OluÅŸturulma Tarihi: Ocak 10, 2005 00:00
İki kafadarın niyeti, Paris’e gidip lejyoner olmaktı. İstanbul’da trene binerken hedeflerine ulaşmak için tek umutları, Macaristan’da yaşayan bir dostlarıydı. Bereket, Budapeşte’ye vardıklarında hayal kırıklığına uğramadılar.Onları güleryüzle karşılayan dostları, beş gün boyunca ağırladı orada. Özel arabasıyla gezdirip, dolaştırdıktan sonra, bir Türk Tır’ına bindirip Almanya’ya yolcu etti. Almanya’dan da trenle Paris’e ulaştılar ulaşmasına ama İsmail Kurtoğlu yolda Fransız ordusunda lejyoner olmaktan vazgeçmişti. Süleyman Şahin ise kararlıydı. İsmail’i ikna etmek için epey çaba harcadı. Başaramayınca tek başına lejyoner olmaya cesaret edemedi. Ne tek kelime Fransızca biliyordu, ne de kendisine yardım edecek bir tanıdığı vardı o yaban ellerinde.Aynı yoldan, bu kez Yugoslavya’da konaklayarak bir ay kadar sonra İstanbul’a döndüler. Süleyman, eskisi gibi taksi şoförlüğüne başladı ama aklı lejyonerlikte kalmıştı. Altı ay kadar sonra topladı cesaretini. Tek başına yola çıkmak için hazırlıklara girişti. Ülkenin döviz sıkıntısı çektiği yokluk dönemiydi 1978 yılı. Yurt dışına çıkış, üç yılda birle sınırlandırılmıştı. Yasağı aşmanın yolunu pasaportunu çöpe atmakta buldu. Doğum yeri olan Trabzon’a gidip yenisini çıkarınca yasağı kolayca aştı. Kapıkule’den tek başına, üstelik otostop yaparak çıktı Paris yoluna. Fransa sınırında Paris trenine bindiğinde yüreği pır pır ediyordu. KISKANÇ KÖPEK YARALADIParis’e vardığında küçük ve ucuz bir otel buldu önce. Otelin iki gecelik ücretini peşin olarak verdikten sonra dönüş parasını bir kenara ayırdı. Her ihtimale karşı o parayı harcamayacaktı. Hayatı boyunca temkinli olmak zorunda kalmıştı Süleyman. Sorunlarını hep kendi başına çözmeye alışmış, hep bir adım sonrasını gözeterek yaşamaya koşullanmıştı. Çocukluğu kötü, hem de çok kötü geçmişti. Küçüklüğünden hatırladığı tek güzel anı, ailesinin kendisini evlatlık olarak verdiği evde babalığının bir dizine onu, öbür dizine de köpeğini oturtarak bisküvi yedirmesiydi. Bir gün babalığının ona daha fazla bisküvi vermesini kıskanan köpek saldırmış, Süleyman’ın dudağında derin bir yara izi bırakmıştı. Onu kendi çocuğu gibi seven, koruyan babalığı aniden öldüğünde yedi yaşındaydı Süleyman. Analığını kaçırıp imam nikahıyla evlenen adam, Süleyman’ı hiç sevmedi. Bir gece öz babasının yanına götürdü Süleyman’ı. Ama babası istememiş olacak ki, üvey babasıyla birlikte geri döndüler. 