Ali Poyrazoğlu 23 yaşındaki oyuncusu Eser Ali’yi yere göğe sığdıramıyor, "Valla bu aralar dizi,
film derken benden çok teklif alıyor, benden çok kazanıyor kerata" diyor. Yıldız Kenter’in "çocukları" Engin Hepileri, Okan Yalabık ve Bartu Küçükçağlayan ise Kenter Tiyatrosu’nun son dönemdeki bütün oyunlarında görev aldılar. Bu sezon konulan ünlü İngiliz yazar Patrick Marber’ın oyunu Kumarbazın Seçimi’nin bütün prodüksiyon detaylarıyla ilgilendiler, ustaları Köksal Engür ve Cüneyt Türel’le sahneye çıktılar.
Bir keşfedilme hikayeniz var mı?
Engin Hepileri: Ben üçüncü sınıftaydım. Martı’yı yönetmek üzere Rusya’dan bir yönetmen gelmişti. Yıldız Hoca, Şükrü Hoca, Tilbe Saran, Köksal Engür oynuyordu. Ben de onların çevresinde dolanıyordum. Birden Yakov rolündeki oyuncu, yönetmenle kavga etti ve provaya gelmedi. Kim olabilir filan diye Yıldız Hoca etrafına bakarken ben atladım, bir deneyeyim, dedim. Yakov zaten Martı’nın en küçük rolüdür. Ama mesela Yıldız Hoca’yla karşılıklı bir repliğim vardı. Çok önemli bir şey bir öğrenci için. İşte deneme diye başladı ve devam etti.
Okan Yalabık: Benim başlangıcım da Martı’dır. İkinci sınıftaydım. Bu Rus yönetmen oyunda canlı müzik yapacak, en azından gitarı tıngırtadacak birini arıyordu, ben yaparım diye atladım.
Bartu Küçükçağlayan : Konservatuvarda 2. sınıfı bitirdiğimde Kenterlerde Inishmore’lu Yüzbaşı oyununda Okan Yalabık’ın kardeşini oynayacak birini arıyorlarmış. Beni buldular.
Eser Ali: Uzun yoldan geldim İstanbul’a ve elimdeki tek şey Bodrum Amatör Tiyatro grubunda oynadığım oyun kasetleriydi. Çiğdem Sururi beni Ali Poyrazoğlu’yla tanıştırdı. Kasetlerimi izledi ve her şey öyle başladı.
Erdem Akakçe: Bilkent’te 3. sınıfta Michael Frayn’ın "Oyunun Oyunu" adlı komedisini oynuyorduk. O sırada Ankara’da turnede olan Dostlar Tiyatrosu kalkıp bizim oyunu izlemeye geldi. Genco Erkal’a kendimizi gösterme fırsatımız orada oldu diyebilirim. Bir yıl sonra mezun olurken Genco Erkal’ın bizim oyundan ben dahil üç kişiyi yeni oyununun denemelerine çağırdığını öğrendim, atladık üç arkadaş gittik. Birer parça oynadık. Genco Abi o oyun için diğer iki arkadaşa uygun rol olmadığını, benimle çalışmak istediğini belirtti, hikaye böyle başladı.
Sizde usta-çırak ilişkisi geçerli. Tiyatroyu kimden öğrendiniz?
Engin: Yıldız Kenter’den. Ama eğer tiyatroyla ilgili benim görüşlerim diyebileceğim şeyler varsa bunlarda bütün hocalarımın örneğin Haldun Dormen’in ve çalıştığım yönetmenlerin katkısı vardır.
Okan: Klasik tiyatro eğitimimden katıldığım atölye çalışmalarına kadar önüme ne çıktığıysa maksimumu hortumlamaya çalıştım. İlk oyun Martı çok önemlidir gerçekten. Biz öğrenci tayfası olarak ortalarda duruyoruz ve Köksal Engür ve Tilbe Saran’ı kulisten izleyebiliyoruz. Çok katkısı olmuştur.
Bartu: Okulda ilk üç senemde Yıldız Kenter sayesinde bu işi anlamaya başladım sanırım. Bu işi öğrenirken günün 24 saatini ve yaşayan her şeyi kullanabileceğimizi söyledi Yıldız Hanım bir derste. Bu inanılmaz bir söz bence. Bunu hayata geçirmeye çalışıyorum.
