Güncelleme Tarihi:
Çıkışını aynı zamanda ilk uzun metraj filmi olan "Dilber'in Sekiz Günü" ile yapan, filmdeki rolüyle Bursa İpekyolu Film Festivali'nde 'en iyi kadın oyuncu' ödülü alan Nesrin Cavadzade, "Memleketim henüz benim farkımda değil. O yüzden bir burukluk var" diyor.
Bursa İpekyolu Film Festivali’nden en iyi kadın oyuncu ödülü aldınız, bunu bekliyor muydunuz?
- Açıkçası şansımın az olduğunu hiçbir zaman düşünmedim, ama sonuçtan da mutluyum tabii... Verilmiş olması ruhumu okşasa da ödülü alamamak beni demoralize etmezdi.
“Festivalde devler var” demiştiniz. Onların arasında kendinizi nasıl hissettiniz?
- Tabii ki festivallerde alınan ödüllerin önemli bir prestiji var ve hepimiz bunu almak istiyoruz. Ama ödül ile çok iyi oyuncu olmak arasında bir bağlantı yok.
Ödül alıp bunu iyi değerlendirememiş oyuncular görmedik mi?
Ödül alıp ertesi gün hiçbir şey yapmasan ne olur ya da o ödülü almadan dünyanın en büyük oyuncusu olsan ne olur? Ödül aldığımda kendimi onore olmuş hissederim, hepsi bu... Elbette büyük kadın oyuncuların arasından seçilmek bana çok büyük zevk verir, ama dediğim gibi bu iyi oyunculuk için bir kıstas değil. Dolayısıyla rahattım. Bulunduğum ortamın tadını çıkardım.
Bu sezon “Pazar-Bir Ticaret Masalı”, “Gitmek-My Marlon and Brando” ve “Dilber’in Sekiz Günü”nde oynadınız. Bu hızlı tempo sizi yormadı mı?
- “Pazar-Bir Ticaret Masalı” ve “Gitmek-My Marlon and Brando”da küçük rollerim vardı ama “Dilber’in Sekiz Günü”nde başroldeydim. Her film arasında 8-9 aylık uzun zaman dilimleri vardı. Bu yüzden yüksek bir tempo sayılmazdı. Hepsini üst üste izleme fırsatı bulduğum Antalya Altın Portakal’da ise çok mutluydum. Farklı bir deneyimdi benim için...
“Dilber’in Sekiz Günü”nün yönetmeni Cemal Şan, Dilber karakterinin aslında kendi teyzesi olduğunu söylemişti...
- Cemal Şan, bu hikayenin gerçek bir olaydan yola çıkılarak oluşturulduğundan bahsederken “Bu kişiyi tanıyorum” dedi ve söz konusu kişinin kendi teyzesi olduğunu dile getirdi. Tabii ki birebir bir anlatım yok, daha çok esinlenme diyebiliriz. Teyzesi de Doğu’daki şartlara göre son derece cesur bir kadınmış ve ondan esinlenerek bu senaryo ortaya çıkarılmış. Tabii bunun açıklanması hikayenin büyüsünü biraz bozdu.
Şöhret olmak konusunda ne düşünüyorsunuz? Sonuçta insanlar henüz sizi sokakta tanımıyorlar...
- Benim için bu eşi bulunmaz bir şey... Filmin yıkanıp basıldığı stüdyoda Cemal Şan’a “Bu kızı Mardin’de nereden buldun?” diye sorular geliyordu. Bir oyuncu için daha büyük bir onur olamaz. Bu mutlulukla hayatımın sonuna kadar yaşayabilirim. Çünkü bana bakınca benim oradaki karaktere hayat verdiğimi anlamıyorlar. Bir şey ekleyeyim bu arada... Ben, oyuncuların bir marangoz ya da bir doktordan daha değerli bir iş yapıyormuş gibi görünmelerine, gösterilmelerine anlam veremiyorum.
Altın Portakal’da ödülü Nurgül Yeşilçay almıştı. Peki sizin favoriniz kimdi?
