Sefa KAPLAN
Oluşturulma Tarihi: Aralık 07, 2005 00:00
Türkiye’de Klasik Türk Müziği’ni en iyi bilen birkaç isimden birisi olan Boğaziçi Üniversitesi Rektör Yardımcısı Prof. Dr. Cem Behar, Türk Müziği’nin devrini doldurduğunu söyledi. Behar, ‘Bu müziğin arkasında 400 yıllık bir gelenek var. Bu gelenek güdükleşmeye başladı. Ben bugün bu müzik geleneğinin, artık tarih, müze ve bilim nesnesi olduğu kanaatindeyim’ dedi.
Prof. Dr. Cem Behar’la yaptığımız sohbetin konusu ne idari görevi, ne de akademi mensubiyeti. Onunla müzik ve Yapı Kredi Yayınları tarafından yayımlanan altıncı kitabı, ‘Musikiden Müziğe, Osmanlı/Türk Müziği: Gelenek ve Modernlik’ dolayısıyla konuştuk. Bilmeyenler için söyleyelim, Cem Behar, hem teorik, hem de pratik anlamıyla Türkiye’de Klasik Türk Müziği’ni en iyi bilen birkaç isimden birisidir. Usta bir neyzen olması bir kenera, Klasik Türk Müziği üzerine yazdığı altı kitap bunun somut bir göstergesidir zaten. (Bu kitaplardan birisi Japonca’ya bile çevrildi)
SADECE TÜRK MÜZİĞİ DEMEK İŞE ETNİK UNSUR KATAR
- Klasik Türk Müziği üzerine altıncı kitabınızı yazdınız. Aynı zamanda usta bir neyzensiniz. Derin bir aşk olmalı bu!
Ben olsam merak derdim. Bir alana 25-30 yıl büyük bir merak ve sebatla bakarsanız, o alanda önemli şeyler keşfedebilirsiniz. Benim icracılığım da vardır, amatör olarak Boğaziçi Üniversitesi Korosu’yla İstanbul Festivali’nde konserlere çıkmışlığım vardır.
- Peki ama neden Osmanlı/Türk Müziği?
Sadece Türk Müziği derseniz işin içine etnik bir unsur katmış olursunuz. Halbuki bu müziği yapanlar arasında pek çok Rum, Ermeni ve Yahudi de var. Sadece Osmanlı deseniz, başka yerden kaynaklanan bölümleri de var. Ayrıca, Osmanlı demekle bu müziğin Türkiye Cumhuriyeti ile sönmeye yüz tuttuğuna da işaret etmiş oluyorsunuz.
- Klasik Türk Müziği sönmeye yüz tuttu mu gerçekten?
Bu müziğin arkasında 400 yıllık bir gelenek var. Bu gelenek güdükleşmeye başladı. Ben bugün bu müzik geleneğinin, artık tarih, müze ve bilim nesnesi olduğu kanaatindeyim. Tarihçiler, müzeciler ve bilim adamları uğraşmalı bu müzikle. Bugün Klasik Türk Müziği dediğimiz müzik, 16. yüzyılda başlamıştır, daha öncesi yoktur. Daha önce ise İran, Arap müzikleri vardır.
- Siz ‘Klasik Türk Müziği artık ölmüştür’ diyorsunuz...
O kelimeyi siz kullandınız. Bu müziği genç kuşaklar arasında da iyi icra eden, sevdirmeye çalışan genç müzisyenler yok değil, var. Ama benim kastettiğim başka bir şey. Bu müzik kendini yenilemiyor. Gelenek dediğiniz sabit değildir, kendini yeniden üretir. Kendini yeniden üretemezse zaten yaşayamaz. Bugün Klasik Türk Musikisi icra eden kıymetli guruplar ve sanatçılar vardır. Onlar bir müzik geleneğinin kendini yeniden üretme eylemi yerine, o geleneği muhafaza eylemi yapmaktadırlar.
- Kitabın adı da bu değişime mi işaret ediyor?
Evet, bu kitabın ismi bu nedenle ‘Musikiden Müziğe’ oldu. Bu kitabın adını İngilizce’ye çeviremezsiniz. Bizde gerçekten ‘musiki’ başka, ‘müzik’ başka bir şeydir.
- Neyzenliğiniz nasıl başladı?
Bir gün Kapalıçarşı’da bir ney buldum ve ‘Ben bu sazı üfleyeceğim’ demeye başladım. Fikret Bertuğ ve Niyazi Sayın’dan dersler aldım.
İBO’YU SEVERİM
Hiçbir müzik türünü kötü müzik, aşağılık müzik, aşağı tabakanın müziği diye nitelendiremezsiniz. Ne vardır içlerinde? Kötü icralar vardır. Mesela ben İbrahim Tatlıses’i çok severim. Ama ipe sapa gelmez şarkılar okuduğu zaman değil, Urfa ve Antep türküleri okuduğu zaman.
TÜRKÜLERİ BOZUYORLAR
Halk müziği, tanımı icabı yereldir. Ama artık hiçbir şey yerel değil. Radyo, televizyonlar ve yurtiçi hareketlilik çok arttığı için Karadeniz türküleri yorumuna bir İstanbul havası da verilebiliyor. Dolayısıyla, yorumlar yerellikten çıktı. Sesli medyadan dolayı türkülerin otantikliği bozuldu.
TÜRK HALK MÜZİĞİ SATMIYOR
Bu kitabın geniş bir okuyucu kitlesine hitap etmesini bekleyemeyiz. Bugün en makbul Türk Müziği icracılarının CD’leri birkaç bin satıyor. Bundan 60 yıl önce taş plaklar döneminde Safiye Ayla, Münir Nurettin bir plak çıkardıkları zaman o plak 50 bin satardı. Bu da bu musikinin devrinin giderek daraldığını gösteriyor.