Güncelleme Tarihi:
On yıllık aradan sonra, yeniden başroldeki EMEL SAYIN'dan Özalvari yorum
İyi ki tolkşovlar tatilde!
Emel Sayın on yıllık bir aradan sonra ilk kaseti ‘‘Başrolde Emel Sayın''ı geçtiğimiz haftalarda çıkardı. Çevirdiği onbeş filmin şarkılarını yeniden yorumladığı bu kaset nostaljiseverlerin hayli ilgisini topladı. Biz Emel Sayın'a ulaşıp bu röportajı yayınlayıncaya kadar her tür ana haber bülteni onu konuk etti. Neyse ki tolkşovlar tatile girmişti de bu uzun röportaj bize nasip oldu.
Emel Sayın ile kararlı bir röportaj yapmak neredeyse imkansız bir şey. Hani kedilerin gözüne ışık tutarsınız da felç olmuş gibi donup kalırlar ya, işte Emel Sayın ile konuşmak da ona benzer bir şey. O güzel gözleri ve inanılmaz karizmasıyla sizi öyle bir sarıp sarmalıyor ki, onu tatlı tatlı dinlemek dışında bir şey gelmiyor elinizden. Sürekli ben ne soracaktım yahu diye kendi kendinize soruyorsunuz ve yine kaptırıp gidiyorsunuz. Ama tabii ayağındaki Spice Girls ayakabıları ile köpek gibi gezdirmeye çalıştığı Nepal-Siyam karışımı kedisi gözümüzden kaçmıyor.
Zavallı kedicik, bulunduğumuz yerin hengamesi karşısında boynundaki tasmayla nereye sığınacağını bilemiyordu. ‘‘Alışsın istiyorum benimle gezmeye ama olmayacak gibi'' deyip duruyordu Emel Hanım ‘‘bu da ne?'' diyenlere.
Öte yandan yeni saç modeli ile oldukça modern bir hava kazanmış. Gerçi kuaförü saçlarını biraz fazla kabarttığı için kafası kocamanmış gibi görünüyordu ama güzeldi. Neyse. İşte size başrolde Emel Sayın...
BABAM ŞEVKATLE SEVERDİ BENİ!
Küçükken babam beni hep topaç burunlu kızım diye severdi, ben kendimi öyle biliyordum. Ama hakikaten de öyledim, eski filmlere bakınca...Burnum biraz yuvarlaktı. Evlenip özgürlüğüme kavuşunca ilk işim burnumu yaptırmak oldu. Halbuki babam şefkatle severdi beni.
AYRILMAYA KARAR VERİNCE YOK OLDU
David'in buralarda bazı hataları vardı. ‘‘Aileme telefon edemem!'' gibi. ‘‘Onlar etmeyecek!'' gibi. Buna tahammül etmek çok zordu. Beni ailemden, alışkanlıklarımdan koparmak istedi. Bunu anlayınca geri döndüm. Kırk yılda bir görüşüyoruz. Müşterek karar verdik ayrılmaya. Ama çok tuhaftır ayrılmaya karar verdik ortadan yok oldu.
Spice Girls ayakabıları giymişsiniz, hiç beklemezdik sizden.
- Ben de beklemezdim a-a-ha ha ha! Ben baktım modayı takip edemeyeceğim bir gün 25 yaşındaki yeğenim alışverişe gidiyordu, ona takıldım. O ne aldıysa ben de ondan aldım. İşte bu ayakkabılar da o günden kalma.
Rahat ettiniz mi bari?
- Çok sevdim. En çok giydiğim ayakkabı oldu. Genç yaşamayı seviyorum . İnsanın kafası hiç yaşlanmıyor.
Yaşlandığınızı mı düşünmeye başladınız?
- Yaşlanıp yaşlanmadığımı bilmiyorum ama çok korkuyorum.
Neden?
- Kendime olan güvenimi kaybetme korkusu var. Türkiye'de yaşlanan insanların değeri kayboluyor. Cahilce bir düşünce ama böyle. Esasen sağlığımı kaybetmekten korkuyorum. Çünkü yaşlılık sağlığın kaybolması anlamına geliyor. Sağlıklı bir yaşlılıktan niye korkayım.
