Oluşturulma Tarihi: Haziran 11, 2008 00:00
Türk sinemasının usta oyuncusu Kadir İnanır, geçtiğimiz günlerde D-Smart dergisine konuştu.
Çekim arasına sıkıştırılmış olmasına rağmen son derece sıcak geçen bu söyleşide pek çok konuya değinen İnanır, "Türk filmi izlemiyorum" diyenlere de fena çattı: "Türk filmi sevmeyenler, önce nüfus cüzdanlarını değiştirecekler!"
"Selvi Boylum Al Yazmalım", "Tatar Ramazan", "Katırcılar", "Yılanların Öcü", "Bir Yudum Sevgi"... Bunlar, sinemaya adanmış bir ömre sığdırılan 182 filmden sadece birkaçı... İçlerinden pek çoğu Türk sinema tarihine adını altın harflerle yazdırmış, ödüller kazanmış, Türk insanının gönlünde taht kurmuş filmlerdi. Çünkü bize benzeyen insanların, tanıdık, bildik hikayeleri vardı o filmlerde. Her biri içimizde bir yerlere dokunuyordu sanki... Onun için hiç eskimedi, hálá izleniyor Yeşilçam klasikleri. Ve onun için Kadir İnanır deyince akan sular duruyor bu coğrafyada. Bu toprakların insanı yıllardır hiç vazgeçmiyor onu sevmekten...
Sinema bir mucizedirUsta oyuncuyla "Kardelen" dizisinin setinde buluşuyoruz. Çok sıcak bir gün. "Che Guevara"lı kırmızı tişörtüyle, gölgede oturmuş kahve içiyor İnanır. Birazdan çekim başlayacak, ilk ara verildiğinde de bizim röportaj... Bir köşede bekliyoruz sıranın bize gelmesini. Rol arkadaşı Zeynep Tokuş geliyor, artık çekim başlamak üzere. Kırmızı tişörtünü çıkarıp gri bir takım elbise giyiyor. Yaklaşık yarım saat sonra ara verildiğinde geliyor yanımıza ve "Evet, başlayalım bakalım" diyor, yüzünde tatlı-sert bir gülümsemeyle.
Kaşlarını çattığında bile gözlerinde öfke değil, şefkat var sanki. Ve yüzünde sinemaya adanan koskoca bir ömrün silinmeyen izleri...
Yeşilçam sinemasını konuşuyoruz önce. Eski Türk filmlerinin büyüsünü... "O filmlerin büyüsü, samimi oluşlarında... Toplumsal sorunların, yaşamdaki sınıfsal kavgaların ele alındığı senaryolarında... Mesela bugün, benim 35 yıl önce çektiğim bir filmi capcanlı izleyebilirsiniz. Genç bir izleyiciyi müthiş etkileyebilir. Çünkü o filmlerde asla değişmeyen, değiştirilmesi daha çok uzun yıllar isteyen toplumsal sorunlarımız var. Yaşamın kendisi var aslında. Senaryonun içeriğini öyle bir dolduracaksın ki, izleyen kendisini bulacak, olmadı bir dostunu, bir arkadaşını bulacak. Evrensel yani dünyanın her yerinde olabilecek olaylar anlatılmalıdır sinemada. Çünkü insan dünyanın her yerinde insandır. Öyle ’ben yaptım’la olmuyor bu iş. Hayatın kendisi bir sinema zaten ama sinema da bir mucizedir, bunu bilmek lazım."
Şefkatli bir baba gibiTekrar çekim için çağırıyorlar onu. Ufak tefek aksaklıklar oluyor çekimde, kızıyor biraz. Ama hemen geçiyor öfkesi... Sanki az önce kızıp bağırdığı çocuğunun, beş dakika sonra şefkatle başını okşayan bir baba gibi... Neyse, bu defa çabuk bitiyor işi, devam ediyoruz kaldığımız yerden...
