Türkiye’yi yönetenler Türkçeyi sevmiyor

Güncelleme Tarihi:

Türkiye’yi yönetenler Türkçeyi sevmiyor
Oluşturulma Tarihi: Temmuz 10, 2011 00:00

Sevgi Özel, yazar ve dilci. Dahası, o bir Türkçe âşığı. Türkçe kavgasına 12 Eylül öncesinin Türk Dil Kurumu’nda başlamış. Hani o ‘öztürkçe’ ve ‘yaşayan Türkçe’ tartışmalarının ayyuka çıktığı yıllarda... Şimdiyse bir devlet kuruluşu olan TDK çizgisine karşı kurulan Dil Derneği’nin başkanı. Bir yandan da Türkçe ile satırlar arasında dans ederek, öyküler, romanlar yazıyor

Haberin Devamı

Türkçe, yüzyıllardır bu coğrafyada çatı dil. Türk’ü, Kürt’ü, Ermeni’si, Rum’u, Arap’ı, bu dille anlaşmış; her türlü alışverişini bu dille yapmış. Türkçe, Osmanlıcanın baskısına karşın halkın ağzında kaybolmamış. 1950’den bu yana birileri yenileşen Türkçeye ‘uyduruk’ dedi; sözcük türetenler, öztürkçe konuşanlar ‘solcu’, ‘komünist’ diye suçlandı. Sınıf arkadaşlarım bu nedenle yargılandı, 12 Eylül’den sonra 1402’lik oldu. Atatürk, TDK ve TTK’yi eliyle yazdığı vasiyetiyle koruma altına almıştı. Kenan Evren ve arkadaşları, 1983’te paldır küldür bu kurumları kapattı. Atatürk’ün vasiyetini çiğnediler. Aydınlar, hukukçular, bu duruma tepki gösterdi.
Birçokları da Atatürk’ün dernek şeklinde kurduğu kurumların niye yasa zoruyla devlet dairesi yapıldığını anlamak istemedi. Bir toplumun dil ve tarih bilinci dondurulursa, o toplum kolayca baskı altında tutulur. Özellikle Dil Kurumu çatısı altında toplanan aydınlar ve çabaları milliyetçi muhafazakâr anlayış için büyük bir tehlikeydi. Halk, yönetenleri ve sözde aydınları anlamasın isteniyordu. Kenan Evren’in kurduğu TDK’ye atananlar, 1983 öncesindeki TDK’yi ‘uydurukçu’ diye suçlayanlardı; bu arkadaşlar, bir süre geçmişe sataşmayı sürdürdü. Aradan 28 yıl geçti; şimdi sözcük uyduruyorlar. Şimdi solcu mu oldular? Eski TDK’nin yaptıklarını, terimleri “Biz yaptık” diye sunuyorlar. Türkçenin canına okudular. Yazımı yani imlayı bozdular, sözcükleri bugün birleştirip yarın ayırıyorlar. 28 yıl önceki TDK’ye sataşıp duran sözde aydınlarsa suspus...

DİL DERNEĞİ  12 EYLÜL’E TEPKİ

Haberin Devamı

12 Eylül aydınları çil yavrusu gibi dağıtmıştı, eski Türk Dil Kurumu üyelerinin kimi hapisteydi. Ya bir dergi çevresinde birleşecek ya dernek kuracaktık. Dernek kurma düşüncesi kabul gördü. 12 Eylül hukuksuzluğuna tepki veren ilk örgütlerden biri Dil Derneği’dir. İlkin kurulması yasak derneklerden sayıldı; yargı yolumuzu açtı. Şimdi derneğin başkanıyım; ama öncelikle üyesiyim. AKP iktidarıyla birlikte insanlar bizimki gibi derneklere uzak durmaya başladı. Çünkü 2010 Türkiye’sinde bir okul müdürü, edebiyat öğretmenine, “Yine Ecevit ağzıyla konuşmaya başladınız. Azdınız siz” diyebiliyor. TDK’yi kapatan anlayışla, 12 Eylül’le hesaplaşıldığını ileri süren AKP iktidarı, dile aynı açıdan bakıyor; dolayısıyla son halkoylamasında kurumların yeniden açılması düşünülmedi. CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, “Yeni anayasa yapılırken olmazsa olmazlarımız arasında Türk Tarih ve Dil kurumlarının açılması da var” dedi. Bu bizi sevindirdi.