Çok fazla genç yıldızın piyasaya çıkması da asabınızı bozuyor mu?
- Hayır asap bozucu bir şey değil sadece izliyorum. Eskiden herşey çok farklıydı. Sanatçı azdı. Şimdi çağ değişti. Yüzlerce kanal var. Hepsi program yapacak. Her programa biri çıkacak. Demek ki ihtiyaç var. Ama bu kadar insanı ne medya ne de halk taşıyabilir. Çoğu gidecek bir kısmı kalacak.
Topaç burunlu kızım!
Estetik ameliyatlarınızı da olduğunuza göre artık rahatlamışsınızdır...
- Ama yüzüm hala biraz şiş. Ne kadar zormuş bunların inmesi. Daha önceden bir burun ameliyatı olmuştum şimdi de gıdımı aldırdım. Son yıllarda olmuştu. Hiç sevmiyordum, bir resmime baktığım zaman ilk oraya (gıdısını işaret ediyor) bakardım, gülünce falan buradan bir şeyler çıkıyordu şimdi çıkmıyor galiba, hı?
Daha önce Emel Sayın acayip gıdılıdır dediğimizi hatırlamıyorum. Biraz sizin takıntınız galiba.
- Doğru. Küçükken babam beni hep topaç burunlu kızım diye severdi, ben kendimi öyle biliyordum. Ama hakikaten de öyledim, eski filmlere bakınca...Burnum biraz yuvarlaktı. Evlenip özgürlüğüme kavuşunca ilk işim burnumu yaptırmak oldu. Halbuki babam şefkatle severdi beni.
Estetik yüzünden Ajda Pekkan gibi olacağım gibi düşündünüz mü?
- Ben açık açık söylemeyi seviyorum. Kimse bilmeyebilirdi. Ama paylaşmayı seviyorum. Bu işi çok gizli yapabilirdim. Şimdi paylaşmayı seviyorum. Ben de hata yapabilirim ama bile bile çok ters bir şey yapmayacağımı herkes biliyor. Güzel ve yanlışlarla beraber büyüdük gibi geliyor bana. O yüzden herkes bilsin istedim.
Sanatçı olmasaydınız böyle şeyler yaptırır mıydınız?
- Bilemiyorum ama ben evvel ezel burnuma takıyordum. Belki yine olurdu. İnsanın kendini iyi hissetmesi önemli. Daha çok doğallıktan yanayım ama imkan varsa ve takıyorsanız yapmak lazım. Beni güzel buldular. Ben de kendimi hiç güzel bulmam. Kendimi her konuda acımasızca eleştiririm. Beğenmediğim bir şey yaptığımı zaman kendimi cezalandırırım.
Ne gibi?
- Sevdiğim şeylerden kendimi alıkoyarım. Sen bunu hakketmedin, otur, sıkıl, sevdiğin şeyleri yeme!. Çocukça şeyler. Filmlerimi katiyen seyredemezdim. Konserlerimi de. Çünkü çok zor benim için. Yoruluyorum, boşu boşuna kendimi harabediyorum. Ama şu yaptığım klibi bir keyifle izliyorum, hayatımda ilk defa huzurla... Acaba bu diyorum lehte bir gelişme mi yoksa umursamazlık mı? Tuhaf bir şey... Ha ha ha...
Sadeliği seviyorum
Huzursuz bir insan mısınız peki?
- İşimde evet.
Peki evinizde hep mesela eşyaların yerini mi değiştirisiniz? Ya da doğrusunu buluncaya kadar üç kıyafet mi değiştirisiniz?
- Bak onu yaparım. Tuttururum bir elbiseyi üst üste giyerim. Önce rahat olmalıyım. Rahat değilse şık da olsa bir kere giyerim. Zaten kıyafet almak çok zoruma gider. Giy çıkar müthiş zor geliyor. Bir çok şeyi giymeden alıyorum. Bazıları sonradan hiç olmuyor.
Kime veriyorsunuz onları?
