Çini ve nakışın kenti Kütahya ile çok yönlü turizm sunan Afyon arasında Türkiye’nin en yalnız peribacaları varKütahya’nın meydanındaki fıskıyeli vazoyu görür görmez, çininin kentine geldiğinizi anlarsınız. Kentin çinilerle kaplı otogarına varanlar için de aynı etki söz konusudur. Sizin de kafanız, İznik ve Kütahya çinileri arasındaki karşılaştırmalarla karışmışsa, en doğrusu, soluğu Çini Müzesi’nde almak ve 14. yüzyıldan bugüne uzanan çiniler arasında bir gezinti yapmaktır. Müze Müdürü Arkeolog Metin Türktüzün, çinilerin arasında sergilenen ve üzerinde Osmanlıca yazı olan bir kağıdı gösteriyor. ‘Dünyanın ilk Toplu İş Sözleşmesi bu... Fincancılar Esnafı Anlaşması... 1766 yılında çinici işçiler ve işverenler arasında yapılmış.’ Kütahya Valisi Ali Paşa’nın huzurunda imzalanan anlaşma, dünya tarihinde, devlet hakemliğinde yapılmış, bilinen ilk yazılı toplu sözleşme. Anlaşmada, fincancı esnafından usta, kalfa ve çırakların yapacağı işler ile karşılığında alacakları ücretler, ilkelere bağlanmış. Anlaşmanın bir bölümünde; ‘24 işyerinden başka işyeri açılmayacaktır’ maddesi, bir de bir ceza okunuyor: ‘Anlaşmaya uymayanlar, ölüme bedel kürek cezasına çarptırılacaklardır.’ Bugün ne Fincancılar Anlaşması geçerli, ne de kürek cezası. Ama Kütahya, hálá çiniyle birlikte anılan bir kent. Yaklaşık 15 bin kişi, fabrikalarda, atölyelerde ve evlerde çalışarak çiniden geçimini sağlıyor. Turistlerin her zaman satın almaya meraklı oldukları bir hatıra eşyası. Modern tasarımları, yurtdışında büyük ilgi görüyor. Sergiler açılıyor, özellikle Kütahyalı Sıtkı Usta, aykırı tasarımlarıyla çini sanatına yeni ufuklar açıyor. NAKIŞ ÇİNİ KADAR DEĞERLİNeşe Fırın’ın tahinli ve haşhaşlı pidelerinden tatmak için haftasonunu beklemem gerekiyor. Bu sakin kentin yıllardır şahit olduğu tek kuyruk, bu pideler için. Samanpazarı’ndaki rutubet kokan 600 yıllık Büyük Bedesten’in içinden geçerken, tarihi havuzun içinde esnaf roka ve elmalarını yıkıyor. Çinilerin parlak renkleriyle tam bir tezat buranın karanlığı. Küçük Bedesten’in ortasındaki tarihi çeşme, ikinci el televizyonların, karyolaların, radyoların arasında kaybolmuş. Sarraf Çarşısı’nda, Kütahya’ya özgü milli kıyafetleri, bindallıları, işlemeli çevre ve peşkirleri, gümüş hasırlı kemerleri sattığı dükkanının önünde, alçak taburesine oturmuş, gazete okuyor Halil Bey. Dükkanın ismine gözüm takılıyor; Oturakçılar. 100 yıllık bu dükkanda, dedesi oturduğu yerden ticaret yaparmış, o zamanlar bu tür esnafa bu adla hitap edilirmiş. Halil Bey, gururla pembe bir bindallı gösteriyor. Üzerinde, yapımı bir ömür sürmüş kadar detaylı, altın simle işlenmiş motifler var. Buna bakınca, son Germiyan Beyi II. Yakup’un kızkardeşi Devlet Hatun’un Yıldırım Beyazıt’a gelin giderken giydiği bindallı acaba bu kadar güzel miydi, diye geçiriyorum aklımdan... Nakış, çini kadar değerli ve geçerli bir sanat Kütahya’da. Germiyanlar zamanında, sarayın harem kıyafetleri, perdeleri hep Kütahya’da işlenirmiş. Gelenek sürüyor. Kütahya düğünleri, anlata anlata bitirilemiyor; kınada 10- 15 dizi kültem inci, gümüş kemer, düğünde 99 dizi altın ve ucunda beşibirlik, elmas gerdanlık, fes üzerinde yedi sülaleden toplanmış Osmanlı elmasları...ESKİ ŞEHRİN RENKLİ EVLERİKütahya- Afyon yolu