Erdem: Oyunculuk denirse üç isimden bahsedebilirim. İkisi hocamdır, biri ustam. Lemi Bilgin, Çetin Tekindor ve Genco Erkal.
Hocalardan işittiğiniz en ağır fırça neydi?
Erdem: O-hoo hangi birini sayayım. Ben okul dönemi biraz disiplinsizdim sanırım, hatta bu yüzden okullar arası tiyatro buluşmasından bile atılmışlığım vardır. Lemi Hoca demişti, pılını pırtını topla defol, diye. Hálá aklıma gelince soğuk terler dökerim. Bir de Cüneyt Gökçer yırtık kotumdan dolayı beni provadan kovmuştu, onu da hálá unutmam bak!
Engin: Ben bir yığın ağır laf işitmişimdir. "Sahnede odun gibisin", "Sahnede resmen duvara çarptın" gibi şeyler. Çok üzülmüşümdür ama sonra salim kafayla düşündüğümde hak da verdim çoğu kez. Ve yararı da oldu.
Eser: Sağlık Olsun oyununda Bülent Abi (Kayabaş) 13 seneden sonra tekrar tiyatroya dönmüşken benim yaptığım bazı terbiyesizlikler yüzünden provayı terk edip gitti. Ertesi sabah 7’de Ali Poyrazoğlu’nun telefonuyla uyandım. "Kalk, Bülent oyunu oynamaktan vazgeçti, özür dilemeye gidiyoruz" dedi ve sabah 7.30’da Bülent Abi’nin Pangaltı’daki evine gittik. Apartman kapısından Bülent Abi’nin çıktığını görür görmez ’Bülent abi beni affet’ diyebildim. Çünkü ağlamaktan sesim çıkmıyordu. Başladı o da ağlamaya. Bülent Abi ağlıyor diye başladı Ali Hoca da ağlamaya. Sonra Bülent Abi’ye sarıldım ve o da kulağıma "Hadi 4’te provada görüşürüz" dedi. Fırçayı bilemiyorum ama bu benim bir hocadan aldığım en iyi dersti.
Dizilerde oynamanın birinci motivasyonu para mı?
Okan: Para önemli bir faktör. Okuldayken hocalar daha çok kızıyordu dizilerde oynamaya ama şimdi onlar da oyuncularının para kazanmasını istiyor.
Engin: Profesyonel oyuncuyum ve oyunculuğumu göstereceğim her şeyi yaparım. Bundan para kazanıyorsam da ne álá.
Erdem: Bu işin tek motivasyonu para, kaldı ki tek bir formülü var, dizide para var, tiyatroda yok. Ama yine de bir şeyin eleştirilip makbul görülmemesi için daha iyi bir alternatif sunulmuş olması gerek.
Eser: Bir sürü insan da para için değil tanınmak için dizilerde oynuyor.
Bartu: Valla ben bu işleri biraz öğreneyim diye başladım. Para da vereceğiz dediler. Tamam dedim. Gayet makul bir anlaşma sanırım.
İstediğiniz rolü başkası kaparsa ne oluyor?
Okan: Bizim aramızda rekabet yok olsa bu son oyun Kumarbazın Seçimi’ni çıkaramazdık. Öyle rekabet, çekişme filan kaldırmıyor tiyatro sahnesi.
Engin: Bu oyunda hepimiz erkeğiz. Aramızda kadın olsa rekabet olurdu ama kadın yok rekabet yok! Geçen gün bir rol konuşuluyordu ben hemen Erdem oynasın dedim mesela. Çok seviyorum onun oyunculuğunu.
Erdem: O rol ona verildiyse kesin daha uygun bulunmuştur da verilmiştir diye düşünmeli.
Siz gençsiniz diye provalarda cıvımanıza izin var mı?
Okan: Yok biz hiç cıvıyamıyoruz. Çünkü hep ustalarla çalışıyoruz.
Engin: Kumarbazın Seçimi’nde Köksal Engür ve Cüneyt Türel var. Cıvımak yemez yani. Bir kere saygı var.
Erdem: Ben mekan zaman tanımaksızın cıvıyorum. Genco Abi de sağolsun beni böyle kabul etti.
Hiç Devlet ya da Şehir Tiyatroları’nda çalışmayı düşündünüz mü?Engin: Hiç düşünmedik. Ödenekli tiyatroya karşıyız.
