Ezgi Başaran
Oluşturulma Tarihi: Ocak 20, 2008 00:00
20 yıl önce ABD’de yayımlanmaya başlayan Conde Nast Traveller, lüks seyahat konusunda dünyanın önde gelen dergilerinden biri. Her ay 775 bin aboneye ulaşıyor. Dünya edebiyatının önde gelen isimleri derginin yazarları arasında.
1997’de derginin İngiliz edisyonunu kuran Yayın Yönetmeni Sarah Miller (47), 10 yıldır aynı ekiple çalışıyor. 130 bin tirajlı dergisinin muhabirleri, turistik merkezlere müşteri gibi gidip gördüklerini aktarıyor. Miller, geçen ayki editoryal yazısında 1973’te Türkiye’ye yaptığı bir gezinin onu ne kadar etkilediğini anlatıyordu. Onunla bu gezinin detaylarını, Türkiye’nin tanıtım stratejisini ve 2008’de dünyadaki seyahat trendlerini konuştuk.
EN UNUTULMAZ SEYAHATİ TÜRKİYE’YE YAPTIM
En unutulmaz tatilinizi anlatır mısınız?
- Annem ve babam boşandıktan sonra, kardeşimle velayetimiz babamdaydı. Üvey annemin bizim yaşlarda üç oğlu vardı. Babam yeni bir aile olmamızın şerefine, biraz da kaynaşalım diye bir tatil programı yaptı. O sırada 13 yaşındaydım ve hayatımın en unutulmaz tatilini yaşadım.
Rotanız neydi?
- Önce yepyeni bir Range Rover satın aldık. Cipi Londra’dan Salzburg’a giden bir trene koyduk. Uçakla Salzburg’a gidip cipi karşıladık. Kara yoluyla Macaristan, Romanya, Bulgaristan ve sonra İstanbul’a vardık. Türkiye’nin güney ve batı sahillerini dolaştık. Babam mimar ve antik kalıntılarla çok ilgileniyordu. O yüzden Efes ve Truva’da çok vakit geçirdik.
Sizi bu seyahatle ilgili en çok ne etkiledi?
- O güne kadar yaptığım en egzotik seyahatti. Perge’ye vardığımız gün kalıntıları ziyaret eden bizden başka kimse yoktu. O sırada yanımıza çok tatlı genç bir rehber geldi. Bize kalıntılarla ilgili bilgi vermeye başladı. Babam onu çok sevdi, rehber de bizi. Sonra dedi ki sizi köyüme götürüp ailemle tanıştırmak istiyorum. Yakınlarda bir yerde diye kabul ettik. Fakat yol git git bitmiyor. Meğer köyü Perge’ye üç saat uzaklıktaymış. Antik Roma köprülerinden geçerek köyüne vardığımızda hava kararmıştı. Bizim rehberin babası meğer köyün ağasıymış. Bütün köy bizi en önemli misafirleriymişiz gibi karşıladı. O gece muhteşem köy yemekleri yedik, yer yatağında yattık. Babası ise kimse çalıp gitmesin diye bizim Range Rover’da yatmıştı. Gece uyanıp evin dışındaki tuvalete gitmem, tuvaletin yere kazılmış bir çukur olması falan hiç unutamadığım detaylardı... Çok farklı, güzel bir deneyimdi. Hayatımda bir daha hiç böyle kişilerle karşılaşmadım. O rehbere ne oldu diye hálá aile arasında konuşuruz. Bu seyahatten sonra da birçok kez Türkiye’ye geldik. Babam Türkiye’yi çok seviyor, bir tekne alıp Bodrum’a demirliyor.
PAKET TURLARIN MODASI GEÇTİ
İngiltere’de artık paket tur kalmadı. Artık herkes otelini, uçağını, trenini internet üstünden kendi ayırtıyor. Nereyi ne kadar sürede gezeceğine, akşam yemeğini nerede yiyeceğine kendi karar veriyor. Turizm acenteleri çok karmaşık bir seyahat programınız varsa devreye giriyor. Örneğin önümüzdeki hafta Libya’ya gidiyorum. Abercrombie&Kent adlı lüks seyahatler düzenleyen acenteye rezervasyon yaptırdım. Çünkü yasalarına ve geleneklerine hakim olmadığınız bir yerde çok zor günler geçirebilirsiniz. Yani turizm acentelerine hálá ihtiyacımız var ama grup halinde gidilen paket turların devri bitti. Onlar daha çok çocuklu aileler ve yaşlılar için.
İSTANBUL DAHA FAZLA AVRUPALILAŞMASIN
Türkiye’nin turizm ve tanıtım stratejileri hakkında ne düşünüyorsunuz?
