Güncelleme Tarihi:
Dili akıcı, üslubu sert, duruşu muhalif. Aslen Ankaralı. Aynı zamanda sıkı Beşiktaşlı. Polisiye roman serisi Behzat Ç.’nin yanı sıra ‘Erken Kaybedenler’ gibi sarsıcı hikâye kitaplarıyla da her daim çok satanlar listesinde yer alan yazar Emrah Serbes’le, bir edebiyatçının gözünden Gezi Parkı sürecini konuştuk.
Gezi Parkı’yla ortaya çıkan hareketin nasıl bir ruhu vardı?
- Çok özgürlükçü, çok esprili ve aynı zamanda çok romantik bir ruhu vardı. Harbiye’de gaz atıyorlar, barikatların arkasında çocuğun birisi kız arkadaşına “Benimle evlenir misin?” diye pankart açıyor. Bugüne kadar entelektüel diye dalga geçilen, küçümsenen Cihangir halkı bile sabaha kadar sokaktaydı. Hem ’90 kuşağı hem de biz Türkiye demokrasiyle yönetiliyor zannediyorduk ama şimdi anladık ki bu ülke ‘TOMAkrasi’yle yönetiliyor. TOMAkrasi nedir biliyor musunuz, halkın kendi kendini sulamasıdır. Yani sen vergiyi veriyorsun, ondan sonra o vergi su olarak sana geri dönüyor.
‘90 kuşağının yanında yaşlı teyzeler, amcalar da sokağa çıktı…
- İşte hükümetin ustalık döneminin eseri bu. 70 yaşında teyzeyi sokağa çıkarabiliyorsan, bu asıl halkın ustalık dönemi olur. O teyzeyi sokağa çıkarabilmek, onunla birlikte sessiz çoğunluğu bile isyan ettirebilmek kolay değil. İlk başta ısrarla “bunlar çapulcu, ayyaş” dendi, o tutmayınca “ideolojik örgütler” dendi, o da olmadı, “yurtdışından talimat aldılar” dediler. En sonunda ‘duran adam’ çıktı, bu eylemin ne kadar sivil bir direniş olduğunu gösterdi.
GÖZALTI KAYDI YOK
Eylemler boyunca polisin orantısız güç kullanımı dikkat çekti. Sizin gözlemleriniz ne yönde?
- Son günkü operasyonda polis insanların üstüne “Allah Allah” diye saldırıyordu, halka karşı böyle bir düşman algısı yaratılır mı ya? Beş can kaybı, 7 bin 800’den fazla yaralı, 59 ağır yaralı, 100 kafa travması, 11 gözünü kaybeden, bu nasıl bir düşmanlık? Günlerdir AKM’nin arkasındaki otoparka ve TRT’nin Tepebaşı’ndaki binasının bahçesine insanları çekip eziyet ediyorlar, bunların kaydı yok. Buralar işkencehaneye dönüştürüldü, insanları alıyorlar, gözaltı kaydı da tutmuyorlar.
Bu süreçte medyanın tavrı da çok eleştiri konusu oldu...
- Gezi Parkı’nda çoluk çocuk herkes oradayken polis girip kapalı alanlara gaz atarken, insanların maskesini toplarken, otele sığınan insanları coplarken, medyaya bir bakıyorsun, “Taksim’de her şey kontrol altında” diye yayın yapıyor. Zaten bu hareketin bu noktaya gelmesine medya da sebep oldu. Herkes “artık sokağa çıkmak zorundayız” diye hissetti. Medya olayları tarafsız bir şekilde verebilseydi insanlar bu kadar sokağa çıkma gereği görmezdi. Öyle bir duruma geldik ki balkondan aşağı baktığın zaman memlekette olan biten hakkında daha fazla bilgi sahibi oluyorsun. İnsanlar 10 yıldır paralize olmuş gibi sokağa çıkamıyordu, o duygu da aşıldı.
Hükümetin ortamı yumuşatmak için nasıl bir adım atması lazım?
- Birincisi Başbakan’ın sakinleşmesi lazım. Birilerinin bunun hükümete karşı bir komplo olmadığını, sadece sivil halkın tepkisi olduğunu ona anlatması gerekiyor. Bunu anlayacak kadar da siyaset bildiğini düşünüyorum. Ama neden böyle yaptığının da politik bir açıklaması yok, psikolojik bir açıklaması belki olabilir. Esasen insanlar saygı bekliyorlar. Hükümetin bu çocuklara gereken saygıyı göstermesi lazım. Ama toplumu gererek, karşı mitingler düzenleyerek, “siz orada üç kişi toplandıysanız biz de burada beş kişi toplanırız” diyerek bu iş olmaz. Mesela eğer ortamı yumuşatmak istiyorsa Tayyip Erdoğan çıkıp “Gençler o park size helal olsun” diyecek. İlk gün bunu deseydi iş bu kadar tırmanmazdı zaten. Hâlâ “Camide içki içtiniz, başörtülü kadınları tartakladınız” diye yalan söylüyorlar. Başörtülü kadını tartaklayan polislerin görüntüsü ortada. Gezi Parkı’nda mescit vardı, polis girip mesciti yıktı. Ethem Sarısülük’ün cenazesine, tabuta su sıktılar. Bunun Müslümanlıkla ne ilgisi var? İnsan bundan utanır. Bir insanı zaten öldürmüşsün polis kurşunuyla, bari cenazesini rahat bırak.