- “Vicdan”daki rolüyle Tülin Özen’i çok beğendim. Ben anlamlı bakan yüzleri seviyorum. Bu da güzellikten çok farklı bir şey... Tülin işte öyle bir yüze sahip.
Bursa İpekyolu Film Festivali’nden en iyi kadın oyuncu ödülü aldınız, bunu bekliyor muydunuz?
- Açıkçası şansımın az olduğunu hiçbir zaman düşünmedim, ama sonuçtan da mutluyum tabii... Verilmiş olması ruhumu okşasa da ödülü alamamak beni demoralize etmezdi.
“Festivalde devler var” demiştiniz. Onların arasında kendinizi nasıl hissettiniz?
- Tabii ki festivallerde alınan ödüllerin önemli bir prestiji var ve hepimiz bunu almak istiyoruz. Ama ödül ile çok iyi oyuncu olmak arasında bir bağlantı yok. Ödül alıp bunu iyi değerlendirememiş oyuncular görmedik mi? Ödül alıp ertesi gün hiçbir şey yapmasan ne olur ya da o ödülü almadan dünyanın en büyük oyuncusu olsan ne olur? Ödül aldığımda kendimi onore olmuş hissederim, hepsi bu... Elbette büyük kadın oyuncuların arasından seçilmek bana çok büyük zevk verir, ama dediğim gibi bu iyi oyunculuk için bir kıstas değil. Dolayısıyla rahattım. Bulunduğum ortamın tadını çıkardım.
Bu sezon “Pazar-Bir Ticaret Masalı”, “Gitmek-My Marlon and Brando” ve “Dilber’in Sekiz Günü”nde oynadınız. Bu hızlı tempo sizi yormadı mı?
- “Pazar-Bir Ticaret Masalı” ve “Gitmek-My Marlon and Brando”da küçük rollerim vardı ama “Dilber’in Sekiz Günü”nde başroldeydim. Her film arasında 8-9 aylık uzun zaman dilimleri vardı. Bu yüzden yüksek bir tempo sayılmazdı. Hepsini üst üste izleme fırsatı bulduğum Antalya Altın Portakal’da ise çok mutluydum. Farklı bir deneyimdi benim için...
“Dilber’in Sekiz Günü”nün yönetmeni Cemal Şan, Dilber karakterinin aslında kendi teyzesi olduğunu söylemişti...
- Cemal Şan, bu hikayenin gerçek bir olaydan yola çıkılarak oluşturulduğundan bahsederken “Bu kişiyi tanıyorum”
dedi ve söz konusu kişinin kendi teyzesi olduğunu dile getirdi. Tabii ki birebir bir anlatım yok, daha çok esinlenme diyebiliriz. Teyzesi de Doğu’daki şartlara göre son derece cesur bir kadınmış ve ondan esinlenerek bu senaryo ortaya çıkarılmış. Tabii bunun açıklanması hikayenin büyüsünü biraz bozdu.
Şöhret olmak konusunda ne düşünüyorsunuz? Sonuçta insanlar henüz sizi sokakta tanımıyorlar...
- Benim için bu eşi bulunmaz bir şey... Filmin yıkanıp basıldığı stüdyoda Cemal Şan’a “Bu kızı Mardin’de nereden buldun?” diye sorular geliyordu. Bir oyuncu için daha büyük bir onur olamaz. Bu mutlulukla hayatımın sonuna kadar yaşayabilirim. Çünkü bana bakınca benim oradaki karaktere hayat verdiğimi anlamıyorlar. Bir şey ekleyeyim bu arada... Ben, oyuncuların bir marangoz ya da bir doktordan daha değerli bir iş yapıyormuş gibi görünmelerine, gösterilmelerine anlam veremiyorum.
Altın Portakal’da ödülü Nurgül Yeşilçay almıştı. Peki sizin favoriniz kimdi?
- “Vicdan”daki rolüyle Tülin Özen’i çok beğendim. Ben anlamlı bakan yüzleri seviyorum. Bu da güzellikten çok farklı bir şey... Tülin işte öyle bir yüze sahip.