Erdem: Tiyatro devlet tekelinde olmamalı diye düşünüyorum. Bağımsız olmalı sanat dediğin. O yüzden özel tiyatro yapıyoruz.
Bu meslekle ilgili yaşadığınız en büyük dert nedir?
Engin: Dün gece bir tiyatrodan çıktım ve arka kapıda "Ben bu işi seviyorum ve bu işten para kazanmak istiyorum" dedim. Ama şu andaki şartlarda imkansızı istiyorum. Sadece tiyatrodan kazanılan parayla yaşanmıyor. Seyirci azlığı lafına da karşıyım. Eğer seyirci az derseniz, az olarak kalmaya devam eder.
Okan: Elbette seyircide bir devamsızlık söz konusu. Ama mazeretleri vardır diye düşünüyoruz. Hallolunca gelecekler.
Eser: Hocalarımızın böyle karamsar olmaları bence en büyük sorun. İyi işlere seyirci gidiyor.
Bartu: Ben en fazla oyun yazılmamasına bozuluyorum. Başkalarının dertlerini anlatmak yerine kendi dertlerimi anlatmak istiyorum.
Erdem: Seyirci azlığı, maddi yetersizlik, özel bir tiyatro olunca turneyle ayakta kalabilme zorunluluğu, salon sıkıntısı bunların önde gelenleri. Ama bunların bir çoğunu da aşılamayacak şeyler olarak görmemeli diye düşünüyorum, yoksa hepten bitmişiz demektir. Hep ilerisi iyi olacak, salon dolacak diye telkin yapmak gerekiyor.
Aklınızdan sizin yaşınızdaki insanları tiyatroya çekmek için cinlikler geçiyor mu?
Engin: Ben öyle fikirlerle dolup taşan bir insan değilim. Benim tiyatroda yakaladığım zevki seyirciye geçirmek için bir mekan ya da form değişikliğine ihtiyaç yok. Türkiye’deki gençler tiyatroya geldiğinde sıkılıyor biliyorum. Bizden öncekilerden daha zor işimiz, çünkü dışarıdaki dünya çok hızlı. O dünyanın dilinden konuşacağımız oyunları planlıyoruz.
Okan: DVD’ler, Dvix’ler, MP3’ler var hayatımızda eğlencelik olarak. O yüzden tiyatroyla ilgili yapılacak iş "İtalyan sahne kalksın, seyircilerin arasında oynayalım da" olabilir ama ondan önemlisi ben çok yeni oyunlar oynamak istiyorum abi yani, onlar Türkçe’ye çevrilsin istiyorum.
Bartu: Ben işte tam o insanım. Bilgisayarla doğdum ve büyüdüm. Şahsen ben tiyatro sahnesinde bugün yaşadığım hayata dair şeyler görmek istiyorum. Türk yazarlar böyle şeyler yazsın, biz de oynayalım istiyorum.
Erdem: Karşı karşıya olduğumuz nesil öyle sağlam ve ucu bucağı olmayan bir ekipmanla hazırlanıyor ki hayata. Benim onu kıçıkırık tiyatromla alaşağı etmemin mümkünatı yok! Dolayısıyla çözüm tiyatro, tv ya da bilgisayarda değil bence, onlarda. Sanallıktan sıkılıp, gerçek insan gerçek hikaye görmek isteyen gelir, daha ne diyeyim!
Bir keşfedilme hikayeniz var mı?
Engin Hepileri: Ben üçüncü sınıftaydım. Martı’yı yönetmek üzere Rusya’dan bir yönetmen gelmişti. Yıldız Hoca, Şükrü Hoca, Tilbe Saran, Köksal Engür oynuyordu. Ben de onların çevresinde dolanıyordum. Birden Yakov rolündeki oyuncu, yönetmenle kavga etti ve provaya gelmedi. Kim olabilir filan diye Yıldız Hoca etrafına bakarken ben atladım, bir deneyeyim, dedim. Yakov zaten Martı’nın en küçük rolüdür. Ama mesela Yıldız Hoca’yla karşılıklı bir repliğim vardı. Çok önemli bir şey bir öğrenci için. İşte deneme diye başladı ve devam etti.