üzerinde, Osmanlı elmaslarını bir kenara bırakıp, Afyon’un Frig Vadisi’nin bembeyaz peribacalarını hayal ediyorum. Antikçağ’da Büyük Frigya olarak bilinen bu bölgedeki, kaleler, mezarlar ve bugünkü köylerle içiçe olan peribacaları, Kapadokya’daki akın akın turist çeken benzerlerinden çok daha sessiz ve yalnız. Afyon- İscehisar- İhsaniye üçgeni içinde, kaybolmak demek bu. Olağanüstü manzaralara, ıssız arazilerdeki anıtlara, kaya mezarlarına ve kiliselere ulaşabilmek için, birkaç tabelanın dışında en güvenilir yol gösterici, köylüler... Seydiler’de, çay yatağının kumlu toprağı üzerinde, peribacalarının arasında yürüyorum. Çayın nereye kadar gittiğini bilmiyorum. Allah’ın tek bir kulu yok etrafta. Ama Yusuf Çavuş var. Yürümeye başlamadan evinin önünden geçmiştim; çayını içmeyince, gülerek ‘Borçlu gidiyon, gelen uğramadan geçmez’ demişti. Tekesiyle şakalaşırken, peribacalarının arasından kıvrılan çayın, kışın nasıl kabarıp traktörünü sürüklediğini anlattı; ‘O geldi mi, biz geri kaçarız’ diye açıklamıştı olup biteni. Bir kahvenin olduğu kadar, bir güleryüzün de 40 yıl hatırı vardı benim için. Bu ıssız beyazlıkta, Yusuf Çavuş böyle kaldı aklımda. Kırkinler Kaya Yerleşimi’ne geldiğimde, katlar arasındaki merdivenlere ve küçük deliklere bakarak, burada nasıl yaşandığını anlamaya çalışıyorum. Karakaya Köyü’nden geçerken, evlerin önünde, harmandan sonra bulgur yapmak için kullanılan boyaneleri fark ediyorum. Kadınlar boyane taşını beygirle sürüyor, erkekler konuşuyor; ‘Biz bulgursuz edemeyiz, makineyle yapılırsa hiç tadı olmuyor, yenmiyor.’ Definecilerin cirit attığı bu vadide, en etkileyici yerlerden biri, İhsaniye’nin Ayazin Köyü ya da antikçağdaki ismiyle Metropolis. Kayalıklara ve dev peri bacalarına oyulan, Frig ve Bizanslılar’ın yaşadığı mağaraların hemen önünde, bugünkü köyün mezarlığı var. Aslanlı Mezar Odası’nın altında bir kadın toprağı çapalıyor. Eskiyle yeni, yaşamla ölüm birbirine yaslanmış. Mezartaşlarının üzerinde yazılanlar, ‘Ey yolcu...’ diye başlıyor, okumadan edemiyorum; ‘ben de bir güldüm, tez soldum, vaktim değildi genç öldüm...’ ya da ‘Ey yolcu, ben de yaşadım geçtim, ecel şerbetini 67 yaşımda içtim.’ Bu vadiden birçoklarının yaşayıp geçtiğini, her saniye hissediyor insan. Asfalta çıkıp Afyon’a doğru yol almadan önce, Döğer kasabasının yakınındaki Antik Yol’a ve arazideki, o kimbilir kimlerin bıraktığı derin çizgilere, şaşkınlıkla bakıyorum...Uçsuz bucaksız arazilerin ve kayalarla şekillenmiş köylerin içinden çıkıp, haşmetli Afyon Kalesi’nin altında, renkli evleriyle eski şehrin sokaklarında dolaşıyorum. İki genç kız, aceleyle bir tekne içinde ekmek taşıyorlar. Bir evin alt katında, ‘ev ekmeği satılır’ yazıyor. Kadınlar övünüyorlar; ‘İçine patates katılır, çarşı ekmeği gibi kuru olmaz. Herkes kendine yapar, iki hafta yenir, bazen de mahallede satarız.’ Eski şehir, kentin muhafazakar merkezinden daha ılımlı. Delikanlılar, pembe boyalı evlerin önünde güneşin tadını çıkarıyor, yaşlılar Mevlevi Camii’nin avlusunda sohbet ediyor, genç kızlar yabancılara yol tarif ediyor, kalenin beş yüz kusur merdiveninden inen okullu çocuklar, turistlere yukarı çıkmanın cefasını anlatıyorlar... ATA’NIN İKBAL TAVSİYESİ1930’lu yılların başında, kentte bir
haber yayılır.
