Güncelleme Tarihi:
WTA Championship Sezon Sonu Finali’nin tanıtım gecesinde sahne alacaksınız. Siz tenis oynar mısınız?
- Evet, küçüklüğümden beri oynarım. En sevdiğim sporlardan birisidir. Roger Federer de en sevdiğim tenisçilerdendir. Tenisle ilgili bir organizasyonda yer almaktan ötürü çok mutluyum.
Daha önce de İstanbul’da konserleriniz oldu. Türkiye’ye çok sık geliyorsunuz, burada olmak size nasıl hissettiriyor?
- İstanbul’u çok seviyorum. Buradaki insanlarla arkadaşmışım gibi hissediyorum. İlk konserimden bu yana Yunanistan ve Türkiye arasındaki barışa ve kardeşliğe inanıyorum. Müzik de bu dostluğu pekiştiren unsurlardan biri. İlk geldiğimde buradaki insanlar beni kucakladı, ben de onları kucakladım. İzmir’de, Bodrum’da, Antalya’da, birçok yerde sahne aldım. Hep mükemmel deneyimler yaşadım. Müzik sonsuz bir duygu, biz de o düzenin içinde kaybolup birbirimizi buluyoruz...
PAVAROTTİ İLE TARZIMIZ KARDEŞ DEĞİL, KUZEN OLABİLİR
Daha önce Meyra ve Feryal Türkoğlu’yla sahne almıştınız. Yine bir Türk sanatçıyla düet yapmayı düşünüyor musunuz?
- Feryal Türkoğlu da, Meyra da dinlediğim en güzel sesler arasındalar. Meyra, albümünün bir parçası olmam için beni Türkiye’ye davet etti, tabii ben de kabul ettim. Ülkesini iyi temsil eden kişilerle çalışmayı her zaman severim. Onunla yaptığım düetten çok keyif aldım. Benim yaptığım müzikle bağdaştığı sürece Türkiye’den başka bir sanatçıyla da çalışabilirim. Yeter ki bir noktada buluşalım ve mesajımız güçlü olsun.
Müziğiniz için “Opera ve popun karışımı” deniyor. Sizce bu doğru bir tanım mı?
- Opera, sıkı kurallara sahip. Benim müziğim, operayı da içine alan daha geniş bir müzik çeşidi. Pop ve opera ayrı dallar. Müziğimde klasik etkiler var ama opera dünyasından uzaktayım. Benim yaptığım müziğe tamamen opera demek, çok güçlü olur. Pop demek de zayıf kalır. Ben birçok müzik türünden etkileniyorum.
Pavarotti’nin tahtına aday gösteriliyorsunuz, bu konuda ne düşünüyorsunuz?
- Pavarotti’nin tahtına aday gösterilmem pek doğru değil açıkçası. Pavarotti, çok farklı bir kategoride. Bizim tarzımız kuzen olabilir ama kardeş olamaz. O operada bir efsaneydi. İnanılmaz doğal tenor sesine sahip bir yetenekti. Ben de tenorum ama ikimiz çok farklıyız.
Kendisiyle tanışma fırsatınız oldu mu?
- Evet, onunla 1993’te tanıştım. Philadelphia’da Pavarotti yarışmasını kazanmıştım. Beni o zaman evine davet etti, arkadaşlarıyla tanıştırdı ve bana makarna yaptı. Çok açık kalpli, inanılmaz bir tenor. Yaşam dolu bir insan ve harika bir opera sanatçısıydı.
KENDİ SESİMİ TANIMAMIŞ OLABİLİRİM
Bir de geçtiğimiz yıllarda ülkemize geldiğinizde katıldığınız bir davette sizin şarkılarınızın çaldığı ve sizin kendi sesinizi tanıyamadığınız yazıldı. Kendi albümlerinizi dinlemediğinizi söylemişsiniz, bu doğru mu?
