Türkiye'yi sevmek için 50 neden

Güncelleme Tarihi:

Türkiyeyi sevmek için 50 neden
Oluşturulma Tarihi: Mart 29, 2007 00:00

Ülke olarak zor bir dönemden geçtiğimiz doğru. Ekonomik zorluklar, siyasi belirsizlikler...Ama ne olursa olsun bu ülkeyi sevmek için sayısız neden var. Tempo dergisi yeni sayısında Türkiye'yi neden bu kadar sevdiğimizi belirledi ve öne çıkan 50 nedeni sayfalarına taşıdı. Elbette bundan fazlasını bulmak hiç de zor olmayacak.

Haberin Devamı

1) Boğaziçi:  Kokusu, vapurları, martıları, köprüleri, yalıları... “Mehtabı hoş, güneşi hoş, gülü hoş Boğaziçi... Herkesi eder sarhoş” diye şarkısı bile vardır. İçinden deniz geçen şehir, ya da kenarında şehir olan deniz... Erguvanları, gülleri, âşıklarıyla Boğaz, bu ülkenin en büyülü yeridir...


2)İnsan:  “Ben Tanrı Misafiriyim”... Kapı tık tık tıklatılır. Tanrı misafiri gelmiştir. Galiba bir tek Türkiye’ye Tanrı misafiri gelir. Türkler, bu dünyada misafir olduklarını iyi bilir. En azından bilmeleri gerekir. Mevlânâ’dan Müslüm Gürses’e, hepsinin söylediği bu değil midir? Rakı kebap efsanesi kadar, Türk misafirperverliği de bilinir. Beş çayı misafirine börek açan anneden Şeker Bayramı şekeri reklam ailesine, güney ellerinde yüzünü güneşe vermiş kahve köşesi dedesinden “bozuk yoksa kalsın abla” minibüs şoförüne, dar sokaklarda hâlâ gazoz kapak oynanan mahallelerinden Doğu sokaklarında şiir şiir bakan veletlerine ve de Ferrari’sine LPG takan bilgelerine tabii... “Bir başkadır benim memleketim insanı” diyerek, seviyor insan Türkiye’yi...

Haberin Devamı

3) Hamsi: "Hamsi balık değil, ayrı bir mahlukattır.” Karadeniz’de bu sözü sık sık duyarsınız. Hamsi sadece sofraları süslemekle kalmaz. Şarkılar, türküler, fıkralar, atasözleri onunla doludur. Hamsisiz bir öğün düşünülemez. Kahvaltıda yenir, reçeli bile vardır... Buğulamasını, kızartmasını, pilavını, dolmasını yemeğe doyamazsınız.Artık çiftlik çuprası ve çiftlik levreğinin işgal ettiği İstanbul ve Ankara’da da, lüks lokantalarda bile deniz tadını veren ender balıklardan biridir...

Sonbaharın başında denizin soğumasıyla birlikte sahile akın eder.  Şölen marta kadar sürer.
Ucuzdur, fakir yemeğidir... Ama zenginin sofrasından da eksik olmaz...Haa, bir de Marmara hamsisi vardır. Ama kılçığı uzundur, lezzetsizdir. Siz siz olun, Karadeniz hamsisinden şaşmayın.

4) Antalya:

Türkiyeyi sevmek için 50 neden
Hadrianus Kapısı’nı geç, aşağı doğru yürü... Nefesini tut. İstersen yivli minareden in, eski limana çıkarken nefesini tut. İster Kemer'e uzan, ister Belek'e... Beydağı orada hep, merak etme. Bu kadar mı cömertliği tutmuş Tanrı’nın, bundan mı hafifçe mahcubuz denizsiz ülkelilere, ondan mı bağırlara basarız onları da hiç gitmek istemezler... Güzel Antalya. Bizim cennet bahçemiz, vizesiz.

