Bunca ünlü ismi bu sokak arası, manzarasız, küçük mahalle kafesine mürit yapan ne?
Dönseniz Mustafa Altıoklar’a çarpıyorsunuz, pardon derken Meltem Cumbul’un ayağına basıyorsunuz. Hümeyra bonfile ile zeytinyağlı istiyor. Nejat İşler rakı ve hamsi tavacı. Hatice Aslan’ın çilek takıntısı var. Paso çilekli margarita ve çilekli mojito içiyor. Dilek Sabancı havalı ve aynı zamanda samimi ortamını seviyor. Bir de bahçedeki defne ağaçlarını. Şirin Payzın ise White Mill’de sevdiği insanlarla karşılaşmayı...
Son bir yıldır varsa yoksa White Mill. Cihangir, Susam Sokak’ta. Geçen hafta bir yaşını kutladı. Bir senede edindiği müdavimler arasında Güven Kıraç, Yaşar Gaga, Selçuk Yöntem, Oktay Kaynarca, Burak Kut, Hasan Kaçan gibi bir sürü ünlü isim var. Bir tek Şener Şen, Cihangir’den taşındığından beri daha az geliyor.
Hepsi hepsi 80-100 kişilik bir yer White Mill. İki katlı, arkada kendi bahçesi var. Yüksek tavandan sarkan ampullerle aydınlatılıyor,
Balık Pazarı efekti olmuş, bence çok sevimli.
Ortamı merak ediyorsanız, ne zaman gideceğiniz önemli. Haftasonu gece 11 buçuktan sonra giderseniz daha kulüpvari bir yer. DJ’ler dönüşümlü olarak 80’ler, 90’lar rock ve elektronik çalıyor. Sair zamanlarda kafe-pub. Barda takılan da var, masada ciddi ciddi
yemek yiyen de.
Mekanın sahipleri White Mill’in ünlü barı değil, ünlülerin mahalle barı olduğunu söylüyor: “Zaten birçoğu bu civarda yaşıyor. Kendilerini rahat hissettikleri için de sürekli uğruyorlar.”
White Mill’den canlı bir insanmış gibi bahseden ünlü oyuncu kim? Hangi modacı Viyana’dan gelir gelmez levrek yemeye koşuyor? Levent Yüksel’i kıskanıp doğum gününü orada kutlayan komedyen hangisi?
Yaşam portalı e-kolay, yepyeni bir şehir rehberi hazırladı. Bu ve benzeri bütün sorularınızın cevaplarını e-kolay sitesindeki yeni köşemden öğrenebilirsiniz.
Maria’nın Bahçesi
Bostancı Sahili’nden Küçükyalı’ya doğru giderken tam Adalar’ın hizasına geldiğinizde sol tarafınızda denize bakan çiçekler, yeşillikler içinde, iki katlı bir villa göreceksiniz. Dikkatli bakarsanız küçücük bir tabelada Maria’nın Bahçesi yazar. Çekinmeyin, girin, deniz ürünü ve otlarla aranız iyiyse hiç pişman olmayacaksınız.
Maria Ekmekçioğlu İstanbullu bir Rum. Annesinden öğrendiği İstanbul Rum yemekleriyle meşhur. Billur Kalkavan, Zuhal Olcay, Özgür Çevik, Nilüfer, Süreyya Yalçın ya da Patrik Bartholomeos gibi müdavimlerini saymıyorum artık; ünü Yunanistan’a taştı. Geçen haftasonu bir davet üzerine Selanik’in en şık restoranı Agioli’de hazırladığı mönü kıyamet kopardı. Atina’dan, dergi, gazete, televizyon kanallarının yanı sıra Türk konsolosu da geceye katıldı. Hazırladığı mönü bir ay boyunca servis edilecek.
Zaten Maria Hanım “Selanikliler yemek yemeyi bilmez. Biz gittik de öyle öğrendiler. Aynı şekilde Atina’da da bütün şık lokantalar buradan gidenlerin kurdukları” diyor.
