Tiyatroya adanmış bir ömür

Güncelleme Tarihi:

Tiyatroya adanmış bir ömür
Oluşturulma Tarihi: Nisan 28, 2013 00:00

1954’ten günümüze Türk tiyatrosuna damgasını vuran Haldun Dormen’in üç kitabı ‘Sürç-ü Lisan Ettikse’, ‘Antrakt’ ve ‘İkinci Perde’ Yapı Kredi Yayınları tarafından ‘Anılar’ başlığı altında bir arada çıkarıldı. Tiyatroya, sahnelere ve her daim üretmeye adanmış bir hayatın izdüşümlerini sizin için seçtik...

Haberin Devamı

Alman dadılar koleksiyonu
Hayal meyal hatırladığım Alman dadılar koleksiyonunu düşündükçe, birbirinden çirkin, aksi, evde kalmış, kaknem Alman karıları gelir gözümün önüne. Bu dadılarla yetiştiğim halde, nasıl olmuş da estetik işlerle uğraşan bir adam haline gelmişim, bir türlü anlayamam hâlâ... Kardeşimin doğumunda Schwester Lisbeth adlı dünya güzeli(!) bulunuyordu evimizde. Lisbeth uzun yıllar kaldı bizimle. Gerçekten aksi, çirkin bir kadındı. İşine gelmeyince bir hayli de döverdi beni. İnatçı ve dediği dedik bir çocuk olduğum için bu dayak fasılları sık sık tekrarlanırdı, annemden ve babamdan gizli. Dayak yiyince ağlamazdım, fakat çok kızardım bu gaddar Alman cadısına. O kadar kızardım ki, akşam anneme şikâyet edip onu kovdurmaya karar verirdim ama her seferinde rikkat duygularım galip gelir, bu zavallı kadına acıyıverirdim son dakikada ve şikâyetten vazgeçerdim. Orada burada Lisbeth’ten dayak yediğimi gören dost ve akrabalar anneme telefon ederek ya da bizzat ziyarete gelerek, bire bin katıp anlatırlardı dayak meselesini. Annem her defasında beni sorguya çekerdi. “Schwester seni dün Taksim Bahçesi’nde dövmüş, doğru mu?” “Yalan!” diye haykırırdım: “Yalan söylüyorlar. Bana bir fiske bile vurmadı.”

Haberin Devamı

İyi yolculuklar sevgilim
Evliliğimiz son günlerini yaşıyordu, ikimiz de hissediyorduk bunu. Yaklaşmaya çalıştıkça uzaklaşıyorduk birbirimizden, ip kopmuştu bir yerde. Çabalara rağmen onarılması olanaksızdı. Böyle bir evliliği sürdürmek aramızdaki saygıyı, dostluğu yitirmek demekti. Son yıl ara vakit bulamıyordu Betûl. Ben bir yandan film patırtısı, öte yandan tiyatronun dertleriyle dünyadan elimi eteğimi çekmiş gibiydim. Bazı günler hiç görüşmüyor, birbirimize notlar bırakıyorduk. Artık dostlarımız da değişikti. Bana duyduğu kızgınlık yüzünden Betûl tiyatrodan fazla, üstüne basa basa ‘radyocularla’ görüşüyordu. Bunu yaparken de farkında olmadan işi abartıyor, büsbütün uzaklaştırıyordu bizi birbirimizden. Zor günlerdi... Her mutsuz son gibi kuvvet istiyordu dayanabilmek için. Londra yolculuğumuz son umuttu. Belki tekrar anlaşıp eski günlere dönebilir, her şeye baştan başlayabilirdik. Tüm nezaketimize ve birbirimizi kırmamak için aşırı çaba sarf etmemize rağmen Londra yolculuğu fiyasko ile sonuçlandı ve Betûl New York’a, ben Paris’e uçtuk. Bir daha birleşemeyeceğimizi biliyorduk artık. Betûl’ü uçağına götürecek arabaya bindirirken gözleri yaşlıydı. “İyi yolculuklar sevgilim. Her şey ama her şey için teşekkürler” dedi. Bunun veda olduğunu anlamıştık ikimiz de...

