Ali DAĞLAR
Oluşturulma Tarihi: Mart 09, 2008 00:00
"Timsah gözlü doğmamışım belki ama sihrine kapıldığım hayat, timsah gözlü yapmış beni. Gerçek bu!" Önümüzdeki günlerde piyasaya çıkacak olan yeni bir ekonomik kriz romanının kahramanı işte böyle konuşuyor. Romanın yazarı Salim Köse, 2000’lerin başında Tasarruf Mevduat Sigorta Fonu avukatı olarak 20 bankanın tasfiyesine katıldı.
Devletin el koyduğu 46 televizyon, radyo ve şirketi yönetti. İlk romanı "Kirli Saadet" TMSF’de görevliyken yayınlandı. Şimdi büyük bir bankanın baş hukuk müşaviri olarak çalışıyor. İkinci romanı "Timsahın Gözleri" için "Daha cesur yazdım" diyor. Roman, ülkeye 50 milyar dolara mal olan hortumun kitabı.
Salim Köse’nin avukat olarak çalıştığı bankalar artık yok. İlk işyeri Emlakbank, ikincisi ise 1998’de geçtiği Etibank oldu. "Etibank’ta iki yıl çalıştım" diyor. "Sonra banka aniden TMSF’ye devredildi. Çok haberdar değildim olup bitenlerden. Ben bankanın dava dosyalarını takip ediyordum. TMSF’nin müdahalesi sürpriz oldu." Bankaya el konulması, Salim Köse’nin de sonraki kariyerini belirledi. Çünkü TMSF yetkilileri Etibank’a gelerek orada çalışan personele işbirliği yapmaları gerektiğini söylediler. "Ya TMSF ile çalışacaktık ya da işimizden olacaktık. Ben de TMSF’de çalışmaya başladım" diyor Salim Köse.
O günlerde devlet 20 bankaya el koydu. Salim Köse, TMSF’nin avukatlarından biri olarak devlet adına bütün bu bankaların patronlarıyla, yöneticileriyle tanıştı, hepsiyle pazarlık masasına oturdu. Bunların arasında kendi eski patronu Dinç Bilgin de vardı. "Yıllarca karşılıklı masalarda pazarlık yaptık, kavga ettik. Onu sorguladık zaman zaman. Ama benim eskiden Etibank’ta onun personeli olarak çalıştığımı, ancak ilk kitabım çıktıktan sonra öğrendi. Bu sırrı özenle gizledim kendisinden."
SAYDIM, 11 BANKANIN İZİ VAR ROMANDA
Bankalara el konulduğu, sahipleriyle borçlarını ödemek için pazarlık edildiği bu dönem, o kadar canlı geçti ki, Salim Köse bunun tam bir roman konusu olabileceğini düşündü. Sadece roman yazmayı sevdiği için değildi bu yöntemi seçme nedeni. Hukuken de, hayali roman kahramanlarıyla çok daha rahat ifade edebiliyordu anlatmak istediklerini. Örneğin, romanda batık banka sahiplerini hortumlama nedeniyle ağır hapis cezalarına çarptıran, sonra da batık bankacılar lobisinin ısrarlarıyla aniden görevden alınan bir yargıç, gerçek hayattaki 8. Ağır Ceza Mahkemesi Reisi Mustafa Akın’a çok benziyor.
Zaten kendisi de romanının gerçekle bağlantısını reddetmiyor: "11 bankadan izler buldum kitabımı geriye dönüp yeniden incelediğimde. Belki 12 çıkaran da olur." Öyleyse neden bir anı kitabı yazmadınız diye sorulduğunda "Hukuki gerekçelerle böyle bir yol seçtim. Belki 15 yıl sonra anılarımı da yazarım" diyor.
TÜRKİYE TİMSAHLARIYLA NİL NEHRİ’NE BENZİYOR
Neden Timsahın Gözleri peki? "Timsah figürü ile hırsın, gücün ve gösteriş merakının insani değerleri bir anda yok edebildiğini, insanı her türlü yolsuzluğa, rüşvete, vurguna, haksızlığa ve suiistimale açık, dayanıksız hale getirdiğini anlatmak istedim. Bu değişimin göstergesi olarak, insanların gözlerinin timsah gözlerine dönüşmesinden söz ettim romanda. Ülkemiz bu konuda şanssız. Nil Nehri’ne benziyor. Dört yanımız timsah kaynıyor. Timsahları sadece televizyonda, belgesellerde görmeyi tercih ederim."
Köse, "Bu kitabı yazarken çok rahatsız oldum. Geçici değil, kalıcı bir rahatsızlık bu. Bir travma yarattı bende, belki mezara kadar taşıyacağım bunu" diyor. "Tarih içinde hortum şekilleri değişiyor. 1980’lerde hayali ihracat vardı, öncesinde kaçakçılık. Gelecekte de olacak bu. Ülkenin kaderi galiba..."
Romanda, satış sürecindeki skandallarla hükümet düşüren Türkbank, ikili kayıt sistemiyle bankacılık tarihine geçen İmar Bankası, Etibank, Yurtbank, Sümerbank, Pamukbank, Demirbank, Kentbank ve İktisat Bankası’nın maceraları izleniyor. Kamu zararını kısa sürede kapatan Yaşarbank ile Esbank ise romanda olumlu ifadelerle anlatılıyor.
