Güncelleme Tarihi:
Sonbahar iyiden iyiye kışa dönüyor artık. Her sene bu zamanlar gelip bütün bedenime, ruhuma yerleşen o nihayetsizmiş gibi hissettiğim mutsuzluk hali yine üzerimde. Gözlerim şiş, saçlarım tarazlanmış, boğazımda bir ağrıyla giriyorum fotoğraf stüdyosuna. Kapıdan içeri girdiğimde, sol köşede tam görüşümün ortasına düşüyor Ceyda’nın güzel yüzü.O hiç değişmeyen güzel sesiyle, “Hoş geldin İclalcim” diyor. Bir süre Ceyda’nın poz verişini izliyorum.
Dışarıda yağmur var. Yıllar yıllar öncesine gidiyorum. Yağmurlu bir günde küçücük bir evde karşılıklı halının üzerine oturmuşuz. Koyu renk eşofmanlarımız, siyah hırkalarımızın içindeyiz. İçimiz de dışımız gibi karanlık. Ceyda deli gibi yemek yapıyor o vakitlerde. Kekler çırpıyor, hamurlar yoğuruyor; kalıplar, tencereler arasında dövüşüyor adeta talihiyle...
Sonra yine bir zaman geçiyor. Güneşli mutlu bir yaz günü. Kucağımızda bir koca kase yeşil erik. Bir başka yeni evindeyiz ve yine yerde oturuyoruz. Üzerimizde çiçekli, renkli, şifon elbiseler. Kitaplarından, fotoğraf makinesinden çıkanlarla bölmeler, duvarlar yapmış kendine yeni evinde. Bütün öğleden sonra bize eşlik eden arka bahçesindeki ağaçların hışırtısı ve yeşil ışıklı güzelliği hâlâ aklımda. Elleri hep çalışıyor, hep şekillendiriyor hayatını.
KIZIM MUCİZESİNİ KENDİ YARATTI
Sonrasını hep gazetelerden okumuş, ortak arkadaşlarımızdan duymuş, ayaküstü karşılaşmalarda konuştuklarımızla tamamlamışım.
Evlenmiş, anne olmuş... Sonra ayrılmış çocuğunun babasından. Şimdilerde iyiymiş. Çok çok iyiymiş. Ve işte karşımda oturuyor. Zarif, güleç, sevecen, güzel...
Bazı sorular var, sorarken insan resmen kıvranıyor. Şimdi konuşma kaydımızı dinliyorum da, “Melisa’nın durumu nasıl?” diye röportaja başlarsam onun moralini bozar mıyım diye o kadar çekinmişim ki... Ama Ceyda yine çok sakin ve aynı kesinlikle yanıt vermiş.
“Çok daha iyi. Yani onun gibi üç kez ölümün kıyısından dönmüş, zorlu bir yaşam mücadelesi vermiş, talihsizlikler yaşamış bir bebek için bir mucize bugün...”
Melisa’nın doğum serüvenini çoğunuz biliyorsunuz. 78 gün bir hastane odasında ayakları yukarıda yatarak bebeğini bekleyen Ceyda, erken doğum yapmış, çocuğunu doğumundan sonra bir buçuk ay kuvözde, kucaklayamadan, emziremeden izlemek zorunda kalmıştı. Küçük Melisa çok ciddi bir yaşam savaşı vermiş ve kazanmıştı. Ceyda Düvenci, “Allah kimseyi evladıyla sınamasın” diyor ve ekliyor: “Aslında bu konuda çok konuşmak ve birebir detaylarıyla anlatmaktan yana değilim. Nihayetinde bu onun hayatı ve bir gün, büyüdüğünde bunların bilinmesini ne kadar ister diye düşünüyorum.”
Açıkçası, insanların kederli ve kabuklu yaraları etrafında dolaşmaktan hep ürkerim. Hep ya üzersem korkusu vardır üzerimde. Yine korkuyorum ama bu röportaj denilen işin içine her şey dahil. Yine tedirginlikle devam ediyorum, “Yani son durumu nasıl? Nedir tam olarak hali?” “Dediğim gibi pek sevmiyorum bu konuda konuşmayı. Ama özetlersek günde sekiz saat fizik tedavi yapılıyor. Üç yaşına gelmek üzere. Yeni yeni yürümeye başladı. Atlattığımız sorunlar çok ciddiydi. Elbette bu sorunların yansımaları, etkileri olduysa da yeni bir şey eklenmedi. Bu bir şanstı. Üç yıldır doktor kontrolünde ve ona çok iyi bakan bir ablayla, hep birlikte yaşıyoruz. Ama Melisa çok dirençli bir çocuk. Mucizesini kendi yarattı. Biz de o mucizeyi izliyoruz sevinçle.”