KAPALI ALANA GAZ
Günlerdir yaşanılan polis şiddetinden sonra Twitter’da “Keşke bütün polisler Behzat Ç. gibi olsa” lafları dolaştı…
- Behzat Ç. de örnek bir polis değil ki, onun da arızaları var. O da sert bir polis, o da bazen insanlara elini kaldırıyor. Ama polis şu anda artık sokakta kimi görse eylemci diye saldırıyor. Behzat Ç. böyle bir polis değil. Bunu söyleyenler muhtemelen “Biraz vicdanlı olsun bu polis” demek istiyorlar. Biraz vicdanı olan adam çoluk-çocuk demeden kapalı alanlara gaz atar mı?
Bundan sonra yazacağınız polisiye romanlara Gezi Parkı nasıl yansır?
- Zaten bir süredir yeni bir Behzat Ç. romanıyla uğraşıyordum, bu hadiseler nedeniyle yarım kaldı. Biraz ortalık sakinleşsin, toplum, gençler ve geleceğimiz hakkındaki fikirleri revize edip yazmaya devam edeceğim.
Behzat Ç.’nin ikinci filmi çekiliyor. Bu olaylardan sonra senaryoya Gezi Parkı’yla ilgili bir ekleme yapılabilir mi?
- Senaryoyu üç ay önce Ercan Mehmet Erdem yazdı, filmin adı ‘Behzat Ç. Ankara Yanıyor’du, harbiden de yandı. Ankara’da polis daha serttir çünkü Meclis’in 1 kilometre çapında gösteri yürüyüşü yapılması yasak. O yüzden Ankaralılar da yıllar içinde daha dirençli hale geldiler. Zaten bu olaylarda herkes hafif yaralandı. Yaralı sayısına bakarsak bütün Türkiye hafif yaralı, evinde oturan insana kadar gaz solumayan kalmadı.
Çarşı’ya suç örgütü derlerse “biz de üyeyiz” diyeceğiz
Bugün Beşiktaşlı olmaktan daha çok gurur duyuyorum. Bana kalırsa hükümet bütün bu yaşananların faturasını Çarşı’ya çıkarmaya çalışıyor. Avukatlarla konuştum, sorguda 98 tane soru sormuşlar, LYS soruları gibi. Sonuçta hukuki süreç işliyor, inşallah bu süreç bundan sonrası için daha makul bir yaklaşımla çözülür. Örneğin Çarşı’nın kurucularından Cem Yakışkan’ı semtten çok iyi tanıyorum, 20 gündür insanları nasıl sakinleştirmeye çalıştığını ben biliyorum. Gerektiğinde insanlarla polisin arasına girip göstericileri sakinleştirmeye çalıştı. Bunun üzerine böyle bir gözaltıyla karşılaşmak çok üzücü. Gözaltına alındığı gün Cem Abi’nin kızı üniversite sınavına girecekti, o gün polis eve geldi. Zeki Abi’yle (Demirkubuz) konuştuk, “Eğer Çarşı’ya bir suç örgütü derlerse biz de bu suç örgütünün üyesiyiz diye ifade verelim” dedi. Zeki Abi bunu demeye hazır, ben de hazırım, pek çok yazar-çizer, Beşiktaşlı da hazır. Ama bu sürecin sonunda böyle bir şey olmayacağını umuyorum.
Bastırılan her şey bir gün geri döner
Freud diyor ki, “Bastırılan her şey bir gün geri döner.” Zaten 12 Eylül darbesi olmuş, aradan geçen 30 yılın toplum üzerinde yarattığı bir baskı var. 12 Eylül’ü şimdi sokağa çıkan çocukların anneleri babaları yaşamış, son 10 senedir de giderek artan bir baskı var. Meselenin özü şu: İnsanlar saygı görmek istiyor. Gezi Parkı protestosu ağaçlardan çıktı ama ağaçların kesilmemesini istemek de aslında insanların saygı görme isteğiyle paralel. Hükümet bunun üstüne de polis şiddetiyle gidince Cemal Süreya’nın deyimiyle bu, ‘taşıran damla’ya dönüştü.