Güncelleme Tarihi:
Dünya Bilim ve Sanat Akademisinin (WAAS) 2. Dünya Savaşı’ndan sonra Albert Einstein ve Robert Oppenheimer gibi atom bombasının yapılmasında rol almış kimseler tarafından kuruldu. Bilimsel gelişmelerin doğru kullanılması için kurulan Dünya Bilim ve Sanat Akademisinin (WAAS) yönetim kuruluna seçilen Marmara Üniversitesi Tıp Fakültesi Kadın Hastalıkları ve Doğum Ana Bilim Dalı öğretim üyesi Prof. Dr. Zehra Neşe Kavak ise buraya seçilen ilk Türk olmanın gururunu yaşıyor.
WAAS`ın yönetim kuruluna atanan ilk Türk oldunuz. Bunun öneminden ve WAAS’tan bahsedebilir misiniz?
Bu olay benim için çok onur verici. Dünya Bilim ve Sanat akademisi 1960 yılında kurulmuştur. Dünya üzerinde 650 üyesi olan üyeleri arasında Nobel Ödül sahibi (Lord Boyd Orr, Prof Muller, Lord Russel1, Prof Urey ) UNESCO’nun kurucusu Prof Nedham, FAO’nun kurucusu ve ilk genel direktörü Lord Boyd Orr, WHO’nun ilk genel direktörü Dr Chisholm sayılabilir.
Gayrı resmi bir dünya üniversitesi olarak görev yapan Dünya Bilim ve Sanat Akademisi en yüksek bilimsel ve etik kurul olarak görev yapmakta, bilimde insanlığın geleceği ve karşılaşacağı sorunlarla ilgilenmeyi sorumluluk yüklenen bir düşünce platformudur.
Dünya Bilim ve Sanat Akademisi üye profili olarak dünyanın en seçkin bilim adamları, sanatçıları, uzmanları bünyesinde barındıran, her türlü görüşten bağımsız, yasaksız, objektif olarak bilimsel ve küresel her türlü görüşü tartışan bir forumdur. En son çalışmaları 2008 yılında “Küresel Isınma” , “Uzayın Silahlandırılması”, “Cenevre Silahsızlanma Konferansı”, 2009 yılında “ GEC e- Conference”, “İşsizliğin, Finansal Krizin Sosyal Yaşam ve Terörizmle İlişkilendirilmesi”, “ İklim Sistemi Yönetimi” üzerine fokus olmuştur. Merkezi Los Angeles’da olan akademinin başkanlığını Pittsburgh Üniversitesi’nden Prof Jeff Schwartz yapmaktadır.
Nasıl başvurdunuz ve seçildikten sonra neler yapmaya başlayacaksınız?
Ben Dünya Bilim ve Sanat Akademisi’ne 2005 yılında üye olarak kabul edildim. Tam 5 yıl sonra da yönetim kurulu üyesi olarak atandım. Benim üye olmamı onlar önerdiler yani bu benim başvurum üzerine olan bir olay değildir. Yönetim kurulu üyeliği teklifi de akademi başkanı Prof. Jeff Schwartz’dan geldi. Bunun üzerine ayrıntılı cv’mi onlara gönderdim bu cv de özellikle yurtdışında yaptığımız çalışmalar yer aldı, uluslararası kongrelerde yapılan konuşmalar, uluslararası yayınlar, yurtdışında yayınladığımız kitaplar ve kitap bölümleri gibi. 2 aylık süreçten sonra 30.01.2010 tarihinde de yönetim kuruluna resmen seçildiğim bana tebliğ edildi. Benim için en onur verici olay yönetim kurulundaki tek tıp profesörü olmam. Bu bağlamda özellikle yönetim kurulu üyesi olduğum Dünya Perinatoloji Derneği ile yakın çalışma planlıyorum. Yönetim kurulunda özellikle perinatoloji kapsamındaki çalışmalara ağırlık vermek arzusundayım.
Yöneticilik doktorluktan daha zor
Daha önce de başka yönetim kurullarına seçildiniz ve başhekimlik yaptınız. Yöneticilik ve doktorluk arasındaki ince çizgiyi nasıl ayırıyorsunuz?
Bana yöneticilik mi zor, doktorluk mu zor diye sorarsanız bence yöneticilik daha zor. Özellikle Türkiye’de resmi kurumlarda yönetici pozisyonunda görev almak hem çok yorucu hem yıpratıcı. 3 yıl Marmara Üniversitesi Hastanesi’nde Başhekimlik görevinde bulundum. Çok zorluydu ama başhekimliği bıraktıktan sonra Türkiye’deki aşağı yukarı bütün saygın sivil toplum kuruluşlarından çok seçkin ödüllerle başhekimlik dönemimizde yaptığımız çalışmalar taltif edilmiştir. Yani bizim halkımız kendisi için çalışanı bir şekilde ödüllendiriyor diye düşünüyorum. Böyle olması da çok onur verici.
