleri çok yakın, Hıristiyanlığı kabul ettiklerinde kaynaşıyorlar ve Süryaniler dediğimiz halk ortaya çıkıyor. Bugün Türkiye, Suriye, Irak ve Lübnan’da dağınık yaşıyorlar. Türkiye’deki nüfusları çok azaldı, 15 bin civarında Süryani var. Diasporadaki nüfus aşağı yukarı 250 bin. İsveç’te şu anda çoğu Türkiye’den olmak üzere 60-70 bin civarında Süryani var.
ANADİLİMİZİ ÖĞRENME İMKÂNIMIZ YOK
Türkiye, ister istemez değişiyor. Bu yıl İdil ve Midyat sempozyumlarına katıldım. Süryaniler konusunda tebliğler sundum. Akademisyenlerin eskiye oranla daha rahat konuştuğunu, tartıştığını gördüm. Kendi kendime daha az otosansür uyguladığımı hissediyorum! Türkiye’de Süryani asıllı birinin milletvekili seçilmesi önemli. Ama mesela Süryanilerin İsveç’teki geçmişi 35-40 yıl ama parlamentoda 4-5 Süryani asıllı milletvekili var.
Türkiye’deki partilerin çoğu bir Hıristiyan’ı Meclis’e taşımaktan korkuyor. AKP son seçimlerde milletvekili adayı olmak için başvuran bir Süryani’yi listesine almadı mesela. 2010’da Başbakanlık yayınladığı bir genelgede gayrimüslüm azınlıklara karşı kin uyandıracak yayınlara dikkat edilmesini istemişti. Ama 2011’de aynı hükümetin Milli Eğitim Bakanlığı’nın bastığı ders kitabında Süryaniler ile ilgili hoş olmayan ifadeler kullanılabiliyor. Gerçek değişim için ciddi eğitim politikaları gerekiyor.
Resmi olarak Süryanilerin anadillerini öğrenme mekânı yok. Kilise elinden geldiği kadar çocuklara kendi dilini ve duaları, ilahileri aktarmaya çalışıyor. Başbakan Erdoğan, Almanya’da çok haklı olarak Türklerin anadillerini öğrenmelerini istiyor ama kendi ülkesinde Süryanilerin anadillerini öğrenme konusunda ne düşünüyor bilmiyorum.
ÇOCUKLUĞUM
Papazın oğlu olarak konumum farklıydı
Bote (Bardakçı) köyünde oturduğumuz mahallenin büyük bölümü Süryani’ydi, birkaç Müslüman Kürt aile vardı. Mahallemizdeki Süryaniler ile Müslümanlar iç içe yaşıyordu. Muhtarlık seçimi gibi konularda ittifak yapıyorlardı. Mahalle çocukları olarak Süryani, Müslüman hepimiz bir aradaydık. Babam Süryani cemaatinin din adamıydı. Benim de köy papazının oğlu olarak çocuklar arasında farklı bir konumum vardı! ?ansım, babamın metropoliti ziyaret etmek için Midyat’a inmesi, beni de yanına almasıydı. Midyat dönüşü mahalledeki çocuklar etrafıma toplanır, ben de gördüklerimi anlatır, şeker almışsam onu dağıtırdım. 1975’te köyden ayrılmıştım. 1989’da 14 yıl aradan sonra ilk kez köyü ziyaret ettim. Orada bir Müslüman beni gördüğünde Papaz Esmer’in oğlu olup olmadığımı sordu. “Nasıl bildin” diye sorduğumda, “Gözlerinden. Babanla çok dama oynardık. Birbirimizin gözlerine çok bakardık” dedi.
Ölümü dönüm noktam oldu
Babam din adamı vasfıyla köyde önemli bir kişilikti. Yürürken herkes ona selam verir, Hıristiyanlar elini öperdi. Baba imajı çok önemliydi hayatımda. Ben 10 yaşımdayken kalkıp beni İstanbul’a yolladı. İyi
okullarda okumamı çok
istiyordu. Üniversitede sol düşüncelerle tanışmıştım, kiliseye gitmiyordum. Din adamı olmasına rağmen babamın bana “Kalk kiliseye gel” dememesi bende güzel bir etki bıraktı. Babamın ölümü benim için bir dönüm
noktası. Komada kaldığı yedi gün boyunca tüm İstanbul
cemaati kilisede dua etti. İnsanların, din adamı olmasından dolayı ona karşı o yönelmesi beni dine çekti. Ama bu diğer düşüncelerimi terk etmeme neden olmadı, niteliğini değiştirdi, zenginleştirdi!
