Güncelleme Tarihi:
Ören yeri kalabalık, ziyaretçilerin çoğu maalesef Türk. Maalesef demem, döviz geliri açısından değil. Kayaların üzerine ‘bizimkiler’ tünemiş. Allah’tan mangal yapan, termostan çay içen yok. Yok ama, cep telefonuyla kendilerinin ve birbirlerinin fotoğrafını çekiyorlar. Heykellere, manzaraya bakan yok. Küçük bir oğlan çocuğu, kulakları yırtan sesiyle, makineli tüfek gibi tekrarlıyor:
Bir ara otelin sahibiyle çay içiyoruz, muzırlık edip soruyorum:- Hacı, ben boy verdim, bu havuzun derinliği en az 190 santim, belki 2 metre. Ama 168 santim yazıyor?Ufka bakarak ve tespihini şıklatarak beni tersliyor:- 168 santimetredir!Israr ediyorum, olamaz diye.- 168 santimetredir!Muhabir arkadaş göz kırpıyor, üsteleme gibilerinden. Sonra açıklıyor: “Havuz 168 santimden derin olursa cankurtaran mecburiymiş abi...”(Biliyorsunuz, bir aralar turistik tesislerde yüzme havuzu azamî 49,5 metre olurdu, 50 olursa Gençlik ve Spor İl Müdürlüğü kamp için el koyar diye...)
THY bile inanmıyor saatte kalkacağınaŞanlıurfa-İstanbul uçağı sabah 07.10’da güya. THY’nin servisi ise Urfa’dan 6.15’te kalkıyor. Yani yolcular limana saat 6.30’da varıyor. Pilotlar ve hostesler de yolcularla aynı zamanda geliyor. Demek ki THY de saatinde uçmaktan umudu kesmiş.
Zaten uçak 07.35’te kalkıyor.
Bu arada, saat 07.25 olmuş, biz hâlâ kapılar açık, yerimizde duruyoruz. Hostese soruyorum, ‘Yolcu bekliyoruz’ diyor. Derken türbanlı bir kadın ve iki çocuğu geliyor. En öndeki, 1 no.lu koltuğa oturuyorlar. Geçenlerde Ertuğrul Özkök de yazdı ya, hemen kıllanıyorum. Bir ara, kahve servisi yaparken hostese soruyorum:- Kalkış için beklediğimiz bu türbanlı hanım kimin nesi?- Anlayamadım!- Yani bir bakan eşi mi, milletvekili eşi filan mı?Hostes hemen anlıyor neyi ima ettiğimi, gülüyor:- Yok yok, ilgisi yok, halktan insanlar. Güvenlik kontrolleri uzadığı için geciktiler...Biz ‘laikler’ iyice vesveseli olduk artık!Ayrıca, güvenlik kontrollerinin uzaması da kaçınılmaz. Bir defa, dediğim gibi, 07.10 uçağının yolcuları 6.30’larda geliyor. Herkes kapıda yığılıyor. Urfa uçağına bavullar, denkler, torbalar, çuvallar, mal bol... Sonra İstanbul’a gidecek kadınlar, eltilerine, görümcelerine ‘iyi bir evlilik yaptıklarını’ göstermek için ne kadar altın bilezik, beşi bir yerde, burma murma varsa takıp takıştırıyor, cihazdan geçerken bağırtıp duruyor. Erkekler ise üstlerindeki metal eşyayı parti parti çıkarıyor, uyanıklar ya, belki X-Ray cihazına yuttururuz hesabı: birinci düdükte cep telefonunu bırakıyor, ikinci düdükte bozuk paraları, üçüncü düdükte kredi kartını...
Neyse, bu sefer uçakta tüküren, kusan yok da, efendi gibi geliyoruz İstanbul’a...46 dereceden, yağmur ve serine geçiş dışında...
*Ve kıraatın bu noktasında, Bülent kendi kendine söyleniyor:- İyi ki kısa yazdın be Serdar Abi!