- TV ve basın reklamlarınızı izliyorum. Bence biraz eski moda. Herkesin aynı zevklere sahip olduğunu varsayarak yapılmış tanıtımlar. Mesela Sunday Times’taki Türkiye ilanıyla, Conde Nast’a verilen Türkiye ilanı aynı. Sunday Times’ı 1.3 milyon kişi okuyor ama kitlesi orta ve alt gelir grubu. Halbuki bizim derginin okuyucusu kesinlikle A ve B+ grubu. Farklı hedef kitlelere uygun farklı tanıtım gerek. Bizim okuyucumuzu neşeli deniz güneş, her şey dahil tatiliyle ya da Kapadokya’daki peri bacalarıyla etkilemeniz mümkün değil. Çünkü üst sınıf onları çoktan denedi. Butik otellerin, yat turlarının, farklı aktivitelerin, İstanbul’un hip yerlerinin olduğunu gösteren bir tanıtım lazım. Örneğin eşim şu anda İstanbul Modern’le bir sergi üstüne çalışıyor ve İstanbul’daki çok cool insanlardan bahsediyor. Onlar Topkapı Sarayı ve Ayasofya’yı gezmeyi çok önceden bitirmiş, İstanbul’un farklı hallerini yaşıyor. Bunlar ne Avrupa’da ne de ABD’de biliniyor.
İstanbul Türkiye’nin dışında farklı bir fenomene dönüştü değil mi?
- Kesinlikle. Türkiye tercih ediliyor çünkü havası güzel, denizi güzel, her şey ucuz, kültürü farklı, dahası Ortadoğu ülkeleri kadar tehlikeli değil. İstanbul ise başka bir dünya. Hem Avrupa gibi hem de değil. Giderek daha homojen hale gelen dünyada hálá farklı bir şehir. O nedenle biz İstanbul’un daha fazla Avrupalılaşmasını istemiyoruz, yoksa bizim için çekiciliğini yitirir.
İKİ TÜR ZENGİN TURİST VAR
Birinci grupta parası olduğunu bütün dünyaya göstermek isteyenler, ikinci grup çok zengin olup bunu saklayanlar. Birinci gruba genelde Rus oligarklar giriyor. Onların seyahat rotası Güney Fransa, Courchevel ve Barbados. İkinci gruptaki zenginlerin tatil anlayışı ise Maldivler’deki butik otellerde kalmak, Meksika’da bungalov kiralamak ve Karayipler’de yatla dolaşmak.
2008’İN GÖZDE ÜLKELERİ
Vietnam, Çin ve Hindistan büyük yükselişte. Kenya iç savaşın eşiğine gelmeseydi 2008’in önemli turist duraklarından biri olacaktı ama ne yazık ki bu şansını yitirdi.
HAMİLE KADINLAR SEYAHAT ETMEYE BAŞLADI
2008’de en çok öne çıkacak kavram küresel ısınma bilinci. Turistler doğanın korunduğu ülkelere gidecek, yolculukta dünyayı en az kirletmenin yollarını arayacak. Yine uçaklara binilecek ama bir seferde daha çok kişinin taşındığı jumbo uçaklar tercih edilecek. Örneğin İngilizler Fransa’ya gitmek için artık çoğunlukla treni kullanıyor. Önümüzdeki yılın başka bir trendi de hamile kadınların seyahat etmesi. Çocuk doğmadan kafama göre takılabileceğim son tatil diye düşünüp kendilerini yollara atıyorlar.
GÖNÜLLÜ TURİZMİ ÇOK YAYGINLAŞACAK
Gönüllü turizmi (Voluntourism) önümüzdeki yıllarda çok yaygınlaşacak. Birçok kişi bunu acayip bir tatil anlayışı gibi görebilir ama bence değil. Tatilde yardıma muhtaç bölgelere gidip, süregelen projelere katkıda bulunuyorlar. Geçenlerde bir İngiliz bakan Afrika’ya gitti, çalıların arasında bir çadırda iki hafta kalıp halka yardım etti. Sudan’daki okullara yardım etmek için giden ve çocukların oyuncak ayılarına Muhammed ismini vermesini öğütleyerek yılın gafını yapan İngiliz öğretmen de gönüllü turizm yapmıştı. Çünkü zengin ya da orta gelirliler artık bir işe yaradığını hissetmeden tatmin olamıyor. Tatil anlayışı da böyle gelişiyor.
TERÖR SALDIRISI OLSA BİLE...
Maalesef 11 Eylül sonrasında New York ve Londra’ya gelen turist sayısı çok düştü. Bali turistik açıdan neredeyse haritadan silinmişti ki Avustralyalılar son anda imdatlarına yetişti. Şimdi biraz toparlanıyor. Gerçi dünyanın hiçbir yeri güvenli değil ama İngilizler şöyle düşünüyor: Madem her yerde terör saldırısı olabilir bari çok fazla yol gitmeyeyim. Yani Madrid’de ve İstanbul’da da patlama oldu ama İngilizler hálá buralara gidiyor. Çünkü yakın.
MUTLU TURİST DÜNYAYI OLDUĞU GİBİ KABUL EDER
Afrika’ya ya da Ortadoğu’da bir ülkeye gidip tuvaletler niye temiz değil, garsonlar niye yavaş diye sızlanamazsınız. Mutlu turist dünyayı olduğu gibi kabul eder. Dünyanın biyoritmik saatinin teknolojiye uyum sağladığını varsayarak şikayet etmez.