Uç Nesibem uç!

Güncelleme Tarihi:

Uç Nesibem uç
Oluşturulma Tarihi: Mart 17, 2004 18:08

Bak bakalım sevgili Eda, bal arıları mı daha kahraman, yoksa bizim şu köşedeki blucin yıkama atölyesinde çalışan, Fikirtepe’de yaşayan Nesibe mi?

Haberin Devamı

Yunanistan’ın “ümit vaat eden genç yazarlarından” Evangelis Haciyannidis. Franızcaya da tercüme edilen romanının adı “Meleklerin Balı.” Bu ilk romanın nasıl doğduğunu bakın nasıl tatlı tatlı anlatıyor (iğrenç bir espriydi, özür dilerim):

“Aklımda ilk şekillenen romanın kahramanları değildi, ana fikri bile değildi. Bir histi. Balın tadını düşünmeye çalıştım, otları, çiçekleri, poleni, bal yapmak için arıların topladığı her şeyi. Gide gide, “mükemmel, ideal bir bal formülü” bulmak için, kahramanımın yapacağı arayışları, denediği karışımları hayal ettim. Romanım böyle bir fikirden yola çıktı, biraz garip bir fikir yani...”

Kitabın ilk bölümünde de, bu “alegorik” arayış anlatılıyor, bir arıcı ile bir tuhaf kadın “tanrıların iksiri” yahut “ölümsüzlük içeceği” gibi bir bal elde edilmeye çalışıyor. “Meleklerin balı” dedikleri iksiri bulmak için, çiçekleri üçe ayırıyorlar: leylak gibi, çilek fidanı gibi şekerli parfümü olanlar; limon ağacı gibi, turunç gibi ekşi bir kokusu olan bitkiler; ve kekik gibi, çam gibi “kuru” kokulu bitkiler... Bütün mesele, bu üç aroma arasındaki “mükemmel ölçütü” yakalayarak “meleklerin balı”nı elde etmek...

Haberin Devamı

Dedim ya, alegorik bir kitap, beklenmedik çalkantılar yaşanıyor ikinci bölümde...

Tam kendimi bu kitaba kaptırmışken, Eda bir e-posta gönderdi bana, arılarla, balla ilgili. (O da bir yerde okumuş da beğenmiş bu yazıyı...)

Şöyle diyor:

500 gram bal için arılar, 3 milyon 750 bin defa çiçeğe konup kalkıyor. Bir kg bal için 40 bin arı, 6 milyon çiçeği dolaşıyor. Bal arıları bir peteği doldurabilmek için 100 milyon çiçeğin nektarını alıyor, 100.000 km kanat çırpıyor. Bu çılgın çalışmanın arasında, dönüp etrafına “Acaba öbür arılar da benim kadar çalışıyor mu?” diye bakan çıkmıyor. Birbirlerine tam bir güven içinde sadece hedeflerine odaklanmışlar!... Neredeyse kölesi olduğumuz bilgisayar saniyede 16 milyar işlem yaparken, bilgisayarın doğadaki rakibi bal arıları bu sürede daha az enerji harcayarak 10 trilyonluk işlem yeteneğine sahip.

Bir koloninin (kullanılabilir yani üretici tarafından satılabilir) 1 kilo bal üretmesi için, 8 kilo bal tüketmesi gerekiyor. Bu da, aynı koloninin 6 kere dünyanın çevresini dönmesi demek...

Haberin Devamı

Onlar bu işi canla başla yapıyorlar ve genetik olarak nesilden nesile aktarılmış bir tembellik asla söz konusu olmamış!

Bu arı cumhuriyetinde cinlik yapmak için 'Birkaç gram bal da kendime saklayayım' diye peteği hortumlayana da şimdiye dek rastlanmamış.

Hepsi güneşin 'Kalk!' ziliyle çalışmaya başlıyor, güneşin ‘Paydos!' ziliyle dinlenmeye çekiliyorlar. Hiçbir arı, “Kraliçe Hanım işin kaymağını yiyecek diye ben geberene kadar çalışmam abi...' dememiş ve kovandan çıkınını alıp yollara düşmemiş, başka bir kovanda cumhuriyet kurmayı düşünmemiş! Karşı kovandakileri kıskanıp o peteğe dadanmamış!

Arı, vücut ağırlığının 330 katı yük çekiyormuş. Her bir petek gözünün altıgen prizma şeklinde inşa edilmesi esas peteğin direncini sağlıyormuş. Bu nedenle kilolarca balı rahatlıkla taşıyabiliyormuş. 'Gerçekten de en az balmumu harcayarak, maksimum ölçüde bal depolamak için en uygun şekil, arıların inşa ettiği altıgen prizmadır' diye onaylıyor fizikçiler.

Hadi bakalım arılardan özür dileyelim, onlara 'hayvan' dediğimiz için. Elin hayvanı bir düzen tutturmuş, milyonlarca yıldır hayatına fesat sokmadan sürdürüyor sorumluluğu.