- Dolapta duruyor. Yakınlarıma tanıdıklarıma hediye ederim isteyenlere. Bazıları kalır, çok acırım. Ben klasik spor giyinmeyi tercih ediyorum. Yani fırsatım olsa hep öyle giyineceğim. Sahne kıyafetlerimi sevmiyorum. Ama sevenlerimin karşısında güzel olmak lazım. Günlük hayatımda ise sadeliği seviyorum. Makyajsız.
Bizim bildiğimiz sabah kalkar kalkmaz ilk iş olarak makyaj yaptığınız.
- Bende çok farklılıklar var son zamanlarda. Olgunlaşıyorum galiba. Belki evliliğim, belki Amerika değiştirdi...İnsanları olduğu gibi kabul etmeye, daha hoşgörülü olmaya başladım. Çünkü eskiden sahneye çıkar gibi makyaj yapmadan, kuaföre gitmeden kapıdan çıkmazdım. İnsanlar beni sahnede gördükleri gibi görsün, yadırgamasın diye. Ne kadar yorucuydu. İlk evlendiğimde yatarken bile hafif bir makyaj yapardım ki uyandığımda güzel görüneyim diye. Şimdi bunlara gülüyorum.
Şu an pek sade sayılmazsınız.
- E çekimler vardı. Ama normal zamanlarda sadece bir ruj sürüp çıkabiliyorum. Bakıyorum insanlar da yadırgamıyor. Yine aynı ilgi ve sevgiyi gösteriyorlar. Benim kendime yaptığım bir işkenceymiş. Ama hepimizde değişim var. Gelişen bir Türkiye var. Toplum olarak değişiyoruz
Ne gibi bir bağlantı kuruyorsunuz?
- Daha medeni olmak gibi geliyor bana.
Makyajsız olmak mı?
- Daha doğal olmak. Daha akılcı olmak. Abartılardan uzaklaşıyoruz kendimize işkence etmeken uzaklaşıyoruz. Rahat etmeyi, daha insan gibi yaşamayı öğreniyoruz. Hayatın tatlarını keşfediyoruz.
Siz keşfetmişsiniz...
- Fakat ben eskiden makyajsız çıkınca insanların da yadırgadığını hatırlıyorum. Çirkin değildim, öyle ama ‘‘aa ne kadar farklıymış'' diyorlardı. Eskiden eşofmanla sokağa çıkan olmazdı. Şimdi böyle gezebiliyoruz. İyi mi kötü mü bilmiyorum. İnsanlar kendilerine daha çok saygı duymaya başladılar.
Aramız nasıl açıldı
Evliliğinizle ne gibi bir bağlantısı var?
- E Amerika'yı tanıdım. Amerikalı insanlar o kadar rahatlar ki. Kendileri için yaşıyorlar. Başkalarına saygısız olmak demek değil bu. Ben oradayken biri geldiği zaman buradaki gibi hemen fırlayıp bir şeyler ikram etmek isterdim... Bir iki derken David buna çok kızdı. Böyle yapma aramız açılacak dedi. Yüzde yüz değişmem mümkün değil ama biraz rahatladım tabii. Misafire eskisi gibi ısrar etmiyorum mesela. İlle ye, arkana yastık koyayım demiyorum.
Amerika'yı özlüyor musunuz?
- Hayır özlemiyorum. Benim Türkiye'de yaşamam şart. Seyahat etmeyi seviyorum daha medeni bir ülkenin farklılıkların görmek büyük keyif veriyor ama asla yaşamak istemiyorum.
Nesini seviyorsunuz Türkiye'nin?
- Yaşaması zor bir ülke olduğunu biliyorum ama yaşadığım için de çok iyi biliyorum başka yerde de mutlu olamıyorum. Uzun kaldığımda bütün bu aksaklıkları özlediğimi hatırlıyorum. O tozlu yolları, içinden çıkılamayan trafiği istiyordum. O pislikleri görmek istiyordum. İnsanlarımızın bakımsızlığını, o vurdumduymazlığı istiyorum.
Niye ki, zorunuz ne?
