Üç farklı kuşağı kitaplarıyla büyüten yazar GÜLTEN DAYIOĞLU

Güncelleme Tarihi:

Üç farklı kuşağı kitaplarıyla büyüten yazar GÜLTEN DAYIOĞLU
Oluşturulma Tarihi: Nisan 12, 2010 12:22

'Üç Kuşağın Yazarı' unvanıyla anılan çocuk ve gençlik kitapları yazarı Gülten Dayıoğlu, anılarıyla harmanladığı Yaşadıklarım ve Düşlediklerim adlı yeni kitabında bir ömre sığdırdığı yetmiş iki kitabının oluşum serüvenlerini anlatıyor.

Haberin Devamı

Ezgi ATABİLEN

Dayıoğlu ile Altın kitaplar tarafından yayımlanan kitabını ve yazarlığını konuştuk.

Kitabın kapağında “Yetmiş İki Kitap, Bir Hayat” yazıyor. Sahi, bir ömre yetmiş iki kitap nasıl sığar?
-İlk kitaptan bu yana kırk yedi yıl geçti. Kitapların akışı yeni kitaptan da takip edilebiliyor. Kırk yedi yıl içerisinde irili ufaklı bu kadar kitap üretebildim. Bu kitap yetmiş üçüncü oluyor.

Ülkemizde daha önce denenmemiş bir tarz bu. Peki, bu tarzın adına ne diyeceğiz?
-Hiçbir şey demeyeceğiz. Bu kitabın bir bibliyografya, deneme veya otobiyografi olduğunu söyleyemiyoruz. Anı kitabı olduğunu da söyleyemeyiz. Kendine özgü, güzel, yepyeni bir tür bu; anılar, kitaplar, fikirler, yaşam öyküm, her şey birbirine sarmal halde. Sadece yeni bir tür olduğunu söyleyebiliriz.

Haberin Devamı

‘Üç Kuşağın Yazarı’ Gülten Dayıoğlu’nun bu kitabı çok geniş bir kitleye hitap ediyor, değil mi?
-Evet, kitaplarımı eskiden okumuş olan meraklı okurlar bu kitapta sorularına aradıkları cevapları bulacaklar. Yeni kuşaklar da eserlerimi izlerken onların kökenlerine inip, zihinlerine dolanan soruların yanıtlarını burada bulabilecekler. Ben bu kitaba “Kitaplarımın Kitabı” diyorum.

ÇOCUK EDEBİYATI DEYİNCE ODUNLA KOVALIYORLARDI

Yetişkinler için yazmak ile çocuklar ve gençler için yazmak arasında bırakan çelişkiden söz ediyorsunuz. Nasıl kurtuldunuz bu çelişkiden?
-Benim ilkokul üçten beri yazma bilincine adım attığımı biliyorsunuz. Ama yazdıklarım çok iyi bildiğim kadınların ve ezilmiş, yoksul kesimin öyküleriydi. Varlıklı bir ortamda doğmadık. Biz de çok sıkıntılar yaşadık. Neredeyse ülkenin sıkıntısının içine doğmuşuz. İkinci Dünya Savaşı zamanlarına denk geliyor benim doğumum. Özetle, yokluğu biz de tattık. Bu ortamda içime neler işlediyse onları yazıyordum. Öğretmen olduktan sonra ise ayağım suya erdi. Çocuğu tanıyıp onunla bütünleştim. Öğrencilerime okutacak kitap da bulamıyordum. “Çocuk Edebiyatı” deyince odunla kovalıyorlardı. Yok öyle bir şey, çocuk her kitabı okuyabilir, diyorlardı; fakat ben burnumun dikine giderek “Çocuk Edebiyatı” demeyi sürdürdüm. Çocuklarıma, yani öğrencilerime, bir şeyler öğretmeye başlamıştım bile. Çocuk öyküsünü yazmaya da yatkın değildim üstelik. Edebi türde öykü yazıp dururken çocuklar için yazmaya başlamak kolay mı?  

O yetiyi nasıl kazandığınız peki?
-Öğretmenliğin çok büyük katkısı oldu. Kitapta da belirttiğim gibi sosyal dosya tutma zorunluluğu vardı. Ben çocukları öyle bir gözlemlerdim ki aile yapısından yalan söylemesine, başkasının eşyasını izinsiz almasından, asıl sözünü söylemeye kıyamam, temizliğine kadar her şeyi dosyaya kaydederdim. Herkes benim kadar incelikli olarak yapar mıydı, bilmiyorum; çünkü öğretmen olduktan sonra pedagoji, psikoloji dallarında yetkin olmadığım için o alanlarda da kendimi geliştirdim. O sırada çocukla bütünleştim. Çocuklar için yazmayı nasıl öğrendim biliyor musunuz? Kendi çocuğuma öykü anlatarak. Çünkü çocuk seçici oluyor ve her şeyi yüzünüze söylüyor. Bunu bana bir daha anlatma. Dün anlattığın vardı ya hani, onu anlat, diyor. Anladım ki ben bir hazine buldum. Öğrencilerime de anlatmaya başladım. Soru sorar, ilgi duyarlarsa onun iyi olduğunu anlıyordum. Böyle böyle kolumun altında bir dosya oluştu. O dosyayla Cağaloğlu’nda iki yıl kapı kapı yayınevi dolaştım, ama kitaplarımı yayınlatmayı başaramadım.

Haberin Devamı

AYŞEGÜL’Ü TÜRKÇEYE UYARLARKEN ÇOK ŞEY ÖĞRENDİM

Sonra yayınlatmayı nasıl başardınız?
-O iki yıl içerisinde bir sürü serüven yaşadık. En sonunda bir yer kabul etti ve dosyadaki öykülere bakıp onları çok sevince daha fazlasını getirmemi istedi. Bu bir formalık kitaplardan sonra art arda on kitabım çıktı. Bu kitaplar tüm Anadolu’ya yayıldı. O kitapların ardından Ayşegül serisini Türkçeye uyarlamam istendi. O da çok büyük bir deneyim oldu benim için. Oradan işin sistematiğini öğrendim. Sonra söz verdim kendime. Ben de yerli kahramanlarla, kendi olaylarımızı içeren böyle yazılı bir kitap yazacağım, dedim ve yıllar sonra yirmi kitaplık bir seri olan Ece ile Yüce’yi yazdım.

Haberin Devamı

BİR TEK DİRENCİM ÖRNEK OLABİLİR

Özellikle genç kuşak tarafından çok sevilen bir yazarsınız. Kitap yazarlık serüveninizi de içeriyor, dedik. Yazar olmak isteyen genç kuşak sizin öykünüzden kendisi için birtakım ipuçları edinebilir mi?
-Her yiğidin bir yoğurt yiyişi var. Bu yazarlığın reçetesi yok. Yetenek doğuştan geliyor. Ama bu yetenek nereye yönelecektir; bilinmez. Ben yolumu böyle çizdim. Başka bir kişi başka bir yol seçer ve başka bir biçem oluşturur. Burada örnek olabilecek tek bir nokta olabilir. O da benim direncimdir. Yılmadan, düşe kalka da olsa yolumda devam etmem genç kuşağa örnek olabilir. Belki bir başkası benim gibi emekleyerek başlamaz bu serüvene. Ama çıraklık yıllarımı da hiçbir şeye değişmem. Tam usulü ile başladım ben yazarlığa. Önce çıraklık, sonra kalfalık geldi. Bugün içinse ustalık demek bize düşmez.


 

Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!