Güncelleme Tarihi:
Türkiye ve dünyada eğlence trendleri nereye doğru gidiyor?
- Türkiye’de eğlence dediğiniz zaman tabii ki İstanbul’dan konuşmak gerekiyor. İstanbul şu anda güzelliği, inanılmaz tarihi ve eğlencesiyle dünyanın en popüler şehri konumunda. Bugünlerde İstanbul’un eğlence hayatının Avrupa ve Amerika şehirlerinden eksik tarafı yok. Hatta fazlası var. Artık insanlar hem yemek yiyebileceği hem de sonrasında dans edebileceği mekânlar istiyor.
Siz eğlence kültüründeki dinamizmi yakalamak adına neler yapıyorsunuz?
- Seyahat etmeyi ve değişik şehirlerdeki yerleri görmeyi seviyorum. Örneğin Amsterdam’da çok güzel dekore edilmiş restoranlar var; ama yemekler pek iyi değil. Fakat kulüp bölümleri ve müzik seçenekleri inanılmaz. Barcelona da müzik ve yemek konusunda benim için öncelikli yerlerden... Ve tabii ki New York ve yeni favorim Berlin...
İstanbul?
- İstanbul, eğlence dünyasının megaşehri oldu diyebiliriz. En güzel restoranlar, kulüpler ve partiler burada.
Beyoğlu/Asmalı/Şişhane ile Boğaz ya da Nişantaşı hattındaki eğlence anlayışının temel farklılıkları nelerdir?
- Çok büyük farklar var. Beyoğlu/Asmalımescit bohem havasıyla yabancıların ilgisini çekiyor. Burası bana öncelikle Barcelona’daki El Borne’yi hatırlatıyor. Gelen kitle genelde genç profesyoneller, tasarımcılar ve eğlenmek isteyenler. Daha spor giyiniyor, rahat bir ortam istiyor, etrafta yürümeyi, yemek ve dans etmeyi seviyorlar. Nişantaşı’nda da Asmalı gibi insanlar etrafta yürümeyi seviyor ama şıklık ön plana çıkıyor. Boğaz ve Etiler kesimi ise daha klasik diyebilirim. Aile gezmeleri, iş yemekleri...
DJ’LİĞİM KONUSUNDA ÖNYARGILAR VAR
Kuruçeşme ve Alaçatı’dan sonra Asmalımescit’e geldiniz...
- Biz her zaman Beyoğlu’nda bir mekân açmayı hayal ediyorduk, ama doğru zamanda ve doğru yerde olması gerekiyordu. Alaçatı El Beso’daki konseptimiz ile Asmalı birbirinden çok farklı değil. Alaçatı El Beso ve Asmalı Propaganda’da insanlar dışarda geziniyor, rahatlar ve sadece eğlenmek için geliyorlar. El Beso Kuruçeşme ise daha klasik ve şık bir ortam sunuyor. Fakat doğruyu söylemem gerekirse ben en çok Propaganda’da eğleniyorum; çünkü aynen beni yansıtan bir mekân. Propaganda’nın tasarımı İstanbul’da yaşayan İspanyol iç mimar David Garcia’ya ait. Tarihi bir binada bulunduğumuzun bilincindeydik. Dekorasyonu yaparken eskiye saygı duymak doğrultusunda yaşlı malzemeler kullanmaya önem verdik. En önemli noktalardan biri de mühteşem bir sanat çalışmasının duvarlarımızı süslemesi. İspanyol fotoğrafçı Goyo Valmorisco’nun Madrid sokaklarındaki el ilanlarını konu alan sekiz fotoğrafından oluşuyor.
Sizin DJ yönünüz de var...
- Evet. Gerçekten çok zevk alarak ve severek DJ’lik yapıyorum. Aynı zamanda da çok zor bir yol; çünkü erkeklerin egemen olduğu dünyada kendinizi ispatlamaya çalışıyorsunuz. Önyargıları da kırmanız gerekiyor.
Ne gibi?
- Bazı insanların, “Bak şimdi de DJ olmaya çalışıyor” gibi önyargıları oluyor. Çok uzun zamandır bu işin içinde olduğumu bilmiyorlar. Dominik Cumhuriyeti’nde kendi radyo programımda uzun yıllar DJ’lik yaptım ve sonrasında Barcelona’da devam ettim. DJ okuluna gittim, müzik hayatımın bir parçası. Önyargıların kırıldığını ve insanların gerçekten güzel müzik yaptığıma dair reaksiyonlarını görmek beni mutlu ediyor.
TÜRKLER YABANCILARA KARŞI ÇOK HOŞGÖRÜLÜ
Konseptleri belirlerken eşinizle paralel olduğunuz ya da ayrıştığınız noktalar neler?
- Adnan ve ben aynı görüşte insanlarız. Sadece ben daha hayalciyim, Adnan ise daha pratik.
Eşiniz de sizin kadar müzikle ilgili mi? Ortak zevkleriniz arasında neler ön plana çıkıyor?
- Adnan müzik konusunda son yıllarda kendini çok geliştirdi. Kendisinin değişik bir müzik kulağı var, hangi müzik iş yapar ya da yapmaz gibi ayrımlar yapabiliyor. Çok fazla ve geç saatlere kadar çalıştığımızdan ötürü evde dinlenmekten, ailemizle olmaktan ve tabii ki yurtdışına gitmekten çok zevk alıyoruz.
Kültürel çatışmalar yaşıyor musunuz?
- Sekiz yıldan beri burada yaşıyorum. Gerçekten hiçbir fark veya engel görmüyorum. Ayrıca her zaman ve her yerde söylemişimdir, Türk insanı yabancılara karşı çok hoşgörülü ve nazik. Artık zaten kendimi yabancı olarak görmem mümkün değil, çünkü Türkiye artık benim ülkem.
Yaşama bakışınızdaki ortak noktanız nedir?
- Esasında Adnan’la ortak çok noktamız var. Dediğim gibi ben daha hayalciyim ve Adnan ise daha gerçekçi. İkimizde aileye çok önem veriyoruz. Hayatı sevmemiz ve yaşadığımız her andan zevk almaya çalışmamız çok önemli. Hayatta her şey var. İyi veya kötü, kazanmak veya kaybetmek. Esasında bunlardan biri eksik olsa diğerinin kıymetini bilmemiz mümkün olmazdı. İkimiz de elimizdekinin kıymetini bilerek mutlu olabiliyoruz.
MİLLA İKİ KÜLTÜRLE KUCAKLAŞMIŞ ÇOK ÖZEL BİR ÇOCUK
Kızınız Milla’yı büyütürken eşinizle kültür çatışması yaşadınız mı?
- Kesinlikle hiçbir farklılığımız yok. Milla her iki kültürle kucaklaşmış, çok özel bir çocuk. Ben çocuğumu büyütürken iyi ve kötüyü ayırmayı, nazik ve sevecen olmayı, aileye ve diğer insanlara değer vermesini öğretmeye çalışıyorum. Bunlar her çocuğun alması gerektiğine inandığım değerler ve umarım bu değerlere sahip olarak Milla’yı büyütebiliriz.
Milla’nın müzikle ilişkisi nasıl?
- Müziğe âşık. Özellikle Afrika seslerinden ve içinde perküsyon olan her tür müzikten çok hoşlanıyor.