Atatürk, Kocatepe’ye giderken Afyon’dan geçecek ve öğle yemeğini burada yiyecektir. Bu Gazi’yi ağırlamak için hiçbir donanımı olmayan Afyonlular’ın telaşa kapılmasına neden olur. Atatürk’ü konağında ağırlayacak olan Ahmet Ağa’nın aklına bir çözüm gelir; seneler önce Yıldız Sarayı’nda aşçılık yapmış olan, Salim Usta... Usta, dışarıda
yemek yemenin ‘yenge evden kovmuş’ anlamına geldiÄŸi bir yerde ve devirde, küçük lokantasını açmış ancak birkaç masasını dahi bir türlü dolduramamıştır. Bu büyük olay için, tüm hünerini döker. Sofra ve yemek Atatürk’ü ÅŸaşırtır. Aşçının hikayesini dinler, lokantasının isminin Zümrüt olduÄŸunu öğrenir ancak ismi beÄŸenmez ve ‘Sen korkma, böyle gidersen bahtın açık olur, lokantanın ismini de, bahtı, önü açık anlamında, Ä°kbal koy’ der... Ata’nın dediÄŸi olur. Yıl, 1989... Ä°kbal, artık büyük bir isimdir. Beyaz örtülü, vantilatörlü birinci sınıf esnaf lokantasının yemeklerinin, sucuk ve kaymağının ünü bütün Türkiye’ye yayılmıştır. Salim Pancar yaÅŸlanmıştır. Hatta biraz da unutkan olmaya baÅŸlamıştır. OÄŸulları ve torunları, iÅŸi büyütmüş, Afyon yakınındaki kavÅŸak üzerinde bir dinlenme tesisi açmışlar, beÅŸ yıldızlı bir termal otelin de hayalini kurmaktadırlar. Bir gün dedelerini yeni açtıkları dinlenme tesisinde ağırlamak isterler. Salim Usta yemeklerden az az tattıktan sonra, torununun kulağına fısıldar: ‘Aman dikkat edin, burası bize rakip olur...’BEN OLSAYDIM BUNLARI YAPARDIMAfyon’un eski mahallesinde dolaÅŸmak ve kadınlardan sıcak, patatesli ev ekmeÄŸi satın almak Aizanoi’deki dünyanın ilk borsasında, atın insandan deÄŸerli olduÄŸunu öğrenmekAfyon Frig Vadisi’nde ‘Frig Safari’ ve kamp yapmak Uzun Çarşı’daki Ä°kbal Lokantası’nın beyaz örtülü masalarında, dana tandır yemek Dünyanın ilk Toplu Ä°ÅŸ SözleÅŸmesi’nin Türkçe metnini, Kütahya Çini Müzesi’nde okumakKütahya’nın tahinli ve haÅŸhaÅŸlı pidesini tatmakAfyonlu çocuklarla birlikte, kalenin beÅŸ yüz küsur merdivenini tırmanmakKütahya Arkeoloji Müzesi’nde, Anadolu’da çocuklar için oyuncak üreten ilk uygarlık Frigler’in oyuncaklarını görmekAfyon Art Cafe’nin havuzlu taÅŸ avlusunda, ‘ixir’ içmekÂ
button