- Albümüm çıkana kadar, kayıt sırasında nerede ne yanlış yaptığımı görmek için tekrar tekrar dinlerim. Ama albüm çıktığında yeni projelerime yönelirim. Kendi sesimi tanımamış olabilirim, bu mümkün. Bocelli’yle aynı olan birçok şarkımız var, hangimizin söylediğini anlamayabilirim. Bir de ben, o tarz ortamlarda jest yapmak için benim albümümü çaldıklarında kendimi rahatsız hisseder ve utanırım. Çünkü kendi işlerimi çoğunlukla eleştiririm. İnsanlar ve sanatçılar değişir. Tıpkı bir şarabın tadının şişede durdukça güzelleşmesi gibi. Tabii bir de restoranlarda gürültülü ortamlar olduğundan bu olay yaşanmış olabilir.
Biraz da geçen yıl çıkardığınız iki CD’lik “Mario My Best of Frangoulis” albümünüzden bahsedelim...
- Bu albüme “my best of” (en iyilerim) adını verdim, çünkü bu şarkıları kimse benim için seçmedi. Ben, en sevdiğim şarkıları ve kendime yakın hissettiklerimi seçtim. Albümde beni mutlu eden düetlere de yer verdim. Mesela Sarah Brightman’la “Carpe Diem” adlı şarkıya... Bu şarkının çok açık bir mesajı var; “Gün bugün ve bugün için yaşamalısın” diyor. Albümün fotoğraf çekimlerinde de tıpkı günlük yaşamımda olduğum gibi rahat olmak istedim. Tamamen beni yansıtan bir albüm oldu. Önümüzdeki aylarda da iki yeni albümüm çıkacak. Birisi Yunanistan’daki canlı performansımdan oluşuyor. Diğeri de uluslararası bir çalışma. Onu tanıtmak için de kasım ya da aralık ayında tekrar Türkiye’ye geleceğim.
UYUŞTURUCU SATICISINI CANLANDIRMAK İSTEMEM
Zor bir çocukluk geçirmişsiniz. Anneniz ve babanız sizi küçük yaştayken teyzenizin yanına bırakıp gitmiş. O dönemlere ithaf ederek söylediğiniz bir şarkı var mı?
- Yakın arkadaşım Paraskevas Karasoulos, bana “Ton Eafto Tou Paidi” adlı şarkıyı armağan etmiş ve “Yalnız olmadığını gör” demişti. Bu şarkıda hayali bir bahçeden içeri giren bir çocuğun hikâyesi anlatılıyor. Çocuk o bahçeden içeri giriyor ve güneşle arkadaş oluyor. Ben bu şarkıyı ilk dinlediğimde, çocukluğumla özdeşleştirmiştim. Geçmişine bakan bir çocuk var şarkıda.
Birçok müzikalde başrolde yer aldınız. Peki hiç sinemada yer almak istemediniz mi?
- Tabii ki istedim. Birçok kez teklif de aldım ama benim inandığım şeylerden çok farklı rollerdi, o yüzden geri çevirdim. Ben bir uyuşturucu satıcısını ya da bir mafya babasını canlandırmak istemem. Bu tarz rolleri de iyi sunabileceğime inanmıyorum.
Ne tarz rollerde rol almak isterdiniz?
- Mantıklı dramlarda. Örneğin Sean Penn’in canlandırdığı rollerden birisi olabilir. Bir kahramanı canlandırmak isterim, kötü adam olmayı istemem.
“KEMAL”İ KENDİMLE ÖZDEŞLEŞTİRİYORUM
Albümünüzde “Kemal” adında bir şarkı var. Sizden bu şarkının hikâyesini öğrenebilir miyiz?
- “Kemal”, Türkler’i çok seven Nikos Gatsos adlı Yunan bestecinin eseri. Müziği de Manos Hadjidakis’e ait. Bu şarkıda Doğu’dan Batı’ya yolculuk eden bir Türk gencinin hikâyesi anlatılıyor. Hüzünlü bir öyküsü var. Ben de çok duygulanırım bu parçada, sanırım biraz da kendimle özdeşleştirdiğim bir şarkı.