Okan Yalabık: Benim başlangıcım da Martı’dır. İkinci sınıftaydım. Bu Rus yönetmen oyunda canlı müzik yapacak, en azından gitarı tıngırtadacak birini arıyordu, ben yaparım diye atladım.
Bartu Küçükçağlayan : Konservatuvarda 2. sınıfı bitirdiğimde Kenterlerde Inishmore’lu Yüzbaşı oyununda Okan Yalabık’ın kardeşini oynayacak birini arıyorlarmış. Beni buldular.
Eser Ali: Uzun yoldan geldim İstanbul’a ve elimdeki tek şey Bodrum Amatör Tiyatro grubunda oynadığım oyun kasetleriydi. Çiğdem Sururi beni Ali Poyrazoğlu’yla tanıştırdı. Kasetlerimi izledi ve her şey öyle başladı.
Erdem Akakçe: Bilkent’te 3. sınıfta Michael Frayn’ın "Oyunun Oyunu" adlı komedisini oynuyorduk. O sırada Ankara’da turnede olan Dostlar Tiyatrosu kalkıp bizim oyunu izlemeye geldi. Genco Erkal’a kendimizi gösterme fırsatımız orada oldu diyebilirim. Bir yıl sonra mezun olurken Genco Erkal’ın bizim oyundan ben dahil üç kişiyi yeni oyununun denemelerine çağırdığını öğrendim, atladık üç arkadaş gittik. Birer parça oynadık. Genco Abi o oyun için diğer iki arkadaşa uygun rol olmadığını, benimle çalışmak istediğini belirtti, hikaye böyle başladı.
Sizde usta-çırak ilişkisi geçerli. Tiyatroyu kimden öğrendiniz?
Engin: Yıldız Kenter’den. Ama eğer tiyatroyla ilgili benim görüşlerim diyebileceğim şeyler varsa bunlarda bütün hocalarımın örneğin Haldun Dormen’in ve çalıştığım yönetmenlerin katkısı vardır.
Okan: Klasik tiyatro eğitimimden katıldığım atölye çalışmalarına kadar önüme ne çıktığıysa maksimumu hortumlamaya çalıştım. İlk oyun Martı çok önemlidir gerçekten. Biz öğrenci tayfası olarak ortalarda duruyoruz ve Köksal Engür ve Tilbe Saran’ı kulisten izleyebiliyoruz. Çok katkısı olmuştur.
Bartu: Okulda ilk üç senemde Yıldız Kenter sayesinde bu işi anlamaya başladım sanırım. Bu işi öğrenirken günün 24 saatini ve yaşayan her şeyi kullanabileceğimizi söyledi Yıldız Hanım bir derste. Bu inanılmaz bir söz bence. Bunu hayata geçirmeye çalışıyorum.
Erdem: Oyunculuk denirse üç isimden bahsedebilirim. İkisi hocamdır, biri ustam. Lemi Bilgin, Çetin Tekindor ve Genco Erkal.
Hocalardan işittiğiniz en ağır fırça neydi?
Erdem: O-hoo hangi birini sayayım. Ben okul dönemi biraz disiplinsizdim sanırım, hatta bu yüzden okullar arası tiyatro buluşmasından bile atılmışlığım vardır. Lemi Hoca demişti, pılını pırtını topla defol, diye. Hálá aklıma gelince soğuk terler dökerim. Bir de Cüneyt Gökçer yırtık kotumdan dolayı beni provadan kovmuştu, onu da hálá unutmam bak!
Engin: Ben bir yığın ağır laf işitmişimdir. "Sahnede odun gibisin", "Sahnede resmen duvara çarptın" gibi şeyler. Çok üzülmüşümdür ama sonra salim kafayla düşündüğümde hak da verdim çoğu kez. Ve yararı da oldu.
Eser: Sağlık Olsun oyununda Bülent Abi (Kayabaş) 13 seneden sonra tekrar tiyatroya dönmüşken benim yaptığım bazı terbiyesizlikler yüzünden provayı terk edip gitti. Ertesi sabah 7’de Ali Poyrazoğlu’nun telefonuyla uyandım. "Kalk, Bülent oyunu oynamaktan vazgeçti, özür dilemeye gidiyoruz" dedi ve sabah 7.30’da Bülent Abi’nin Pangaltı’daki evine gittik. Apartman kapısından Bülent Abi’nin çıktığını görür görmez ’Bülent abi beni affet’ diyebildim. Çünkü ağlamaktan sesim çıkmıyordu. Başladı o da ağlamaya. Bülent Abi ağlıyor diye başladı Ali Hoca da ağlamaya. Sonra Bülent Abi’ye sarıldım ve o da kulağıma "Hadi 4’te provada görüşürüz" dedi. Fırçayı bilemiyorum ama bu benim bir hocadan aldığım en iyi dersti.