BEN SUÇLU OLDUĞUM İÇİN YAŞANMADI BUNLAR
Yaşadığımız onca şeyden sonra bazen arkadaşlarımı dinlerken anlattıkları, takıldıkları şeylerin aslında hakikaten hiç dert edilecek şeyler olmadığını fark ediyor ve dile getiriyorum. Kendimizi üzdüğümüz, hayatın merkezine koyup yıprattığımız o küçük şeylerin hiçbiri gerçek dert değil” diyor.
“Hiç kolay bir hayat olmadı senin hayatın. Annenin geçirdiği kaza ve sonrası... Sonra kızının rahatsızlığı... Hiç ‘neden ben’ dedin mi? Neden benim başıma geliyor bunlar diye isyan ettin mi?” diye soruyorum.
Bütün dikkatiyle beni dinliyor. Ardından hiç duraksamadan yanıt veriyor. “Hep dedim... hep dedim. Melisa’nın doğumunun ardından ilk bir hafta hep bu vardı kafamda. Doktorlar gelip de Melisa’nın durumunu söylediklerinde iki gün vurgun yemiş gibi bunu düşündüğümü hatırlıyorum. Ama o da bir yerde duruyor. Faruk Dilaver isimli çok değer verdiğim bir büyüğüm vardır. Hep Yunus Emre’yi anlattı. Başka bir dünyanın kapılarını açtı bana. ‘Çocuğun seni seçtiyse, bunlar başına geldiyse, bir nedeni olmalı. Bir düşün ve tevekkül et’ dedi. Tevekkül noktası o kadar zordu ki sana anlatamam. İnsanın başına gelenleri kabul etmesi çok zor. Bir şekilde başımıza gelen kötü bir olayda önce kendimizi sorgulamayı öğretmişler bize. Ne hata yaptım acaba diye düşünmek yanlış. En büyük kabahatte bile sorgulamamalısın, çünkü mutlaka bir sebebi var yaptığımız her şeyin. Hepsinin bir sebebi var. Her zerre, her olay, her hareket bir sebeple burada. İşte bunu kabul ettiğin vakit ‘neden ben’ diye sormuyorsun. Ben suçlu olduğum için olmadı ki bütün bunlar, olması gerektiği için oldu.”
“BİRİ BENİ DE SARIP SARMALASIN” DİYORDUM
“Kendini nasıl buluyorsun peki şimdi? Nasıl biri yaptı seni bütün bu yaşadıkların?” diyorum. Bir süre bakıyor bana ve sonra anlatmaya başlıyor: “Değiştim. Çok değiştim hem de. İyi ki yaşadım bunları. İyi ki başıma geldi hepsi. Şanslı biriyim ben. Melisa beni seçtiği için, böyle bir hayatım olduğu için. Ama elbette yaşarken kırıldığım, ağladığım ‘Biri de beni sarıp sarmalasın’ dediğim günlerim, zamanlarım oldu. Ama bütün bunlar beni çok güçlü biri yaptı. Farkında biri yaptı. Artık biliyorum ki benim mutluluğum çok önemli. O mutluluğu koruyup kollamalıyım.”
“Hiç mi içine kapanmadın, hiç mi kabuklanmadın?” diye soruyorum.
“Kapandım. Bu bir ihtiyaç haline dönüşmüştü sanki o anda ve sanırım kendi içimde kendi gücümle karşılaştım. Çok da iyi oldu. Bir başkasının gücüyle, desteğine ihtiyaç duymadan ayakta kalmayı başarabileceğimi gördüm. Kendi gücümü keşfettim ve inandım. Motivasyonu, morali başkalarından almaya çalışınca başka yükler veriyorsun insanlara ve insanlar bu yüklerden bir zaman sonra yoruluyor. Oysa kimse kimse için bir şey yapmak zorunda değil. Bu özgürleştiren bir farkındalık” diyor.
UMMADIĞIM BİR ANDA GELDİ AŞK
Ve aşk... Ceyda Düvenci, çok eski bir arkadaşıyla, balet Can Tunalı’yla yıllar sonra Bodrum’da karşılaşmış ve bir zaman sonra birlikte olmaya başlamışlar. “Hiç ummadığın bir anda başına gelen şey işte aşk” diyor.