Eski Türk filmlerinden bahsedip de "Selvi Boylum Al Yazmalım"ı anmamak olur mu? Türk filmi sevmeyenlerin bile bu filmi ayrı bir yere koyduklarını hatırlatacak oluyoruz, sinirlendiriyoruz Kadir İnanır’ı: "Türk filmi sevmeyenler önce nüfus cüzdanlarını değiştirecekler! Hem kel hem fodul olmaz yani. Onlar izlemeseler de olur bizi."
Bir sigara yakıyor, yine geçiveriyor öfkesi. O "şefkatli baba" bakışı tekrar yerleşiyor gözlerine ve devam ediyor sözüne: "Selvi Boylum Al Yazmalım’ı kimse yok sayabilir mi? Dünyanın neresinde olursa olsun, kime götürsen izler. Onu yazan çok büyük bir yazar, Cengiz Aytmatov..."
Hiç özgürce yaşamadımKadir İnanır’ın ne kadar çok hayranı olduğunu hepimiz biliyoruz. Ve hayranlarıyla çok sıcak bir ilişkisi olduğunu da... Peki ya sevmeyenler? "Birkaç tane, beni hiç tanımamış, bana ulaşamayan, kompleksli eleştirmen dışında, toplumun tamamıyla müthiş bir bağ kurdum. Sanki başka işim gücüm yokmuş gibi, bütün insanlara kendimi ispatlamakla ömrümü geçiremem yani. Biraz emek verecek karşı taraf, öyle filmlerde yarattığım karakterlerin etkisiyle bana bakmak biraz komik geliyor."
Verdiği emeğin karşılığını yaşarken alabilen ender sanatçılardan o aslında. Türk insanının aileden biri gibi kabul ettiği, sevdiği ve saygı duyduğu bir sanatçı... "Ama bir ömrün karşılığı bu, hiç özgürce yaşamadan... Sadece halkın istediği gibi yaşayarak" diyor.
Bu hayatı ben seçtimYine de soruyoruz cevabını bile bile o soruyu: "Hiç mi istemediniz tanınmamış biri olmayı, sokaklarda özgürce yürüyebilmeyi, her istediğini yapabilmeyi?" Hiç tereddüt etmeden yanıtlıyor: "Kimse zorlamadı ki, ben seçtim bu yaşamı. Ama ben doktor olsaydım da gene çok tanınan bir doktor olurdum, bakkal olsaydım da yine bir biçimde tanınırdım. Bu yaradılışla, karakterle ilgili bir şey."
Sohbet bitiyor, vedalaşıyoruz. Sımsıcak bir "güle güle" yolluyor bize gözleriyle... İşte tam o anda, derinden bir melodi çalınıyor sanki kulağımıza. "Selvi Boylum Al Yazmalım"ın, Cahit Berkay’a ait ve en az filmi kadar dokunaklı, o muhteşem müziği... Belki de tam o anda, uzaklarda bir yerlerde genç bir erkek, "Elini tuttum sıcacıktı, sanki yüreğin elimdeymiş gibi" diyordu sevdiği kadına, kim bilir?
Bulutlar üzerinde gezen film yapmamArtık daha az
film yapıyor, gelen her teklifi kabul etmiyor ünlü sanatçı. Duvarları var, kuralları var, olmazsa olmazları var... "Benim sinema politikama uymalı gelen projeler. Mutlaka söyleyecek sözü olmalı, toplumsal sorunlara değinmeli, bozuklukları ortaya çıkarmalı, tartışmalı... Hayatın içinden olmalı yani. Öyle bulutların üzerinde gezinen dünyaların filmini yapmam ben. Bugüne kadar yaptığım 182 tane filmin en az 140 tanesinin sorumluluğunu alırım, herkesle de tartışırım. Hepsi de şaheser filmler demek değil bu ama bir gerçek var ki, benim yaptığım filmlerin en az 70-80 tanesi Türk sinemasının onur filmleridir. Bir daha çekilmesi mümkün olmayan, zor filmlerdir."