Güncelleme Tarihi:
Aslında, araştırıp öğrendikçe, keşifler ve icatlar yaptıkça, ilimde ve fende ilerledikçe... cehaletinin azalacağına arttığını görmek, insanoğlunu için bir kâbus! (Beyniyle düşünenlerden bahsediyorum.)
“20.yüzyılda yaşayan biz insanoğlu, birer ansiklopediyiz artık, birer tarih uzmanıyız, her şeyden haberdarız... Eh, böyle olunca da, belleğimizin artık bizden bir şey saklaması mümkün değil!” diyen bu cümle, muhtemelen, bu dehşeti hafifletmek almak isteyen ‘umutsuz’ aydınların bir şakası.
Oysa Marc Augé diyor ki, “TIPKI DENİZİN KIYIYI ŞEKİLLENDİRDİĞİ GİBİ, BELLEĞİ ŞEKİLLENDİREN UNUTMADIR...”
(*)Yani unutmak, yahut unutkanlık diyelim, sadece hafızanın bir zaafı, işleyişindeki bir arıza değil... Bellek varlığını unutmaya borçlu!
Yani, unutmak bellek için hayatîdir.
Demek ki paradoks: Hatırlamak için unutmak gerek!
Bazen insanoğlunun görevi hatırlamak değil, unutmaktır.
Unutmak, hatırlamayı reddetmek, hatıraları silmek değil. Aksine, hatıraları canlı tutmak ve hatırlamaya değerlere, ‘insanı insan yapanlara’ sadık kalmaktır.
Öyle hatıralar vardır ki, güzelliğinden, tazeliğinden, anlamından kaybetmesin diye, ‘bir şeyleri’ unutmak gerekir.
Günümüzde ‘UNUTMAYACAĞIZ, UNUTTURMAYACAĞIZ’ sivil toplumun amentüsü.
Her gün bir şeyleri ‘hatırlamamız’ isteriyor bizden. Kimi hatıraları yeniden harlamamız, silinmiş izlerin üzerinden geçmemiz için sürekli baskı altındayız.
21.yüzyılda unutmak bize YASAK!
Halbuki UNUTMA denilen işlevin de yeri, önemi ve fazileti var insanoğlu için.
İnsanoğlunun unutmak, unutmayı tercih etmek hakkı olmalı.
Yani unutmak da bir nevi ... İNSAN HAKKI!