Güncelleme Tarihi:
Öyle çok ilginç programlar, belgeseller filan sakın ummayın. Çünkü ekranın gördüğünüz yüzü gayet sakin ama arkasında korku dağları bekliyor. Müthiş bir rekabet var. Üstelik bu rekabet son derece pahalı bir alanda yapılıyor. O nedenle de herkes parasını farklı olana değil sağlam olana yatırıyor. Yani denenmişe. Sonuçta da benzer diziler ve benzer yarışmalar ekrana geliyor. Televizyonun asıl işi olan programcılık ise yıllar önce kaldırıldığı rafta öylece bekliyor.
Zaten yaşı 20-25 civarında olanların bilgi dağarcığında televizyon programı diye bir kavram yok. Hatta televizyonculuk mesleğini seçmiş gençler için bile bu böyle. Başı sonu önceden planlanmış, bir amacı, diyecek bir lafı olan program denince 3-5 kişinin bir masa veya sehpa etrafında toplanıp konuştukları yapımlar akıllarına geliyor. Yani radyonun görüntülüsü. Neyse, ben de şimdi bu konuya devam edip olmayacak duaya âmin demeye çalışmak yerine, günümüz gerçeklerinden bahsedeceğim.
Evet, ekran arkasında korku yaşayanlar sadece karar merciinde olanlar değil. Dizi yapımcılarının ve çalışanlarının halleri daha da vahim. Geçen yıl dört atımlık barutları vardı. 4 bölüm reyting listelerinin ilk sıralarında (hatta ilk beşte) yer alamazlarsa derhal kırmızı kart görüyorlardı. Şimdi o süre daha da azaldı. İki, en fazla üç haftaya indi. Çünkü yarış çok hızlı, şartlar çok acımasız. Aynen savaş meydanı gibi. Düşeni kaldırmakla kimse zaman kaybetmiyor. Kimse, "Bu işe bunca insan emek verdi. Şimdi ortada kalacaklar. Belki buna evet demek için başka fırsatlar kaçırdılar. Hepsinin çoluğu çocuğu, sorumlulukları var. Özellikle başrol oyuncularının hemen bir başka diziye başlaması hem doğru hem de mümkün değil" diye düşünmüyor. Düşünemiyor.
Zamanında televizyonu icat eden ve bu işin kurallarını koyanların uzun araştırmalar sonucu buldukları (üstelik bugünkü gibi onlarca kanal için değil, 4-5 kanal arasındaki rekabette), "Bir program ancak 13 bölümde kendini gösterebilir" bilgisini ise umursayan yok. Düşünüyorum da eğer on- on beş yıl önce de tv ortamı bugünkü gibi kan gövdeyi götürür durumda olsaydı, ne Bir Demet Tiyatro ne de Şehnaz Tango diye klasiklerimiz olacaktı. Belki de Yılmaz Erdoğan diye bir oyuncu ve yazarla tanışma fırsatı da bulamayacaktık. Çünkü ilgilenenler hatırlayacaklardır, her iki dizi de ilk bölümlerinde reyting listelerini altüst etmediler. Sessiz ve derinden kendilerini sevdirip, adlarını televizyon tarihimize yazdırdılar.