ÜNİVERSİTE
Kimliğimin renklerini aradım
İstanbul Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü’nde çok farklı düşünce akımlarıyla karşılaştım. 1980 darbesi olmuştu ama bu bölümde solu ve Marksizm’i anlatan hocalar vardı. Kimliğimin renklerini arama olayı o süreçte ortaya çıktı sanıyorum. Aynı bölümde master yaparken tez danışmanım Cengiz Arın hocaydı. Süryaniler hakkında yazacağımı söyleyince “O kadar bilmediğim bir konu ki sana danışmanlık yapmam mümkün değil” dedi. Daha sonra Süryaniler konusunda yapılan araştırmalara bir başlangıç oldu. ?imdi dört kitabım var. Tümü de Süryanilerle ilgili.
KÜLTÜRÜMÜZ
4. yüzyılda kadınlar korosu
Urfa’nın Süryani kültür hayatında yeri önemli. Halen kullandığımız klasik Süryanice de Urfa’da konuşulan Süryanice. Urfa’da çok güçlü bir müzik üretiyor Süryani kilisesi. Hatta dördüncü yüzyılda orada bir kadınlar korosu kuruluyor. Bence Urfa’dan bu kadar çok türkücünün çıkması da o Süryani müziğinin etkisi var. Urfa’daki son Süryaniler 1924’te ayrıldı. Avrupa’ya çıkışla birlikte seküler bir edebiyat da yaratıldı, insanlar dini olmayan metinler de üretiyor Süryanice. Müzikte de aynı şekilde. İsveç, Almanya’daki düğünlerde Süryani müziği çalınıyor.
1915 OLAYLARI
Tanımlar değil trajedi önemli
1915’te o bölgedeki Süryaniler de ciddi katliama uğruyor. Süryaniler yaşananları daha çok ‘Seyfo’ (kılıç) olarak adlandırıyor. Yaşlılar arasında da ‘ferman’ olarak biliniyor. Ferman denmesi, devlet yöneticilerinin bir rolü olduğuna inandıklarını gösteriyor. Bazen bu katliamların istatistiğiyle çok uğraşılıyor. Bence bir tek insanın öldürülmesi bile çok ciddi, kabul edilmez bir olay. Tabii bölgedeki halkın ciddi bir rolü var katliamlarda. Yöredeki ağalar, Kürtler kullanılıyor katliamlarda. İsveç’ten gelirken uçakta Orhan Miroğlu’nun ‘Affet bizi Mardin’ adlı kitabını okudum.
MANASTIR HAYATI
Eşim hiç zorluk çıkarmadı
Son yıllarda hayatım Stockholm-İstanbul-Mardin üçgeninde geçti. Yaptığım işler ve yazı yazdığım alan bunu gerektirdi. Hakkında yazdığım halkın esas yaşam alanı Turabdin’dir (Mardin-Midyat bölgesi). 2003’te de İsveç’ten Mardin’e taşınmaya karar verdik. Deyrülzafaran Manastırı’nda metropolit danışmanı olarak çalıştım. Eşim Elizabeth’e şaşırdım. Hayat standardı yüksek bir ülkeden Mardin’e taşınmamıza hiç itiraz göstermedi. Manastırda iki odalı ufak bir yerde, 40 metrekarelik bir alanda iki buçuk yıl yaşadık. Büyük bir zenginlik kattı aile hayatımıza.
SÜRYANİCE
Üç dil konuşuyordum
Baştan beri iki-üç dilli bir hayatım oldu. Köyde Süryanice konuşuyorduk, köy okulunda Türkçe, Kürtlerle de Kürtçe. Sonra İngilizce ve İsveççe de eklendi bu diller arasına. Annem Türkçeyi ancak İstanbul’da öğrendi. Babam Türkçe konuşabiliyordu ama okuma-yazmayı askerde öğrendi. İlkokulun
ilk dört sınıfını köyde okumuştum ama hangi Türkçeyle? Beşinci sınıfa İstanbul’a geldiğimde hemen
bütün derslerde zayıf alıyordum. Söyleneni tam anlayamıyordum ama anlayışlı bir öğretmenim vardı. Türkçe sorunu ortaokulda da devam etti. Fakat lisede sınıfın en çalışkanlarından biriydim.
DİASPORADA YAŞAM
Türkiye’denim diyorum
İsveç’e erken dönemde göç etmiş Süryani bir ailenin kızıyla, Elizabeth’le evlendim ve kendime bir hayat kurdum. 1997’de evlenince İsveç’te yaşamaya başladım.
Önce dil öğrendim, sonra ortaokulda öğretmenlik yapmaya başladım. Sosyal bilimler dersi veriyorum. İnsan diasporada yaşadığı zaman kimlik, çok ön
plana çıkıyor. Ama bana sorduklarında “Süryani” yerine “Türkiyedenim” diyebiliyorum. Hatta bir Türk arkadaşım buradaki insanlar hep kökenlerine vurgu yaparken, “Türkiye’denim” dememe hem şaşırmış hem de bu hoşuna gitmişti. Üç çocuğumuz var, ilkinin adı Nise, ‘kadın’ anlamında, aynı zamanda annemin adı. İkinci kızımız Tibella, ‘evren’ anlamında. Üçüncüsü de Daniel. Tevrat’ta geçiyor.