Güncelleme Tarihi:
İsmail Türkmen / citizenoff@gmail.com
En yakınlarımız ölüyor, ruhumuz bile duymayabiliyor. Birilerine yardım etmek, dertlerine derman olmak istiyoruz ama yüzümüze gözümüze bulaştırıyoruz. Ya da dönem dönem gözümüzü para hırsı bürüyor ve bu uğurda her şeyi arkamızda bırakıp uçuyoruz bir yerlere. Kırk yıllık dostlarımızla ancak kırk yılda bir oturup iki çift laf ediyoruz. Bazen istemeye istemeye karımızı ya da kocamızı “aldatıyoruz”... Daha neler yapıyoruz ve gün geliyor bütün bunlara ağlıyoruz. Ya da başkalarından, olmadı kendimizden af dileme seanslarına başlıyoruz.
Finlandiyalı sinemacı/yönetmen Mika Kaurismäki, hikayesi Helsinki’nin buz gibi havasında geçen ama içimizi ısıtan filmi “Kolme Viisasta Miestä”da (Üç Bilge Adam) insan olarak maruz kaldığımız pek çok duygu ve olayı derinlikle aktarıyor beyazperdeye. Matta İncili’nde ve Hıristiyan mitolojisinde geçen “Üç Kral” ya da “Üç Bilge Adam”a gönderme yapan senaryoyu bir masal tadında izlerken, arada, insanlığın ezeli durumlarını harika bir tınıyla anlatan Fin şarkıları dinliyoruz. Filmin en başarılı olduğu noktalardan biri de, bu kadar zengin bir tema listesiyle karşımıza çıktığı halde bizi yormaması, hatta beynimize ve ruhumuza büyük ölçüde dinginlik getirmesi.
Polis müfettişi Matti (Pertti Sveholm), fotoğrafçı Erkki (Kari Heiskanen) ve aktör Rauno (Timo Torikka) uzun süredir bir araya gelememiş çocukluk arkadaşlarıdır. Uzun süredir Paris’te çalışan Rauno, oğlunu ve eski karısını görmeye Helsinki’ye geldiğinde ayrıldığı karısının öldüğünü öğrenir. Kadının bulunduğu hastaneye gider ve orada kendisine öfke saçan oğlundan dayak yer. Matti’nin karısı yeni doğum yapmıştır ama çocuk kendisinden değil, her kadını ayartabilen çapkın dostu Erkki’dendir. Bunu öğrenince karısına sadece “Biliyordum zaten, gözlerinden anlamıştım” der, Erkki’yi arar, “Bir yerde buluşup iki kadeh bir şeyler içelim” deyip olur alınca da tabancasını kapıp çıkar. Bu arada Matti aradığında da, epeydir ölümcül bir hastalıkla boğuşan Erkki zehir içerek intihar etmek üzeredir. Ve işte bu koşullar altında üç eski dost bu Noel akşamında bir karaoke barda bir araya gelir.
Batı resminde sayısız tabloya kaynak oluşturan Üç Bilge Adam hikayesi/efsanesinin (bazı Hıristiyanlar, İsa’nın doğumunu kutlamaya gelen ve hediyeler getiren üç bilgenin gerçek olduğuna inanırken diğerleri bunun sadece hoş bir söylence olduğunu düşünüyor) tamamlanması için bir de Meryem ve İsa olması gerekiyor tabii. İşte bu üç bilge adamın çilingir sofrasına sonra Magdaleena (Irina Björklund) adında esrarengiz bir kadın ve Rauno’nun öfkeli oğlu Tero da (Tommi Eronen) katılıyor. Söylencenin tersine burada ev sahibi üç bilge adam, misafirler ise “Meryem ve İsa.” Bu tersine simgeselliğin, dünyanın gidişatına dair bir çıkarıma işaret etmesi de olası.
‘DOĞAÇLAMA DEĞİL SEZGİ’
Film boyunca hikaye tertemiz bir ırmak gibi kah duruluyor kah bir şelaleye dönüşüyor. Siz de kendinizi nehir boyunca akıp giden bir sal gibi hissediyorsunuz. Şahsen beni bu denli saran bir film olunca biraz araştırma yaptım. Tabii bir Hollywood yapımı ya da çok popüler bir film olmadığı için internetten pek az – güvenilir – bilgiye ulaşabildim. Böyle olunca yönetmenle konuşmak zorunda kaldım. Kaurismäki’nin verdiği bilgilere göre film yaklaşık 300 bin Euro’luk bir bütçeyle bir haftada çekilmiş. Çekimde sadece 7 kişiyle mütevazı şartlarda çalıştığını, asıl maliyetli kısmın post-prodüksiyon olduğunu söyledi. Birkaç yerde filmin büyük ölçüde doğaçlama ürünü olduğu yazıyordu. Bunun doğru olup olmadığını sorduğumda şöyle dedi: “Doğaçlama doğru bir sözcük değil. Evet bildiğimiz anlamda bir metin üzerinden gitmedik ancak hikayenin nasıl ilerleyeceği ve nereye varacağına dair net bir fikrim vardı. Ayrıca çekimler öncesinde yöntemimiz konusunda çok çalıştık. Defalarca prova yaptık. İşte böyle bir temel üzerine oyuncular kendilerini özgür hissederek, ‘anı yaşayarak,’ farklı itki ve düşüncelere açık biçimde oynadılar. Oynadıkları karakterleri ve konuyu çok iyi biliyorlardı ama hikayenin nereye gideceğini bilmiyorlardı. Dolayısıyla burada söz konusu olan şey doğaçlama değil, ‘sezgi’ydi.”
Üç Bilge Adam’ın Türkiye’de gösterilmesi yönündeki dileğimi ilettiğim Kaurismäki’nin bu sözleri kuşkusuz filmin etkileyiciliğine dair çok şey söylüyor. Ancak kanaatimce filmin sırlarından biri de “olgunluk.” Hikaye anlatmak öncelikle pişmeyi gerektiriyor. Eğer hamsanız hikayeniz en fazla ağlak oluyor.