Bir süre başhekimlik de yapmıştınız fakat istifa ettiniz neden?
Ben başhekimlik görevimden istifa etmedim. Görev süremin dolması dolayısıyla kendi isteğimle ayrıldım. Şimdi geriye baktığım zaman iyi ki böyle yapmışım diyorum. Çünkü yöneticiliği en başarılı dönemdeyken bırakmak sizin bir şekilde hep iyi hatırlanmanıza sebebiyet veriyor. Çok isabetli bir kararmış.
Bir bakıma Türkiye’nin bilim elçisi mi oldunuz?
Bu sizin takdiriniz tabiî ki böylesine önemli kuruluşlarda bir Türk hekimi olarak yer almak Türkiye’nin tanıtımı açısından da önemli. Bu bir şekilde Türkiye’de yaptığımız çalışmaların uluslararası düzeyde kabulünü gösteriyor. Bizim de bu alanlarda söyleyecek sözümüz var diyoruz.
Bir politikacı eşi olmak
Siz doktor kimliğiniz yanında aynı zamanda eski milletvekili Cavit Kavak’ın eşisiniz. Doktorluk ve politikanın iç içe olmasının zorlukları var mıydı?
Eşim aktif politika yaşamı içindeyken o Ankara’da ben İstanbul’da yaşıyordum. Çünkü o dönemler benim akademik hayatımın en zorlu yıllarıydı. Yardımcı doçentlik, doçentlik gibi. Eşim aktif politikadan çekildikten sonra ben Başhekim ve Anabilim Dalı Başkanı oldum. O yüzden çok politikanın içinde olmadım, kendim de istemedim. Yaşam bir şekilde sizin tercihlerinizdir. Ben tercihimi bu yönde yaptım.
Bir eş ve anne olarak Neşe Kavak’ı anlatır mısınız?
Geriye dönük olarak en büyük pişmanlığım çocuklarıma yeterince zaman ayıramamak. Annelik dünyanın en güç mesleği ama eşim bana bu konuda her zaman çok destek olmuştur. Hala da çok destek oluyor özellikle yurtdışı toplantılarımın çok yoğun olduğu dönemlerde desteğini çok görüyorum. O olmasa bunları başaramazdım diye düşünüyorum.
Türkiye’de kadınlar sağlıkları konusunda ne kadar bilinçli?
İstanbul’da yaşayan eğitimli kesim için herhangi bir problem olduğunu düşünmüyorum. Ama Türkiye genelinde bundan bahsetmek bir hayli zor. Halkı bilinçlendirmek adına kadın doğum açısından çok zorunlu yıllık veya 2 yıllık testlerin yapılması konusunda daha enformatif kampanyaların yapılması gerekli. Biz gebelikte yapılması zorunlu testler ile ilgili elimizden gelen bilgilendirmeyi üniversite bünyesinde yapmaya çalışıyoruz.
Kadınlar en çok hangi şikayetlerle size başvuruyorlar?
Benim kadın doğum alanındaki konum perinatoloji olduğu için, (üniversite hastanesinde de halen kurucusu olduğum Fetal Maternal Tıp Ünitesi sorumluluğunu yürütüyorum) bize daha ziyade problemli gebelikler, anne karnındaki bebek ile ilgili sorunlarla başvuruluyor. Bize yakın doğu ve orta doğudan da bu şikayetlerle çok hasta geliyor.
Kadın sağlığı konusunda dünyada ne tür gelişmeler ve adımlar oluyor. Bunlardan bahsedebilir misiniz?
Bugün artık gebeliğin 11-14 haftasından itibaren yaptığımız testler, ayrıntılı ultrasonografi, doppler sonografi çalışmalarıyla her yaştaki gebelik en optimal koşularda takip edilme şansına sahip. Hastalarım bana şu soruyu çok sık sorar “anne olmak için en uygun yaş nedir” diye. Benim cevabım şudur “ kendinizi anneliğe en hazır hissettiğiniz zaman” . Yani yapılan testler sonucunda hamilelik ileri yaştaki bayanlar içinde güvenilir hale geldi. Bu çok olumlu bir gelişme çünkü modern dünyada kariyer çalışmaları, eğitim gibi nedenlerle kadınlar anne olmayı ileri yaşlara erteliyorlar. Onlara güvenli hamilelik olanakları sunmak çok önemli.