Haberin Devamı

5) Orhan Pamuk: Askeri darbenin üzerinden henüz iki yıl geçmişti. İnce yapılı, hafif eğik duruşlu, dağınık saçlı genç adam -romancı olmaya karar verdikten yedi yıl sonra- kitapçı vitrinindeki romanına bakıyordu: “Cevdet Bey ve Oğulları.” Cevdet Bey’in ardından “Sessiz Ev”, “Beyaz Kale”, “Kara Kitap”, “Yeni Hayat”, “Benim Adım Kırmızı”, “Öteki Renkler”, “Kar” ve “İstanbul” geldi. Ama en çok “Yeni Hayat” romanının ilk cümlesiyle sevdik onu: “Bir gün bir kitap okudum ve hayatım değişti.” Milletçe tam olarak tadına varamasak da Nobel, artık onun sayesinde Türk edebiyatının.

6) Türk kahvesi:Üç vakte kadar gelecek umutlarımız saklıdır telvesinde. Aşkımız, paramız bir Türk kahvesi içimi sonrası beliriverecektir fincanın içinde. Aslında adı Türk kahvesidir ama Yemen’den gelmiştir bilindiğine göre. Dini ortamlarda, gece zikirlerinde uyarıcı olarak kullanılmıştır ilk önce. Kahve, 1550’li yıllarda İstanbul’a geldiğinde, Tahtakale’de hemencecik bir de kahvehane açtırır kendine.  Türk kahvesi denilmesinin nedeni aslında pişirme yöntemidir.  Pişirilip servis edilen Türk kahvesinin tortusu fincanın dibinde kalır. Zaten çok sevdiğimiz, hiç değilse ahir hayatta bir kere de olsa baktırdığımız kahve falının oluşması da bundan, bu “bizim” olan ritüelden değil midir?

Haberin Devamı

7) Türk kadınları: Nâzım Hikmet’in şiirinde dediği gibi, onlar “Bizim kadınlarımız....  Anamız, avradımız, yârimiz...” Hiç yaşamamış gibi öldüler evet, bilmedik çoğunu, görmedik, duymadık. Sofradaki ekmeği kendi yemeyip çocuklarına veren annelerimiz. Beyaz tenlerinde ruhumuzu dinlendirdiğimiz sevgililerimiz. Belki de bizim gibi çok az ülkede kadın, sadece kadın olduğu için, dışlanıp horlandı. Onlar, buna inat, güçlerini kendilerinden alarak, yükseldi. Kimi Sabiha Gökçen gibi göklerde istikbalimiz oldu. Kimi kadınımızın dillere destan güzelliğini dünya önünde tescil ettirdi, Azra Akın gibi. Geniş yüreğiyle sokaktaki sahipsiz çocuklara, hastalara, yaşlılara da ilk önce onlar koştu. Eşlerinin başarılarının arkasında dururken gururla, bir taraftan başarı listelerine girdiler sırayla. Bu ülke, her zaman ve hep kadınların omuzlarında yükseldi.

Haberin Devamı

8) Tavla: Eğer zar tutmayı bilmiyorsan, düşeş atarsın, yek gelir inadına. Hayat gibidir tavla, umduğunu değil, bulduğunu oynatır adama. Şans oyunudur derler ya, aldanmayın söyleyenlere. Çünkü tavla, çok olasılıklı bir strateji oyunudur. Gürültücü ve kahkahacıdır. Hızlı oynanır. Bir tek, koltuğunun altına alan bozulur oyunun sonunda ya; ona da vuslat bir başka bahara...

9) Bayramlar: Bayramlar eskiden tekdüze hayatlarımızda bir keyif; siyah beyaz yaşamlarımıza renk; yoksulluğumuza bir avuntuydu. O yüzden eski bayramlar çocukluğu hatırlatır; hüzünlüdür biraz. Şimdi, bayramlar eski ihtişamından yoksun. Ama onun da çaresini bulduk: Tatiller...  Hele ki 9 günlükleri... Söylesenize, böyle tatil kaç millete nasip ki?

Haberin Devamı

10)Hürriyet: Neredeyse 60 yaşında... Türkiye’nin hafızası, ortak günlüğü, neşeli, havai, ağırbaşlı, duygulu... Her sosyal sınıftan okurun bir köşesine ya da tümüne bakmadan geçemediği, eksikliğini bir gün atlasak bile hissettiren Hürriyet’in sadece kendi bildiği matematiğini çözmek ve taklit etmek imkânsız.

11) İzmir’in kızları: Diyor ki Cahit Külebi:
İzmir’in denizi kız
Kızı deniz
Sokakları hem kız
Hem deniz kokar!