Arıların 'ayıkla pirincin taşını' diye bir sözleri yok.

Başka arıların yaptıklarını, onlar hayatlarını kısıtlayarak temizlemek zorunda değiller!..

Siz hiç arıyı sokan bir arı biliyor musunuz?

*

Haberin Devamı

Yabancı bir dilden, muhtemelen İngilizce’den çevrilmis havası veren bu yazı için Eda’ya teşekkür ediyorum.

Çatalca’da bizim de birkaç arı kovanımız vardı. Bilfiil uğraşmasam da, arı hayranı babamdan çok dinledim bu mucize hayvanların hikayesini.

Ama Sevgili Eda’ya bir iki notum da benim var.

Mesela bal arılarında “kast sistemi” vardır, bilir misin? İşçi arılar, asker arılar, bir kraliçe... Bir kasttan diğerine geçmek mümkün değildir. Öyle iyi okumakla, çok çalışmakla filan, olmaz. Yani “işçisin sen işçi kal” hesabı.

Sonra kraliçe arıyla bir avuç damızlık hariç, diğer arıların cinsel hayatı yoktur.

Kraliçe arı da senede bir kere çiftleşir. Çiftleşeceği erkeği de bir “Biz Evleniyoruz” yarışmasıyla belirler. Çok güçlü kuvvetli olan (diğerlerinin bir mislidir boyu) kraliçe arı, gökyüzüne doğru var gücüyle uçmaya başlar, erkek arılar da peşinde, tutan öpecek... Zayıflar, nefesi kesilenler yolda dökülür, telef olur gider. En sağlıklısı, en güçlüsü sona kalır ve kraliçeyi döllemeye hak kazanır. O garip de, üç saniyelik bir keyiften sonra, yetişen asker arılar tarafından sokularak öldürülür. (Yani arı arıyı sokar!)

Haberin Devamı

Arıların çoğunun ömrü, kovanın içinde, güneşi bile görmeden, köle gibi çalışarak geçer. Genelde vakitlerini bebek bakarak geçirirler.

Doğru, kimse “acaba yandaki arı benim kadar çalışıyor mu” diye bakmaz. Deli gibi çalışır.

Tıpkı bizim buradaki blucin yıkama atölyesinde çalışan Nesibe gibi. Sabah güneş yükselirken buz gibi evde uyanır. Sobayı yakar. Çocukları uyandırır, yedirir, içirir, okula götürür. Acele eve döner çünkü bu arada Hamit uyanmıştır. Allah’tan üç gün aynı çamaşırı giyer de “Nerede lan benim donum!” diye bağırmaz. Nesibe onu da doyurur, giydirir, kahveye gönderir. Koşturarak çıkar evden. Bir minibüse atladı atladı, yoksa köşeye kadar yürür. Oradan servise biner. Saat 9’a doğru atölyeye gelir. Akşam hava kararana kadar ayakta çalışır, bacakları şişer, sırtı tutar. Bir servisle (şanslı kadın! servis var, yoksa üç otobüs, iki minibüs...) kavşağa kadar gelir. Bir koşu çocukları okuldan alır. Pazara koşarlar beraber. Bu saatte artık, kalan sebze bir nebze ucuzlamıştır Allah’tan. Ellerinde torbalar, çocuklar sızlana sızlana, eve gelirler. Bu sırada Hamit “Ne yiyok lan bu ahşam?” diye böğürmeye başlamıştır bile... Bu hayat böyle sürer. Hafta sonu temizliğe de gider Nesibe. Başkalarının yaptığı pisliği temizlemeye...

Haberin Devamı

Haa, unutuyordum, Nesibe’nin bal arılarına ilaveten bir eziyeti daha vardır katlanması gereken: Ne işçi arılar gibi sıfır, ne kraliçe gibi senede bir... Nesibe’nin senenin 300 günü cinsel hayatı vardır, maalesef. Çocukları bir şekilde uyutup, ağzı soğan kokan bir ayıyla çiftleşmesi gerekir onun...

Kraliçe gibi ekmek elden gölden yaşamaz, ama neredeyse bir o kadar doğurur Nesibe.

Evet Eda, emin ol Nesibe’nin işi arılarınkinden de zordur.

Ayrıca, “yandaki arı benden çok mu çalışıyor” diyecek zamanı yoktur belki de, “kraliçe arı yattığı yerde (gerçekten bir çok kraliçe arı ‘sırt üstü yatarak’ ve Nesibe’nin her gece yaptığını haftada iki kere yaparak milyarlar kazanır bizim kovanda) niye benim bin katım para kazanıyor?” diye soracak kadar beyni de vardır talihsiz kadının...

Kimse onu böyle hayvan yerine koyduğu için özür de dilemez üstelik...

Ayrıca, genetik bir tembelliği olsa kaç yazar...

Çakarsın ağzının orta yerine iki tane...

 

Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!