Haberin Devamı

ÖZGÜRLÜK
Evlenmemek bilinçli tercihim

Köyde doğduğum için erkenden evlendirecekti dedem beni ama hesabı tutmadı, hâlâ evlenemedim. Ülkeme, Türkçeye âşık oldum. Annem üç oğlandan sonra bir kız doğurunca çok ağlamış; “Kendimi doğurdum diye.” Sonra beni doğurduğu için hep sevindi. Bu nedenle, ‘Ben Annemin Bir Kızıyım’ şarkısını çok severim. Evlenmemeye bilinçle karar verdim. Annem de içinde olmak üzere, çevremdeki kadınların çoğu mutsuzdu. Erkek kardeş ve baba baskısı görmedim; ama özellikle gecekonduda yaşarken erkek egemenliğinin nelere yol açtığını gözlemledim.

ULUSÇU TUTUCULAR
Halka bİraz kırgınım

Türkçe uzmanı değil, hekim olmak istiyordum. Ankara Tıp Fakültesi’ni iki puanla yitirdim. Diyarbakır Tıp’a puanım tutuyordu. Ama zordu yaşam koşullarımız, gidemedim. İlk yıl Dil Tarih’te derslere pek devam etmedim, okula arkadaşlarımı görmeye gidiyordum. 1967-68 ders yılının sonunda büyük bir boykot yapıldı. Öğrenci isteklerini haklı bulduğum için ben de katıldım. Birden sevmeye başladım okulu. Dev-Gençli arkadaşlar bana daha yakın geldi. Cumhuriyet, Yön dergisi, Yeni Ortam, Çetin Altan, İlhan Selçuk, Uğur Mumcu’nun yazıları bizi çok etkiliyordu. Kitapları, yazıları deli gibi okuyorduk. Ülke 12 Mart’a giderken hızla belirginleşti düşüncelerim. Gün geldi kendime solcuyum diyebildim ama söze takılıp eylemden kirişi kıranları
gördükçe solcu, sosyalistliğin kolay olmadığını, hep bedel ödendiğini de görüyorum. Halka biraz kırgınım: Yurdum insanı hem açım, umarsızım diye yakınıyor hem de hep aynı noktaya bakıyor. Partilerin adı,
önderi değişiyor ama halkın bakışı değişmiyor. Halka milliyetçi muhafazakârlık yakın geliyor; çünkü halk, inançtan başka tutunacak
bir şey bulamıyor. Milliyetçi muhafazakârlığın Türkçesi ulusçu tutucu; bugüne dek halka bunu açıkça söyleyen çıkmadı. Yazık ki,
aydınlar politikacılardan çok daha kaçak dövüşüyor.

Haberin Devamı

TELEVİZYON
Dış ses okuyanlar Türkçenin canına okuyor

Bizim bilgisunar dediğimiz internet, cep telefonu vb. Türkçeye çok zarar veriyor. Bakkal diye anılmaktan utanan marketlerde, birçok işyeri ve ürün adında ve kullanım kılavuzlarında Türkçe yok. Tabelalarda garip bir Türkçe kullanılıyor. 25 yıldır her yaz Türkiye’ye gelen bir İngiliz profesör, “İlk yıllarda her yerde İngilizce görmek hoşuma gidiyordu. Türkçeyi öğrendikçe bu durum benim de zoruma gitmeye başladı. Şimdi İngilizcenin de canına okumaya başladınız” dedi. Türkçe için bir yabancı üzülüyor; bizimkiler küreselleşme çığlığı atıyor. Kitle iletişim araçları duyarlı değil. Hani ‘dış ses’ diye haber okuyan genç muhabirler var ya; onların dili Allahlık... Genç yazarların dili sorunlu. Dil bilinci, büyük ölçüde geriledi. Süleyman Demirel’in Milliyetçi Cephe hükümetleriyle atak yapan Türk-İslam sentezi, 12 Eylül’le devletin eğitim ve kültür politikası haline geldi. Bu politikada eski dil ve yazıya özlemin yanı sıra İngilizce hayranlığı baskın... Nedense Türkiye’yi yönetenler Türkçeyi sevmiyorlar.

