Güncelleme Tarihi:
Genco Erkal
Türkiye’de tiyatro küçülüyor
Var olan önemli sahnelerin kullanımdan kalkmasıyla tiyatromuz giderek apartman katlarında yer alan 60-70 kişilik küçük salonlara sıkışma eğilimi göstermeye başladı. Stüdyo ya da oda tiyatroları tamam, güzel de, tiyatronun kitlesel gücü nerede kalıyor bu durumda? Bütün uygar ülkelerde deneysel ya da öncü tiyatro böylesi ufak mekânlarda yapılır ama onun yanı sıra en az 300-500 kişilik büyük salonlar vardır. Yenilerini yapmak bir yana, biz var olanları yok etmeye çalışıyoruz. En son İstanbul’un Ses Tiyatrosu’ndan sonra en eski ikinci salonunun kapısına sudan bahanelerle kilit vurduk. Bu konuda daha henüz bilimsel bir rapor bile yazılmadı. Tiyatro toplulukları bir gün Caddebostan’da bir gün Ataköy’de, birgün Kozyatağı’nda oynuyor. Böyle tiyatro olmaz. Sürekli tiyatro yapılacak 300 kişinin üstünde kapasitesi olan salonların sayısı iki elin parmaklarıyla sayılabilir. İstanbul bir ara Avrupa’nın kültür başkenti olmuştu, değil mi? Yazıklar olsun!
Üstün Akmen
Tiyatro eleştirisine yer yok
Tiyatro eleştirisi tiyatronun vazgeçilmez bir öğesi ama ülkemizde bu konuda yeterli mecra bulunmuyor. Oysa sanatın her dalında olduğu gibi tiyatroda da ürünlerin eleştirilişiyle mükemmele yaklaşılır. Dikkat edilirse, yüzlerce ulusal ve yerel radyo frekansı ve TV kanalı bulunan, yüzlerce derginin yayımlandığı ülkemizde sinema, siyaset ve spor dışında eleştiriye yer yok. Tiyatro, opera, bale üzerine yayın yapan dergi sayısı ve sanata, kültüre sayfa ayıran günlük gazete sayısı iki elin parmak sayısını geçemiyor. Zaten o dergiler de belirli bir zümre tarafından okunuyor. Neden dediniz ve tutun ki bana sordunuz, yanıtım genel anlamıyla, okurun sanat felsefesini, sanat kavramlarını, sanat duygusunu geliştirmesi istenmiyor diye olacaktır. Okurun sanata bakışında ve anlayışında değişiklikler, ilerlemeler yaratması egemen güçler için ciddi anlamda tehlike. Yani Türkiye’de eleştirmen geri kalmış değil, her konuda olduğu gibi tiyatro konusunda da ekilen biçiliyor.
Civan Canova
Kâr sağlamaz diye tiyatro kitabı basılmıyor
Oyun kitaplarımın bir yayınevi tarafından sahte bandrolle satıldığını öğrendiğimden beri kendim çabalıyorum. İnternetten bir yayınevi buldum, parasını ödeyerek bastırıyorum. Geri dönüyor mu, diyeceksiniz? Dönmüyor tabii. Zaten benim bir kitabımı çok zor, ancak kitabevinin en arka raflarında bulabilirsiniz. Gerçi bu da arz talep meselesi. Tiyatro meraklılarının birçoğu oyunları sahnede izlemekten keyif alıyor, okumaktan değil. Zaten bizler bunu kâr amacı güderek yapmıyoruz. İstiyorum ki öğrenciler ve meraklıları bu kaynaklara ulaşabilsin. Ama tiyatro kitaplarına göz gezdirirken fahiş fiyatlarla karşılaşıyorum hep. Çıkacak yeni kitabın maliyetini karşılayabilmek için yapıyorlar bunu.
Eskiden Milli Eğitim Bakanlığı bu işi görev edinmişti. Biz bütün klasikleri o sayede okuyabilmiştik. Şimdi özellikle Mitos Boyut Yayınevi tiyatro kitapları yayımlıyor. Yapı Kredi Yayınları da tiyatro kitabı basıyor ama hep satılacağı kesin olanları. Peki bu işi kim üstlenecek? Burada sorumluluk yayınevlerine düşüyor. Kâr amacı gütmeyerek bu misyonu üstlenmeleri gerekiyor.
Uluslararası İstanbul Tiyatro Festivali Direktörü Leman Yılmaz
Mekânlar devlet tarafından desteklenmeli
Tiyatrolara destek, binlerce yıla dayanan tiyatro tarihinde her zaman söz konusudur. Bugün çok sayıda ülkede devlet, tiyatro-dans sanatlarının gelişimi için desteklerini sürdürüyor. Bu sezon İstanbul’da 100’ün üzerinde oyun sahneleniyor. Çok sayıda tiyatro topluluğu zor şartlarda ve ellerindeki kısıtlı olanaklarla yapıyor oyunlarını. Kültürel açıdan çok önemli ve ilgi çeken bir kent özelliği taşıyan İstanbul’da mekân imkânsızlıkları bugün en önemli sorundur kanımca. Devlet ve Şehir Tiyatroları dışında çok sayıda topluluk bu olanağa sahip değil ne yazık ki. Var olan mekânlar da çeşitli nedenlerden dolayı art arda kapanıyor. Devlet katkısı diyorsak, öncelikle İstanbul’a yaraşır gösteri mekânlarının desteklenmesi gerekiyor...