10 yaşından itibaren üvey babasının Trabzon’daki kahvesinde çalışmaya başladı. İlkokulu bitirdiği yıl da, ailesine kaçmaya karar verdi. Babası, Erzurum’a taşınmıştı. Oraya gittiğinde annesinin öldüğünü, babasının ise yeniden evlendiğini öğrendi. Görünmeden ablası Necla’nın evine gitti. İlk kez karşılaşıyordu ablasıyla. Ama çok sürmedi mutluluğu. Babası dayandı kapıya. Küfredip bağırıyor, orada kalmasını bile istemiyordu nedense. Ablasının yüzüne baktı, üzgündü. Ertesi sabah, cehenneme geri döndü. Ancak bir yıl sonra ağabeyi yanına geldiğinde yüzü aydınlandı. Kendisinden beş yaş büyük olan ağabeyi Erol tek başına İstanbul’da yaşıyor, isterse yanına gelebileceğini söylüyordu. Süleyman, arkasına bile bakmadan terketti Trabzon’u.Erol bir kitapçıda çalışıyordu. Süleyman da bir kamyonda muavinlikle başladı İstanbul’daki yaşamına. Sonra Samatya’da bir plastik matbaasında işe girdi. Çeliktepe’deki mahalle arkadaşlarından birinin ailesine sevdirmişti kendini. Onunla gezdiğinde güvende hissediyorlardı çocuklarını. Askerliğini bitirdikten sonra yine plastik matbaasına döndü. Bu arada ağabeyi Erol, kayınpederinin yardımıyla bir Murat 124 almış, taksicilik yapıyordu. Süleyman, işten çıktıktan sonra, geceleri ağabeyinin arabasında şoförlüğe başladı. İstanbul’da taksi şoförlüğü, Fransız ordusunda lejyonerlikten daha tehlikeliydi. 1980 öncesinin İstanbul’unda sürekli silahlar, bombalar patlıyordu, geceler hiç tekin değildi. İşte o günlerde karar verdi lejyoner olmaya.Hem lejyoner olmayı başarırsa beş yılın sonunda Fransa vatandaşlığını kazanarak yaşamını garantiye alabilecekti Süleyman. Geçmişindeki bütün güvensizlikleri silip atmış olacaktı.Paris’teki ilk geceyi bu düşlerle, uykusuz geçirdi. Sabah erkenden kalkıp, adresini önceden aldığı kışlaya gitti. İçeri girmesi kolay oldu, o geceden itibaren orada kalmasına izin verdiler ama hemen kabul etmediler Fransız Ordusu’na onu. bir buçuk ay kadar sürdü güvenlik soruşturmaları, sağlık kontrolleri ve işlemlerin tamamlanması.İmzayı atarken uyardılar onu. ‘Bak bu göreve girmek de zordur, çıkmak da.’ Ne kadar zor olduğunu görmüştü. Gelecek zorluklara da hazırdı. ‘Tamam, kabul ediyorum’ dedi, imzaladı belgeleri.Dört aylık acemi eğitimi böyle başladı. Sportif mücadelelerden hep galibiyetle çıkıyordu. İçki ve sigara içmemesi en büyük avantajı olmuştu orduda. Lejyonda içki ve sigara içmeyen neredeyse yok gibiydi. Öğle yemeklerinde bira, akşam yemeklerinde de düzenli olarak şarap veriliyordu. Ama Süleyman içmiyordu.En büyük sorunu tek kelime Fransızca bilmemesiydi. 15 günlük dağ eğitimine çıkmadan önce bütün lejyonerleri büyük bir spor salonunda topladılar. Değişik uluslardan insanlar biraraya gelmişti, dil bilmeyen çoktu aralarında. O yüzden tercümanlar getirmişlerdi. Fakat Süleyman tek Türk olduğu için, Türkçe bilen tercüman çağrılmamıştı. Süleyman, toplantı bittiğinde ne anlatılanları anlamıştı, ne de gösterilen filmleri. Salon boşalırken komutanların yanına gidip hiçbir şey anlamadığını söylemeye çalışsa da aldırış etmediler. ‘Sonra anlarsın’ deyip dudak büktüler.Anlatılanları anlamamanın bedelini iki gün aç kalarak ödedi. Dağa çıkarken üç kutu yiyecek verilmişti herbirine. O, sabah öğle akşam yemekleri diyerek üçünü de bir günde bitirdi. Oysa kutuların her biri bir gün boyunca idare ederek yemeleri için dağıtılmıştı! Sonraki iki gün