Haberin Devamı

GECEKONDU
Muammer Güler’le komşuyduk

Köyde doğdum. Ankara-Polatlı yolunun az ötesindeki dağın ardında köyüm. Ailem toprakla ve hayvancılıkla uğraşırdı. Bizim aileyle Hazine ve köylüler arasında toprak kavgası vardı. Başkentin burnunun dibinde yangınlı, silahlı bir ortam... Dedem, olayların iyice dallanıp budaklanmaması için bizi Polatlı’ya taşıdı. Onun ölümüyle varlıklı dönem bitti; ‘züğürt ağa’ olduk. Babamla amcamlar da sürtüşmeye başlayınca annem, “Çocuklarımı okutacağım” diyerek bizi topladı, Ankara’ya, Samanpazarı’nda bir gecekonduya göçtük. Göç, Anadolu insanı için hep vardır. Yıl 1961. İnsan gecekonduda ne kentli olabiliyor, ne köylü kalabiliyor. ‘Gümüşana’ adlı son romanımda böyle çelişkiler içinde bocalayanları anlattım; biraz da kendi yaşamımızı... Oturduğumuz ikinci gecekonduda yan komşumuz eski İstanbul Valisi Muammer Güler ve ailesiydi. Pek arkadaşlık etmedik, önce onlar taşındı. Sonra da biz Cebeci’de bir apartmana taşındık. Gecekonduda yüksek sesle konuşmaya alışmıştık. Apartmanda uzun süre aile sırrımız olamadı; hepimiz bağırarak konuşuyorduk çünkü.

Haberin Devamı


KİTAP TUTKUSU
Mina Urgan’ın koşullarını kıskandım

Mina Urgan’ın, ‘Bir Dinozorun Anıları’ kitabı çok övülmüştü. Işıklar içinde yatsın, onun Mina Urgan olmaması ayıp... Kitap dolu, ünlü yazarların, politikacıların her gün evinizde olduğu bir kültür ortamına doğacaksınız; daha ne olsun? Mina Hanım, Falih Rıfkı Atay’ın kızı. Burada sıkılıyor, hop yurtdışına... Böyle yetişmiş epey kişi örneği var. Bu koşullarda yetişip de 90 yaşına gelince, “Ben sosyalistim” demesini çok yadırgamıştım. Bizim evde kitaplığı bırakın, kitap bile yoktu. Pazar günleri gazete alınırdı. Bakkala gitmeye ben istekli olurdum; çünkü istediğim gazeteyi alırdım. Bir gün bir yapının önüne yığılmış kitaplar, dergiler gördüm. Cebeci Halk Kütüphanesi’nde temizlik yapılıyormuş. Kütüphaneci kadına, “Teyze bu kitaplar kimin?” diye sordum. “Kütüphanenin” dedi. Fazla olanları, bozulanları isteyene vereceklermiş. Çok sevindim, “Kimseye
vermeyin, hepsini alırım” dedim. Kitapları annemle taşıdık. Varlık ve başka dergilerle tanıştım. İlk kitaplığım böyle oluştu. Çocuklar kütüphaneye üye olamıyordu. O teyze, beni göstermelik bir kartla abone yaptı. Adını öğrenemedim ama o değerli kadının önerdiği her şeyi okudum.


DİLCİ TARAFIM
Edebiyatçı yanım geri planda kaldı


Çokları beni yalnızca ‘dilci’ diye tanıyor. Altı öykü kitabım, üç romanım ve denemelerim var. 30’un üstünde kitap yazdım. Edebiyatçı yanımı, dilci yanım gölgeliyor. Kendime haksızlık yapıyorum. İnanın, iyi öykülerim, romanlarım var. Biraz işportacı ağzı oldu; ama böyle. Bütün yaşamını dil ve yazına adamış biriyim. Çocuklar için arkadaşım İbrahim Dizman’la beş kitap yazdık; Çanakkale Savaşları’ndan Kurtuluş Savaşı’na dek ulusal direnişi ve Atatürk’ü anlattık. Yeni bir romana başladım. İşte böyle benim yaşamım... Ha, unutmadan; hiç ödülüm yok; yurtseverlerden akıp gelen çok ödülüm var.


BİLGİ YAYINEVİ
Attilâ İlhan ile Türkçede anlaşamadık


Atatürk’ün kurduğu TDK, yasa zoruyla devlet dairesi yapılınca, yasa zoruyla memur olmak istemedim, ayrılıp Bilgi Yayınevi’ne girdim. Bir anlamda Attilâ İlhan’dan boşalan koltuğa oturdum. Attilâ İlhan Dil Devrimi’ni gereksiz ve yanlış buluyordu. Özellikle 12 Eylül’den sonra Dil Devrimi’ni çok ağır eleştirdi. Büyük bir laf edeceğim: Bana göre Şair Attila İlhan yüzyıllarca okunacak. Ama Attilâ İlhan dili ağdalı düzyazılarıyla gelecekte olmayacak.

 

Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!