İşin bir başka yönü de bu kararların nasıl verildiği. Demin de belirttiğim gibi karar verirken öncelikli etken korku ve panik. İşte bu panikle kafalar uçuyor, ekmek tekneleri bir tekmeyle yok ediliyor. (Burada kanal değiştiren Ekmek Teknesi adlı diziye olumsuz bir gönderme yaptığım düşünülmesin. Ayrıca o dizinin belli bir yerinden sonra yapılan değişikliklerle ilk seyircisini kaybettiğine ve yeni haliyle şimdi doğru kanalını bulduğuna inanıyorum.) Yoksa bu yayın organlarının başındaki etkili ve yetkililer kaliteliyle kalitesizi ayırt etmeyi elbette en az benim kadar iyi biliyorlar. Kaliteli televizyon programının ne olduğunu ve nasıl yapılacağını da. Ama bilmedikleri ya da bilemedikleri halkın ne istediği. Ellerinde sadece reyting denen ve kağıt üzerindeki bir takım sayılardan ibaret olan veriler var. (Bu veriler toplanırken seçilen kıstasların bizim ülkemize ne kadar uyup uymadığını daha önce yazdığım için o konuya girmiyorum. Merak eden mavi kelimelere tıklarsa o yazıya ulaşabilir.) İşte bu bize çok yabancı olan yöntemlerle ve kıstaslarla elde edilen sayılar, karar merciinde olanların tek pusulası. Hiç yüz yüze gelmedikleri, gelme ihtimallerinin de pek olmadığı, aynı yerlerde gezmedikleri, aynı yemekleri yemedikleri, aynı müzikleri dinlemedikleri insan kalabalıklarının bütün tercihlerinin, zevklerinin, beklentilerinin tek ifadesi. Hemen hemen aynı eğitim, görgü, beğeni ve kökene sahip üstelik (reyting diliyle) AB gurubuna mensup birkaç kişi bir araya geliyor ve o hiç tanımadıkları CD gurubu milyonlarca insan için seçimler yapıyor, kararlar veriyorlar. Yani seyircinin nabzını (!) tutuyorlar. İşte bir türlü kabul edemediğim tuhaflık bu.
Sonuç ise yeni evlilere hediye olarak uzak ahbaplardan birbirinin benzeri bilmem kaç tane anlamsız bardak takımı gelmesine benziyor. Hayat boyu büfede bekleyenlerden. EÄŸer gazete tirajları gibi televizyon seyreden sayıları da net olarak belirlense bu gerçek de ortaya çıkacak. Pekiyi ama insanların nelerden hoÅŸlanabileceklerini sayıların dışında gösterecek baÅŸka veri kaynakları bulunabilir mi? Bence, evet. Yolu da çok basit. Malın satılacağı kiÅŸilerle yüz yüze yapılacak görüşmeler. Bu çok uzaÄŸa gitmeden aynı bina içindeki çalışanlar da olabilir. Hem de maliyeti yıllardır söyleye söyleye neredeyse tekerleme haline getirdiÄŸim "Bir demlik çay ve bir kek"le ödenebilecek kadar ucuz soruÅŸturmalar olur. Koskocaman plazalarda hedef kitleyi (CD gurubunu) temsil edecek yüzlerce insan mevcut. Tv kanallarının çoÄŸu bir veya birkaç gazeteyle de aynı çatının altında. Yani farklı düşüncelerde gazeteciler de ellerinin altında. Bu insanlardan 15-20 kiÅŸiyi toplayıp, programı seyrettirip, konusu veya senaryosu,Âsunucusu, oyuncuları hakkında onların konuÅŸmalarına fırsat vermek ve dediklerini dinlemek bence denemeye deÄŸer bir seçenek. Bu seçeneÄŸe neden mi bu kadar çok inanıyorum? Çünkü defalarca denedim. Gerek devlet gerekse özel kanallarda sayısını zor hatırlayacağım kadar çok program yaptım. Ve hepsine baÅŸlarken, karar verenlere sunduÄŸum seçenekleri mutlaka koridorlarda gördüğüm insanlara da sordum. Aldığım cevaplar birbirini tutmadığında programın sonu da hüsran oldu. Can-ı gönülden inanıyorum ki, eÄŸer bu insanlar samimi fikirlerini söylerlerse (çünkü bizim milletçe üstlerimizin duymak istediklerini söylemek gibi bir zaafımız da söz konusudur) çok güvenilir verilere ulaşılacaktır.
Sevgili televizyon etkili ve yetkilileri, bakın buraya yazdım. Telif hakkı filan da istemiyorum. Lütfen nabzı sıcak sıcak elinizle tutun ve o sese güvenin. Bir de sabırlı olabilirseniz bu işten herkes karlı çıkacak. Tabii reklâm verene bunu anlatmak da sizin işiniz.
Ve çoğunun "Bir İstanbul Masalı"nı merakla beklediğinden emin olduğum siz sayın seyirciler, muhterem okurlarım. Müjdemi isterim. Düğün çok yakında. J