Haberin Devamı


O sözleri hiçbir zaman hazmedemedim
1 Eylül’den 30 Eylül’e kadar ‘İrma’yı Kadıköy Süreyya Sineması’nda oynadıktan sonra, 3 Ekim’de mevsime başlayacaktık Küçük Sahne’de. Bu arada Ulvi Uraz tiyatrodan kesin olarak ayrılmış ve giderken beraberinde Yılmaz Gruda’yı da götürmüştü. Öyle tatsızlıklar yapmıştı ki, son günlerde, âdetim olmadığı halde Ulvi’yle bir daha yüz yüze gelmemeye karar vermiştim. Yılmaz da onun konuşmalarına kanmış mevsim başında kuracağı toplulukta, Ulvi’nin gölgesinde ‘gerçek tiyatro’ bulmak için ayrılmıştı. Ayrıca gazetelere verdiği röportajlarda, zengin çocuğun tiyatrosunda çalışmanın artık kendisine fazla bir katkıda bulunamayacağını, benim gibi milyoner çocuklarının bir somun ekmeğin fiyatını bile bilmediklerini anlatıyordu. Aradan geçen yıllarda Ulvi’yi bile affettim, fakat Gruda’nın o sözlerini hiçbir zaman hazmedemedim.

Haberin Devamı

Kanserli birini anlattığı için tutmadı

‘Nice Yıllar’da oğlumu genç yetenek Ali Altuğ, eski karımı Gülen Karaman, arkadaşımı Ankara’dan aramıza yeni katılan Nuri Gökaşan oynuyordu. Diğer önemli rolleriyse Ayçıl Yeltan, Yeşim Alıç, Ayşe Çakar ve Birgül Sekmen üstlenmişlerdi. Bu oyundaki karakter benim en severek oynadığım rollerden biri oldu çünkü dramın karışımıyla yoğrulmuş bir karakterdi ve Prens Mikhail’in aksine bana fazla benzemiyordu. Derbeder, plansız programsız, hayatında fazla bir gayesi olmayan ama yine de insanların mutluluğu için uğraşmayı kendine iş edinen biriydi. Bu oyun çok alkışlanmasına rağmen, kanserden ölmek üzere olan birini ele aldığı için fazla tutmadı. Öte yandan Oyun Karıştı, hem bizim keyifle oynadığımız bir oyun olmuş hem seyirci tarafından da çok beğenilip tutulmuştu. (Fotoğrafta Alper Düzen, Güneş Berberoğlu ve ben Oyun Karıştı komedisinde sarhoş kafayla dans etmeye çalışıyoruz.)

Haberin Devamı

Doğuştan yetenek şart değil

‘Benimle Oynar Mısınız’ın başlamasına bir hafta kala Ulvi, Tunç’la büyük bir kavga çıkararak oyunun rejisini yarıda bıraktı. Tunç’un kabahati yoktu bu işte. Yapamadığı bir sahne için yardım istemişti yönetmeninden. Ulvi de onu yeteneksizlikle suçlayıp, bağırmaya başlamıştı. Sonunda da “Benim sizin gibilerle ziyan edecek vaktim yok” diye provayı bırakıp gitmişti. Bir şeyi yarım bırakanlara ısrar etmek, prensip olarak âdetim değildi. Bu yüzden Fare Kapanı provalarını bir hafta tatil ederek yarım kalmış oyunu üstüme aldım. Zor bir oyundu. Ulvi’yle anlaşamaması Tunç’u şaşırtmış ve rolü yanlış yorumlamasına neden olmuştu. Oysa benim fikrime göre yönetmenin ilk büyük görevi oyuncusunu rahat ettirmek ve kendine güvenini yitirmesine engel olmaktı. Güvenini yitiren oyuncuya hiçbir şey yaptırmaya olanak kalmaz. Öte yandan yetenekli olmayan bir oyuncuya, güvenle inanılmayacak şeyler yaptırılabilir ve güvenin olduğu yerde zamanla yetenek de ortaya çıkar. Bununla bazı insanların doğuştan yetenekli olmadıklarını söylemek istemiyorum ama bunca yıllık tecrübelerimle biliyorum ki bir yere varmak için büyük tutkusu olan normal bir insan, çalışmakla önemli bir oyuncu olabilir.

Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!