Dizilerde oynamanın birinci motivasyonu para mı?
Okan: Para önemli bir faktör. Okuldayken hocalar daha çok kızıyordu dizilerde oynamaya ama şimdi onlar da oyuncularının para kazanmasını istiyor.
Engin: Profesyonel oyuncuyum ve oyunculuğumu göstereceğim her şeyi yaparım. Bundan para kazanıyorsam da ne álá.
Erdem: Bu işin tek motivasyonu para, kaldı ki tek bir formülü var, dizide para var, tiyatroda yok. Ama yine de bir şeyin eleştirilip makbul görülmemesi için daha iyi bir alternatif sunulmuş olması gerek.
Eser: Bir sürü insan da para için değil tanınmak için dizilerde oynuyor.
Bartu: Valla ben bu işleri biraz öğreneyim diye başladım. Para da vereceğiz dediler. Tamam dedim. Gayet makul bir anlaşma sanırım.
İstediğiniz rolü başkası kaparsa ne oluyor?
Okan: Bizim aramızda rekabet yok olsa bu son oyun Kumarbazın Seçimi’ni çıkaramazdık. Öyle rekabet, çekişme filan kaldırmıyor tiyatro sahnesi.
Engin: Bu oyunda hepimiz erkeğiz. Aramızda kadın olsa rekabet olurdu ama kadın yok rekabet yok! Geçen gün bir rol konuşuluyordu ben hemen Erdem oynasın dedim mesela. Çok seviyorum onun oyunculuğunu.
Erdem: O rol ona verildiyse kesin daha uygun bulunmuştur da verilmiştir diye düşünmeli.
Siz gençsiniz diye provalarda cıvımanıza izin var mı?
Okan: Yok biz hiç cıvıyamıyoruz. Çünkü hep ustalarla çalışıyoruz.
Engin: Kumarbazın Seçimi’nde Köksal Engür ve Cüneyt Türel var. Cıvımak yemez yani. Bir kere saygı var.
Erdem: Ben mekan zaman tanımaksızın cıvıyorum. Genco Abi de sağolsun beni böyle kabul etti.
Hiç Devlet ya da Şehir Tiyatroları’nda çalışmayı düşündünüz mü?Engin: Hiç düşünmedik. Ödenekli tiyatroya karşıyız.
Erdem: Tiyatro devlet tekelinde olmamalı diye düşünüyorum. Bağımsız olmalı sanat dediğin. O yüzden özel tiyatro yapıyoruz.
Bu meslekle ilgili yaşadığınız en büyük dert nedir?
Engin: Dün gece bir tiyatrodan çıktım ve arka kapıda "Ben bu işi seviyorum ve bu işten para kazanmak istiyorum" dedim. Ama şu andaki şartlarda imkansızı istiyorum. Sadece tiyatrodan kazanılan parayla yaşanmıyor. Seyirci azlığı lafına da karşıyım. Eğer seyirci az derseniz, az olarak kalmaya devam eder.
Okan: Elbette seyircide bir devamsızlık söz konusu. Ama mazeretleri vardır diye düşünüyoruz. Hallolunca gelecekler.
Eser: Hocalarımızın böyle karamsar olmaları bence en büyük sorun. İyi işlere seyirci gidiyor.
Bartu: Ben en fazla oyun yazılmamasına bozuluyorum. Başkalarının dertlerini anlatmak yerine kendi dertlerimi anlatmak istiyorum.
Erdem: Seyirci azlığı, maddi yetersizlik, özel bir tiyatro olunca turneyle ayakta kalabilme zorunluluğu, salon sıkıntısı bunların önde gelenleri. Ama bunların bir çoğunu da aşılamayacak şeyler olarak görmemeli diye düşünüyorum, yoksa hepten bitmişiz demektir. Hep ilerisi iyi olacak, salon dolacak diye telkin yapmak gerekiyor.
Aklınızdan sizin yaşınızdaki insanları tiyatroya çekmek için cinlikler geçiyor mu?