Peki nedir İzmir’in kızlarını ayrıcalıklı kılan? Hemen söyleyelim:  Her daim bakımlıdırlar ama sadece dışı güzel değildir İzmir kızlarının, içleri de güzeldir. Akdeniz’in hemen dibinde yaşarlar; ama ne ani öfkelenir, ne hemen unuturlar. Bir de İzmir’in kızları hayattan alabildikleri kadar keyif almak ister. Alamazlarsa...

“Ziyanı yok bugün olmaz belki yarın” derler... Hayal gibidir biraz da İzmirli kızlar; her aradığında bulamazsın onları; her bulduğunda da alamazsın...

12) Mavi yolculuk: Mavi gezinin yapılabileceği mevsim, haziran ayından ekim sonuna dek uzanır. Yaz ayları açık havada, güvertede yatmak için en elverişli aylarsa da, güz ayları denizlerin en sakin ve balığın en bol olduğu zamanlardır...

13) Orhan Gencebay: “Sevgili Gönül dostlarım. Ben Orhan Gencebay. Yıllardır size seslenen, dertlerinizi, acılarınızı sizlerle paylaşan, sizlerle ağlayıp sizlerle gülen, alkışlarınızla, ilginizle büyüyün Orhan Gencebay. Gücünü sizden alan...” der Orhan Gencebay, 1998 tarihli, okkalı çift CD’li klasikleri girişinde. Bu klasikler gibi Orhan Gencebay da bir klasiktir. Orhan Baba bir müzik filozofudur...

Türkiyeyi sevmek için 50 neden
Mavi  Yolculuk, Türkiye'yi sevmek için bir neden.

14) Rakı: Tekerlekten sonraki en yararlı ve yaratıcı, en eşitlikçi buluş... Bir içecek, el kadar yeşilliğin üstündeki gazete kâğıdına da, süt beyazı kolalı keten örtüye de bu kadar mı yakışır? Balığa da, maviye de, camsız meyhaneye de... Dilleri bülbül eder, milleti şair eder, alfabemizin az kullanışlı harfini abad eder... Aman saki... Canım saki... Doldur doldur da verr...

15) Nâzım Hikmet:

Memleketimi seviyorum
Çınarlarında kolan vurdum, hapishanelerinde yattım.
Hiçbir şey gidermez iç sıkıntımı
memleketimin şarkıları ve tütünü gibi.

Memleketim.
Bedreddin, Sinan, Yunus Emre ve Sakarya, kurşun kubbeler ve fabrika bacaları benim o kendi kendinden bile gizleyerek sarkık bıyıkları altından gülen halkımın eseridir.

Memleketim.
Memleketim ne kadar geniş,
dolaşmakla bitmez, tükenmez gibi geliyor insana.
Edirne, İzmir, Ulukışla, Maraş, Trabzon, Erzurum.
Erzurum yaylasını yalnız türkülerinden tanıyorum ve güneye pamuk işleyenlere gitmek için Toroslardan bir kerre olsun geçemedim diye utanıyorum.

Memleketim.
Develer, tren, Ford arabaları ve hasta eşekler, kavak söğüt ve kırmızı toprak.

Memleketim.
Çam ormanlarını, en tatlı suları ve dağ başı göllerini seven alabalık ve onun yarım kiloluğu pulsuz, gümüş derisinde kızıltılarla Bolu’nun Abant Gölü’nde yüzer.
Memleketim.
Ankara Ovası’nda keçiler
kumral, ipekli, uzun kürklerin pırıldaması.
Yağlı, ağır fındığı Giresun’un.
Al yanakları mis gibi kokan Amasya elması, zeytin incir kavun ve renk renk salkım salkım üzümler ve sonra karasaban ve sonra kara sığır ve sonra ileri, güzel, iyi her şeyi hayran bir çocuk sevinciyle kabule hazır, çalışkan, namuslu, yiğit insanlarım yarı aç, yarı tok yarı esir...

Diğer 35 neden Tempo Dregisi'nin bu haftaki sayısında. Tempo'yu www.emecmua.com aresinden dijital ortamda da okuyabilirsiniz.

Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!