DOMATESLE, KABAKLA AŞK YAŞIYORUMMutfak nerdeyse tamamen deniz ürünleri ve otlardan oluşuyor. Maria Hanım’ın özelliği yemeklerle oynaması. Mesela balığı ızgaraya
atmakla yetinmiyor. Aromasını alsın diye içine otlar dolduruyor. “Aştır, aşk yemek sevdası bu! Domatesle, kabakla, biberle aşk yaşıyorum” diyor çok hafif kırık Türkçesiyle. En çok kalamar akordeon ve midye sarması meşhur. Ama herkes başka bir yemeğine meftun: Rasim Öztekin zeytinyağlı enginarından vazgeçemiyor, Halit Ergenç ahtapotundan. Patrik sırf kırlangıç buğulaması için kalkıyor, Bostancı’ya geliyor.
KÜÇÜKKEN SELANİK’E GİTTİ, EVLENDİ TÜRKİYE’YE DÖNDÜMaria Ekmekçioğlu’nun dedesi Trablusgarp’tan Kurtuluş Savaşı’nın sonuna kadar
Atatürk’ün ordularında savaştı. Madalyaları var. Ailede erkek olmadığından dolayı, dedesinin hatırasını korumak için Maria Hanım kocasının değil, babasının soyadını taşıyor. Küçük yaşta ailesiyle birlikte Selanik’e göç etti. Orada evlendi, üç çocuğu oldu. 13 yıl evlilikten sonra ikinci evliliğini bir Türk’le yaptı, tekrar İstanbul’a döndü. Annesinden öğrendiği yemekleri o kadar iyi yapıyordu ki dostları için Etiler’de mütevazı bir yer açtı. Bu ilk yer Şenay Akay, Haluk Levent, Pınar Altuğ gibi (o zaman Tony’yle birlikte gidiyordu) ünlülerin uğrak yeri oldu. Ruhsat iznini uzatamayınca Anadolu Yakası’na taşındı. Bostancı sahilinde metruk bir sayfiye villasını onardı: Eski Günaydın Et Lokantası. İşe otopark olan bahçeden başladı. Limonlar, portakallar, zeytinler, armutlar, üzümler ve yüzlerce değişik çiçek ekti, mekanın adını da Maria’nın Bahçesi koydu.
BU MUTFAKTAN İÇERİ ERKEK MİDYE GİREMEZİşte o meşhur midye sarma. İstridye kabuğunda geliyor. Hafif kırmızı rengini almasının nedeni dişi İzmir midyeleriyle yapılması. Pilav da bu midyenin kendi suyuyla pişiyor. Maria Hanım midyeciyi en sonunda çıldırtacağım diyor: Tek tek ayıklatıyorum, erkekler bir tarafa, dişiler bir tarafa. Bu mutfaktan içeri erkek midye giremez, hepsi geri gidiyor!
İsimsiz kafeye isim arıyoruzAltıyol, mağazaları, kafe, lokanta ve sinemalarıyla Anadolu Yakası gençliğinin Taksim’i. Tıpkı İstiklal Caddesi gibi Bahariye Caddesi de araç trafiğine kapalı, tramvayla Altıyol’a bağlanıyor. Tramvay yolu Halk Eğitim Merkezi’ni sağda, Adliye’yi solda, Süreyya Operası’nı tekrar sağda bırakıp, büyük boğa heykelini kıçından karşılayarak meydana ulaşıyor. Bu heykel iki yönden pek meşhur: Birincisi fırlamaların rengarenk boyadığı insan kafası kadar testisleri, ikincisi cinsi. Çünkü meydanda dolaşırken, yılların boğası olmasına rağmen hâlâ telefonda birbirine “ben öküzün dibindeyim” diye yer tarif edenlere rastlarsınız.
Gelelim konumuza. Boğanın kıçını kendinize tam cepheden nişan yapın, sağ kolunuza gelen tarafa yeni bir kafe açıldı. Bahçe içinde, meydanın cıvıltısını gören, camekanlı, şirin bir yer. Ama ismi yok. Kafeye ismini müşterileri verecek. Bir ay süre koymuşlar, gidip form dolduruyorsunuz, eğer sürenin sonunda sizin öneriniz kabul edilirse artık oranın devamlı konuğusunuz, gittiğinizde her şey beleş.
Valla tanıtım açısından çok iyi fikir! Ben bile şimdiden isim düşünmeye başladım.