- Burada doğmuş olmak. Alışkanlık yani. Benimsemek. Burası benim vatanım demek var ya. Evliliğimin son zamanlarında, bunu hiç söylemedim şimdiye kadar, ilk defa söylüyorum, tartmaya başlamıştım. Bu hayatı sürdürebilir miyim? Ailemden, sevdiklerimden uzakta. Bir yalnızlık duygusu vardı. Sevdiğim bir eşim vardı ama yeterli olmuyordu. Ya ölürsem? Birden bire bir korku sardı beni. Beni nereye gömerler? Eğer beni ülkemde gömülmessem, insan öldükten sonra bir şey hissetmez ama, olamaz! Bu fikre tahammül edemedim. Bu çok önemli bak. Öldükten sonra nolur yani çöpe atsalar, denize atsalar. Bu düşünce bana çok şey anlattı. Anladım ki Türkiye çok önemli bir şey.
Vatan hasreti mi evliliğinizi bozdu?
- Çok sık Türkiye'ye geliyordum. Yalnız David'in buralarda bazı hataları vardı. ‘‘Aileme telefon edemem!'' gibi. ‘‘Onlar etmeyecek!'' gibi. Buna tahammül etmek çok zordu.
Neden yapıyordu?
- Zannediyordu ki onlardan uzak kalırsam ona daha çok bağlanırım. Beni ailemden, alışkanlıklarımdan koparmak istedi. Bunu anlayınca geri döndüm.
Görüşüyor musunuz?
- Çok nadir. Kırk yılda bir. Kırgınlık yok aramızda. Müşterek karar verdik ayrılmaya. Ama çok tuhaftır ayrılmaya karar verdik ortadan yok oldu.
Tipik erkek davranışı...
- Belki. O kadar egoist davrandı ki çok kırdı beni. Sonra baktım olacak gibi değil, anlamsız bir yük gibi oldu, kendi kendime işleme koydum boşanma işlemlerini.
Asla dememek lazım
Tekar evlenmeyi düşünüyor musunuz?
- Bunu hiç düşünemiyorum. Çok tuhaf geliyor şimdi bana. Bir şeyi daha öğrendim. ‘‘Asla'' dememek lazım. Hiç belli olmuyor insanın yaşamında ne olacağı. Evlilik konusunda şu anda komik geliyor ama ne bileyim ne olacak.
Sizin gibi bir konumda flört etmek de zor. Mesela sizi bulup nasıl kur yapacak erkekler?
- Bilmem hiç karşı tarafı düşünmedim. Öyle ulaşılmaz düşünmüyorum kendimi. Ben de herhangi bir kadın gibi görüyorum kendimi.
Ama mesela komşularınıza çay içmeye gitmezsiniz herhalde.
- Dün akşam gittim. Ha ha ha! Bunların hepsi zaman azlığından. Biraz zaman bulduğumda evde oturup tembellik ediyorum. Yürüyüş yapıp bol bol gazete okuyorum. Dün akşam hep çağıran komşuma ilk defa gidebildim mesela. Ne kadar hoşlandım.
Hep böyle çay gezmelerine gitsem, ev kadını olsam dediniz mi?
- Bunları ne kadar düşündüm. Çok yorulunca hep istiyorum. Bu günlerde çok yoruldum mesela. Ameliyattan sonra hiç dinlenmedim. Bir gün tatil yapmadım. Böyle dönemlere herşeyi bıraksam diyorum. Ama üç gün ev kadını olunca sıkılıyorum. Denedim, o da olmuyor. İnsanın işini sevmemesi lazım. Ben hem şikayet ediyorum hem de yapıyorum. Şeytan azapta gerek.
Yeni albümün ismi biraz megolomanca değil mi?
- Ha ha ha! Biz uzun zaman isim bulamadık albüme. Ben gayet basit olsun istiyordum. Emel Sayın ve film şarkıları gibi ama kimsenin içine sinmiyordu. Sonra yine sohbet ederken kaset kapağını filmi afişi gibi yapalım dedim, işte benim filmimden bir sahne olsun, başrolde Emel Sayın olsun dedim. Yönetmen Deniz Aker tamam dedi albümün ismi Başrolde Emel Sayın olsun, dedi. Herkes çok beğendi benim önce içime sinmedi ama sonra alıştım.