yemek verilmeyince anladı bunu Süleyman. Çaresiz, bu olayın ardından kendini Fransızca öğrenmeye verdi. Bir gece daÄŸda ateÅŸin etrafında toplanmış eÄŸleniyorlardı. 65 kiÅŸilik bölüğün 50’si yabancıydı. Fransız komutan tek tek yoklayarak ÅŸarkı söyletmeye çalışıyordu onlara, ama kimsenin ortaya çıkmaya niyeti yoktu.Süleyman, muziplik olsun diye kalktı. Ağır bir Türkçe ÅŸarkı söylemeye baÅŸladı. ‘Ne senin aÅŸkına muhtaç/ Ne esirin olacağım...’ BaşçavuÅŸ elindeki feneri, spot ışığı gibi kullanıyor, Süleyman’ı ve mikrofon gibi kullandığı matarasını aydınlatıyordu.Ä°kinci mısrada kendini öyle bir kaptırdı ki, ÅŸarkı bittiÄŸinde askerlerin alkışlarıyla hatırladı bulunduÄŸu yeri. GUYANA Ä°LK GÖREV YERÄ°YDÄ°Acemilik bittikten sonra sıra, görev yerinin seçilmesine gelmiÅŸti. Afrika’da Kızıldeniz kıyısındaki Cibuti, Mayotte, Tahiti gibi Fransa sömürgesi olan ülkeler vardı seçenekler vardı. Süleyman, Cibuti’yi seçti, riskli bir bölge olduÄŸu için maaşı yüksekti. Ancak S.Arabistan’a yakın diye vermediler Süleyman’ı. ‘Müslüman bir ülke olduÄŸu için kaçma imkanı olur’ diye düşünüyorlardı. Güney Amerika’da, Brezilya’ya sınırı olan Guyana’ya çıktı tayini. Gerçekten ne kadar sıkılırsa sıkılsın buradan kaçma imkanı yoktu. GüneÅŸin sıcak yüzünü sadece dört ay gösterdiÄŸi adada yılın kalan bölümü yaÄŸmurlarla geçiyordu. BirliÄŸin çoÄŸu, vahÅŸi hayvanlarla dolu tropikal ormanlarda görev yaparken, Süleyman, Brezilya’ya uzanan yolun yapımında görevlendirildi. Yolun yapımı 15 yıl önce baÅŸlamıştı. Dört ay boyunca yapılanları yaÄŸmurlar baÅŸlayınca silip süpürüyordu her seferinde.Yolu geçmeye çalışan bir timsahı başına çuval geçirerek yakalamak, grup halinde gezen maymunların saldırısı, öldürücü sivrisinekler, upuzun ve ürkütücü yılanlar sayılmazsa nispeten rahat bir iÅŸti Süleyman’ın görevi. Emrinde iki kepçe ve bir silindir vardı. Bu görevin bir yararı da ağır vasıta ehliyeti alması oldu. Ä°stanbul’da taksi ÅŸoförlüğünü ehliyetsiz yapmıştı. Kimse de ona ehliyet sormamıştı o yıllarda.Tatillerde bazen arkadaÅŸlarıyla birlikte baÅŸkent Cayenne’ye gidiyor, orada eÄŸleniyordu. Cayenne’ye gitmedikleri bir hafta sonu tatilinde, Guyana yerlileriyle futbol maçı yapılacaktı. Lejyonerler, oradan buradan buldukları farklı renklerdeki formalarıyla çıktılar sahaya. Köyde yarı çıplak dolaÅŸan yerlileri, sahaya çıkarken gördüklerinde neredeyse küçük dillerini yutacaklardı! Hepsi tek tip formaları, kramponlarıyla büyük bir kulübün futbolcularını aratmayacak kadar şık ve donanımlıydı. MeÄŸer rakipleri, ÅŸehirde yaÅŸayıp, hafta sonları köylerine dönen yerlilermiÅŸ! Ve tabii bir güzel yendiler lejyonerleri.