Engin: Ben öyle fikirlerle dolup taşan bir insan değilim. Benim tiyatroda yakaladığım zevki seyirciye geçirmek için bir mekan ya da form değişikliğine ihtiyaç yok. Türkiye’deki gençler tiyatroya geldiğinde sıkılıyor biliyorum. Bizden öncekilerden daha zor işimiz, çünkü dışarıdaki dünya çok hızlı. O dünyanın dilinden konuşacağımız oyunları planlıyoruz.
Okan: DVD’ler, Dvix’ler, MP3’ler var hayatımızda eğlencelik olarak. O yüzden tiyatroyla ilgili yapılacak iş "İtalyan sahne kalksın, seyircilerin arasında oynayalım da" olabilir ama ondan önemlisi ben çok yeni oyunlar oynamak istiyorum abi yani, onlar Türkçe’ye çevrilsin istiyorum.
Bartu: Ben işte tam o insanım. Bilgisayarla doğdum ve büyüdüm. Şahsen ben tiyatro sahnesinde bugün yaşadığım hayata dair şeyler görmek istiyorum. Türk yazarlar böyle şeyler yazsın, biz de oynayalım istiyorum.
Erdem: Karşı karşıya olduğumuz nesil öyle sağlam ve ucu bucağı olmayan bir ekipmanla hazırlanıyor ki hayata. Benim onu kıçıkırık tiyatromla alaşağı etmemin mümkünatı yok! Dolayısıyla çözüm tiyatro, tv ya da bilgisayarda değil bence, onlarda. Sanallıktan sıkılıp, gerçek insan gerçek hikaye görmek isteyen gelir, daha ne diyeyim!
OKAN YALABIK (27) Şişli Terakki Lisesi’nde tiyatro kolunun işlerine koşturmaktan 9 dersin 7’sinden kaldı. Ailesi onu devlet lisesine verdi. İstanbul Devlet Konservatuvarı’ndan 2001’de mezun oldu.
ERDEM AKAKÇE (30) Bilkent Üniversitesi Tiyatro bölümünden mezun olduğundan beri Dostlar Tiyatrosu’nda. Yalınayak Sokrates, Ben Feuerbach, Yarışma, Yaşasın Savaş, Fay Hattı, Buluşma’da oynadı. Şu anda Aymazoğlu ile Kundakçılar’da oynuyor. Yarışma’daki rolüyle Avni Dilligil en iyi yardımcı erkek oyuncu, Yaşasın Savaş’taki rolüyle Ankara Sanat Kurumu en iyi erkek oyuncu ve Fay Hattı’ndaki rolüyle Afife Jale en iyi yardımcı erkek oyuncu ödüllerini aldı.
BARTU KÜÇÜKÇAĞLAYAN (22) İstanbul Devlet Konservatuvarı dördüncü sınıf öğrencisi. 2 senedir bir türlü okulu bitiremiyor. Kenterler’de Inishmore’lu Yüzbaşı ve Kumarbazın Seçimi oyunlarında oynadı
. ENGİN HEPİLERİ (27) İstanbul Devlet Konservatuvarı’ndan 2000’de mezun oldu. Martı, Sırça Kümes, Nükte, Çözüm, Aşk Çemberi, Inishmore’lu Yüzbaşı, Hep Aşk Vardı ve Kumarbazın Seçimi’nde oynadı. 2003’te Afife Jale Genç Yetenek Ödülü’nü aldı.
ESER ALİ (23) İlk kez sahneye Hidayet Sayın’ın Topuzlu adlı oyunuyla çıktı. Ali Poyrazoğlu Tiyatrosu’ndaki ilk oyunu Ferhan Şensoy’un yazdığı Bizim Sınıf’tı. Ayşen Gruda’yla başrolü paylaşıyordu.
KİMİ OYNAMAK İSTERSİNİZ?
Engin: Leaving Las Vegas’ta Nicholas Cage’in oynadığı rolü oynamak isterdim.
Okan: Ben de kesinlikle bir müzisyenin hayatını oynamalıyım.
Eser: Yakında Tunç Başaran Adnan Menderes’in hayatını çekecek. Ben de Menderes’in gençliğini oynayacağım. Ama en çok oynamak istediğim kişi sanırım Bach.
Erdem: Fark etmez desem.