Güncelleme Tarihi:
Paris Fashion Week’e üçüncü kez katıldınız. Neler yaşadığınızdan, oradaki atmosferden biraz bahseder misiniz...
- Tuba: Bu bizim için çok önemli, çünkü etkinliğe katılan ilk Türk tasarımcılarız. Bizim ardımızdan birkaç tasarımcı daha katıldı. Bu kendi adımıza gerçekten gurur verici bir şey.
O etkinlik için özel bir temanız var mı?
- Tuba: Her sezon bu topraklarda yetişmiş bir Türk kadınını tema olarak seçiyoruz. Türk kadınlarını tanıtmak misyonlarımız arasında çünkü... ılk sezonda Bizans prensesi, ilk kadın tarihçi unvanlı Anne Komnene’yi konu almıştık. ıkinci sezon ilk Türk kadın pilotu olan Sabiha Gökçen’den esinlenmiştik. Geçtiğimiz sezon da Semiha Berksoy’u işledik. Semiha Berksoy bizim için çok önemli, altyapı olarak çok zengin ve çok renkli biri. Dört dörtlük, donanımlı bir sanatçı olduğu için bizi çok etkilemişti. ınşallah onu iyi yansıtabilmişizdir. Yeni Rakı da Türk kültürünü yurtdışında tanıtmak için geçen sefer katıldığımızda bize destek verdi. Sunumlarımızı rakı ile gerçekleştirdik. Bir de likörü orada tanıttık. Yabancı basın Türk likörünün güzelliği üzerinde çok durdu.
YABANCI MARKA ARTIK STATÜ SİMGESİ DEĞİL
Paris’te, Prada’nın mankeniyle özel bir çekim gerçekleştirdiniz. Objektif arkasında da Sedat Doğan vardı. Nasıl geçti çekimler, sonuçtan memnun musunuz?
- Ezra: Paris’te 20 yaşında bir mankenle anlaştık. Bizden hemen önce Prada markasının çekimine katılmış meğer... Son derece profesyoneldi... Çekimler çok güzel geçti. Aynı zamanda 6 dakikalık bir film çektik. Bizim için çok farklı ve özel bir film ortaya çıktı. Müzikleri Gökçe Özücoşkun yaptı. Paris’te çok beğenildi.
Ülkemizde insanlar genellikle yabancı markaları tercih ediyor. Yurtdışındaki mağazalardan alışveriş yapıp o markaları kullanmak daha çok hoşlarına gidiyor. Bu konuda neler söylemek istersiniz?
- Ezra: Biz o aşamayı geçtik artık. Evet, yıllar önce yabancı markaları kullanmak bir statü göstergesiydi. Ama artık insanlar Türk tasarımcısına yöneliyor, uygun fiyatlı bir bluz alıp onu bir tasarımcının elinden çıkmış ürünlerle kombine etmeyi başarabiliyor. Artık kadınlarımız özgün olmaları gerektiğini öğrendiler.
- Tuba: Bence de artık insanlar tasarımcıların yaptıkları özel işleri daha çok tercih eder duruma geldi.
Tasarımlarınızı tercih eden ünlüler arasında hangi isimler var?
- Tuba: Deniz Seki, Hande Yener, Sıla, Hande Ataizi gibi birçok ünlü var...
TARZ UYUMU, RENK UYUMUNDAN ÖNEMLİ
Size gelenler kendi zevklerine göre seçim mi yapıyorlar yoksa kendilerini sizin ellerinize mi bırakıyorlar?
- Ezra: Bize gelip de “Bana bu çok yakışıyor, bundan istiyorum” diyenleri, çok yetenekli bir terzimiz var, oraya yönlendiriyoruz. Biz kişiye özel, kendi tarzımızdan da ödün vermeden ama karşımızdaki insanı mutlu eden çalışmalar yapıyoruz.
- Tuba: Bu arada bir haber daha vereyim. Lo’r diye yeni bir altın markası var. Bu markanın tasarımlarını biz yaptık. Paris Fashion Week’teki defilemizde bu takılar da kullanıldı. 22 Ekim’de Nişantaşı’ndaki ofisimizde bir lansman gerçekleşecek. Yaptığımız tasarımlar orada beğeniye sunulacak
Önümüzdeki mart ayında tekrar Paris Fashion Week’e katılacaksınız. Bu seferki temanız ne olacak?
- Tuba: Yine bir kadın... Geleceğe altın köprüler kurmuş bir kadın bu... şimdilik adını saklıyoruz.
Giyimde renk uyumu sizce ne kadar önemlidir? Mesela ayakkabı ve çanta uyumu?
- Tuba: Tarzların uyumu, renklerin uyumundan daha önemli bence. Biz hiçbir zaman aynı renklerde giyinin demeyiz. Dediğim gibi, önemli olan tarzların birbiriyle uyumlu olması.
Türk kadını giyinmeyi biliyor mu sizce? Bir tasarımcı olarak ne düşünüyorsunuz bu konuda?
- Tuba: Giyim konusunda giderek daha başarılı oluyorlar. Beş, on yıl öncesine nazaran daha bilinçli giyiniyorlar diye düşünüyorum.
MODA DÜNYASININ TANRISININ ELİ BİZE DEĞDİ
Dünyaca ünlü defile tasarımcısı Olivier Massart’la da bir işbirliğine girdiniz. Bu nasıl oldu?
- Tuba: Evet, sonunda moda dünyasının tanrısının eli bize değdi! Chanel, Dior gibi markaların defilelerini hazırlayan Olivier Massart, bizim için çok büyük bir hediye gerçekten de...
- Ezra: Olivier, tam bir Türkiye aşığı. Kendisiyle Türkiye ziyareti sırasında, Nuri Tığlıoğlu ile bir şirket kurma aşamasındayken karşılaştık. Tığlıoğlu, Paris’te defile düzenleyeceğimizden bahsetmiş. Sonra bizi ofisimizde ziyaret ettiler. Bu arada biz iki gündür ofisten çıkmamış, 24 saattir uyumamışız, defileye hazırlanıyoruz. Ofiste tam bir kaos var. Olivier Massart ile konuşmaya başladık, ama kim olduğunu bilmiyoruz henüz. Hayallerimizi sordu, “Nasıl bir şey yapmak istersiniz?” dedi. Sonra “Siz bu defileyi nerede yapmak istiyorsunuz?” diye sordu. Paris’te çok önemli bir müze olan Palais de Tokyo’da defile yapmanın en büyük hayalimiz olduğunu söyledik. O da “ışine bu kadar inanan iki insana, Palais de Tokyo’da defile küçük bir hediyem olsun” dedi. O ana kadar kim olduğunu bilmiyorduk. Üniversiteye başladığımızda en büyük hayalimiz onunla tanışmak ve defilelerimizi onun yapmasıydı. “Ben Olivier Massart’ım” deyince biz “Bir dakika, şimdi geliyoruz” diyerek hemen içeri gittik. Hemen birer elbise kaptık, saçlarımızı taradık, makyaj yaptık ve karşısına geçtik. “Özür dileriz, biz modanın tanrısıyla oturuyormuşuz da bilmiyormuşuz” dedik. O günden sonra desteğini bizden esirgemedi.