Ä°ki yıllık Guyana macerasından sonra bir ay Fransa’da tatil yapıp dinlendi Süleyman. Sonra belli oldu yeni görev yeri: Korsika. Görevi, tabur komutanının ÅŸoförlüğüydü. Süleyman, Mont Blanc tepesinde komando eÄŸitimi, Martinik adasında, Clemenso uçak gemisinde tatbikatlar ve tatiller dışında askerliÄŸinin kalan bölümünü adada tamamladı.Bu arada spora, özellikle de yüzmeye hayli zamanı oldu. Korsika’yı bir ucundan diÄŸerine, tam 179 kilometre yürüyerek, rekor kırdı.Rekorun ödülü, çavuÅŸluktu. Madagaskar adasıyla Afrika kıtası arasında bulunan Mayotte adasında dört ay sürecek çavuÅŸ kursuna gönderildi. Bu ÅŸirin adada dört ay tam bir tatil yaptı aslında. BeÅŸ yılın tamamlanmasına birkaç ay kala bitti bu tatil.Korsika’ya döndüğünde taburunun Lübnan’daki iç savaÅŸa gönderildiÄŸini öğrendi. Tabur, altı eksikle geri dönmüştü adaya. Süleyman’ınki büyük bir ÅŸanstı. Silah kullanmadan, bir çatışmaya girmeden böylece bitirdi lejyonerliÄŸi. Artık sivil hayata hazırdı. Hem de bir Fransa vatandaşı olarak. Ancak hayatı, beklediÄŸi kadar düz bir çizgi izlemeyecekti.OKURA PUSULAYeni eÅŸi Çinli ve hamileSüleyman Åžahin, askerlik sonrasında Fransa’da bir Türk kadınla evlendi, bir kızı, bir de oÄŸlu oldu. Konfeksiyon ve kafe-bar iÅŸletmeciliÄŸi yaptıktan sonra, 1994’te Türkiye’ye döndü. Niyeti bir iÅŸ kurmak, çocuklarını kendi ülkesinde okutmaktı. Küçük kardeÅŸi ve Romen eÅŸinin iÅŸletmesi için bir market açtı Romanya’da. Ancak altı ayda kumarda batırdılar o yatırımı. Topkapı’da kardeÅŸleriyle birlikte restoran malzemeleri satan bir iÅŸyeri açtı. Ä°ÅŸyerinin bulunduÄŸu Anadolu Halk Pazarı, Tayyip ErdoÄŸan’ın belediye baÅŸkanlığı döneminde yıkılınca açıkta kaldı. Ãœstüne üstlük bir de Çınarcık’taki evi depremde yıkılmasın mı? HerÅŸey üst üste gelince çareyi Fransa’ya dönmekte buldu. Ancak yaÅŸadığı mali kriz, evliliÄŸini de etkiledi. Ä°ki yıl önce eÅŸinden ayrıldı. Son bir yıldır da çocuklarını görmedi.51 yaşında olan Süleyman Bey, Paris’in kuzeyinde küçük bir kentte restoran iÅŸleterek sürdürüyor yaÅŸamını. Bugünlerde hayli heyecanlı. Çünkü kendinden 20 yaÅŸ kadar küçük olan ikinci eÅŸi Çinli Wanj Jun, dört aylık hamile...ANLATSAM ROMAN OLUR HER PERÅžEMBE 22.30’DA KANAL EKRANLARINDA YaÅŸam öykünüzü bekliyoruzFax : (312) 428 53 18e-mail : fbildirici@ hurriyet.com.tr Mektup adresi : Anlatsam Roman Olur Hürriyet Bürosu Cinnah Cad.No 8 K.Dere/AnkaraWeb sayfası : www.hurriyet.com.tr/anlatsamSONRAKÄ° ÖYKÃœO AFİŞİ GÖRMESEYDÄ°MÂ
button