HAFIZASINI YİTİREN KAHRAMAN
Roman kahramanı, babasının çocukluk arkadaşı Prof. Dr. Servet Durmaz’ın aracılığıyla çeşitli sektörlerde faaliyet gösteren bir grupta mühendis olarak iş hayatına başlar. 12 Eylül öncesi kargaşa döneminde büyüyen bu şirketler topluluğu, sonra daha da gelişir ve ülkenin en büyük gruplarından biri olur. Grubun adı hayali ihracat, kaçakçılık, siyasi teşvik ve kayırmalarla sıkça gündeme gelince, stratejisini değiştirir ve kabuğuna çekilerek mevcut durumunu muhafaza etme kararı alır. Kahramanımız, kısa sürede yükselir; önce patronlardan birinin oğluyla yakın arkadaş olur, sonra diğer patronun kızıyla evlenir, etkin bir konuma gelir. Proje üretmeye girişir. Bir yolunu bularak, son derece çekingen davranan patronları, banka satın almaya razı eder. Hemen bir banka alınır ve kahramanımız bankanın başına geçer.
Romanın bundan sonraki bölümünde; garip bir hastalık ortaya çıkar: Kahramanımız, bankanın başına geçtiği tarihten itibaren 14 yıl boyunca yaşadıklarını tam olarak hatırlayamamaktadır. Doktorlar, bunun psikolojik bir savunma refleksi olduğunu düşünmektedir. Bu 14 yılda ülke büyük krizler yaşarken, bankanın gözünün önünde ağır ağır çöküşünü, bankayı emanet ettiği insanların yoldan çıkışını, hatalarıyla yüzleşmesini, kendi içinde yaşadığı büyük değişimi, patronlarının tüm mal varlıklarını satarak kendi borçlarını ödemelerini, banka zararından dolayı tüm sorumluluğun kendisinin üzerinde kaldığını, yargılamalar sürerken, geçirdiği değişimin de etkisiyle kendisini savunmaktan vazgeçip mahkûm olduğunu, cezaevi günlerini hep bir sis perdesinin gerisinden küçük hikáyelerle hatırlamaktadır. Romanın en çarpıcı bölümlerini içeren bu küçük hikáyeler; o kriz dönemini ortaya koyar.
BİR PATRON KARANLIK GÜÇLERDEN KREDİ ALIYOR
- Gözüme çok karanlık görünüyorsunuz. Niçin sizinle iş yapayım?
- Vallahi beyefendiciğim, terbiyesizler kara para akladığımızı da söylüyor. Nasıl olsa öğreneceğiniz için rahatlıkla söylüyorum bunları. Ama bana göre biz, paramıza para kazandırmaya çalışıyoruz sadece. Yurtiçinde de yurtdışında da bol miktarda kaynağımız var.
- Diyelim ki niyetlendik, nasıl olacak bu iş?
- Yöntemi siz belirleyin. İsterseniz yurtdışından, isterseniz içeriden dilediğiniz yöntemle borç veririz."
- Teminat...
- Demiştim ya size! Bizde söz önemli. Bir senet, bir imza yeter.
- Ya ödemezsek!
- Hukuki yollara başvururuz.
- ...
- Ama elbet bizim hukukumuz biraz farklıdır sizinkilere göre. Mahkeme de, icra da, infaz da kendi uhdemizdedir.
- Mafyayla mı çözümlersiniz yani işinizi?!
- Sizin bildiğiniz mafya pek bize benzemez. Onların oyunları bize ’seksek oyunu’ gibi gelir.
- Bir şey soracağım size... İster cevap verin, ister vermeyin!
- Evet!
- Devletle bir bağlantınız var mı?
Soruyu duyunca kahkahalarla gülmeye başlıyor. Uzunca bir süre devam ediyor buna. Sonra birden ciddileşiyor: "Şimdi var desem olmaz, yok desem hiç olmaz!"
MAFYA BABASI İLE BANKA PATRONU BULUŞUYOR
Gizli bir mekánda buluşuyoruz bu anlı şanlı ’baba’yla! Uzun uzun anlatıyorum...
- İşte böyle... Benim sorunum bu. Şimdi söyleyin bakalım; ne yapalım? Ne yapabiliriz? Ya da siz bizim için ne yapabilirsiniz?
- Vallahi beyim, Don Kişot’u bilirsin. Hani şu değirmenleri kılıçla kesmeye çalışan adam. Biraz ona benziyor durumumuz. Ama dediklerinden, verdiğin ipuçlarından bir şeyler çıkarmak da mümkün. Çelişkili gibi görünüyor ama buluruz, hallederiz, merak etme sen. Önce bizim korumamız altında olduğunuzu duyurmamız lázım.
- Nasıl olacak bu? Aynı karede yer alamayız. Mahvolurum yoksa.
- Biliriz bu işleri telaşlanma sen. Bunun değişik yolları var.
- Meselá...
- Meselá kredi kullanırız bankandan. Gazeteler yazar... Yazdırırız... Gerekli mesaj verilmiş olur. Kimse sana ilişemez.
- Krediyi de ödemezsiniz...
- Onu da bizim ücretimize sayarız olur biter. Fena mı? Beleşe getirmiş olursun işte!