Müjdat Gezen
Politik tiyatroya siyasi baskı
Bunca yıldır politik tiyatro yapan biri olarak siyasi baskıyla karşılaştığımı söyleyemem. Çünkü politik tiyatro yapıp da devlet yardımı almayan tek tiyatroyum. Kendi yağımda kavruluyorum. Ferhan’ın (Şensoy) da kendi sahnesi var. Ama gördük işte hep birlikte, Genco Erkal’ın Dostlar Tiyatrosu böyle bir sorun yaşadı. Muammer Karaca Sahnesi’nden çıkartıldı. Şimdi sahne sahne geziyor. Yalnız seyircinin politik tiyatroya ilgisi büyük. Çünkü dilinin ucuna kadar gelip de söyleyemediklerini siz sahnede dile getirince rahatlıyor. Buna karşın bazı politik oyunlarla ilgili medyada ne tek kare fotoğraf ne de bir satırlık haber çıkıyor. Siyasi baskı mı sebep oluyor buna derseniz, Hasan Cemal’in gazeteden veya Uğur Dündar’ın kanaldan ayrılmasında “Atın bunu diye bir direktif mi geldi” diye sorarım. Yok! Ama ben bunu bir iç baskıya benzetiyorum. Ve bunun da bir limiti var. Haddinden fazla şişirdiğiniz zaman iç lastik patlıyor. Dış lastik örtüyor belki ama iç lastiğin halini soran yok ortada. Ancak unutmayalım, en büyük Anıtkabir ziyareti rekoru, Atatürk’e en çok hücum edildiği devirde oldu. Tepkisiz toplumuz diyoruz ya hani. Pek de öyle değil. Bugün politik tiyatroya karşı artan ilgiyi de böyle değerlendirmek lazım.
Murat Daltaban
Yeniden doğuş hareketi yavaşlamasın
Bundan yaklaşık 10 yıl önce tiyatronun küçülmesi, bir parça kendi içine kapanıp varlığı üzerine düşünmesi gerektiğini anlatıp duruyordum. Küçük salonların açılacağına, tiyatronun yenilenme dönemine girdiğine inanıyordum. İnancım kısmen gerçekleşti. Devlete bağlı kurumların tükendiğini, bu tükenişin süreci hızlandıracağını biliyordum. Biraz cesarete ihtiyaç vardı. Cesaret de genç tiyarocularda vardı. Bu ‘yeniden doğuş hareketi’nin ilk evresi eksikleriyle tamamlandı. “Böyle tiyatro yapılmaz” fikri tamamen kendini yok etti ve bu çıkış hareketi direnenleri bile içine çekerek kabul gördü, büyüdü. Sürekli şikâyet edip ağlayan bir tiyatrocu neslinin yerine, kendi seyircisine kendi tiyatro fikrini kabul ettirmekte ısrarcı bir nesil yerleşti. Sorunlardan ve olanaksızlıklardan şikâyet ederek zaman harcamak yerine yeni projeler üreten genç nesil tiyatrocular artık ergenlikten gençlik dönemine geçme zamanı geldiğinin farkında. Şu anda tiyatronun sorunu olarak ortaya koyabileceğimiz en önemli unsur, tiyatronun bu ‘yeniden doğuş hareketi’nin gelişimini yavaşlatacak (ama durduramayacak) dolaylı ya da dolaysız baskı unsurlarıdır. Onun ötesinde önümüzdeki 10 sene tiyatronun olgunlaşma dönemi olacak, çok parlak geçecektir.
Mitos-Boyut Tiyatro Yayınları Sahibi T. Yılmaz Öğüt
Tiyatro kitapları görülmüyor
Ülkede yalnızca tiyatro kitabı yayımlayan yayınevi biziz. Dünya ve Türk tiyatro edebiyatının önemli ve çok tanınan eserlerini yayımlamanın ticari olarak daha risksiz olacağı açık. Ama biz bugüne kadar 660 tiyatro kitabı yayımladık. Bunların içinde bini aşkın oyun ve 120 kadar tiyatro sanatına ilişkin kuramsal eser bulunuyor. Tiyatro kitaplarının satışı çok az olduğundan kitapçılar bizim yayınlarımızı satış noktalarında bulundurmuyorlar. Bu durum, yayınlarımızın okuyuculara ulaşmasında en büyük engel. Asgari sayıda eleman ve gider kalemleriyle ve de özverili çalışma ilkesiyle satışlardan elde edileni yeni kitaba aktarıyoruz. Yayımladığımız eserleri reklam yoluyla tanıtamamamız da satışlarımızı olumsuz etkiliyor. Ne yazık ki gazetelerin, dergilerin kitap eklerinde, televizyonlardaki kitap programlarında kitaplarımızı göremezsiniz.
Yiğit Sertdemir
Yerli metin tu kaka
Oyun yazarı yetişmekteydi. Adı üstünde ‘yetişmek’. Kendini gerçekleştirmiş ‘yazın’ın, son temsilcileri değil yani günümüzde oyun yazmaya çabalayanlar. Sebebi ne? Sözlü gelenek mi? ‘Yabancı olan iyidir’ düsturu mu? ‘Eğitimi de yok ki bu ülkede’ çırpınışı mı? Hepsi ve hiçbiri. Yönetmen de yetişiyor elbette ama tercihleri bu coğrafyanın yazını üzerinden olmuyor. Shakespeare oyunu yapmak elbette sözgelimi Yiğit Sertdemir oyunu yapmaktan bin kat alan açar kariyer basamaklarına. Ki Shakespeare bizi döver kuşkusuz. Ama Robert Wilson, Bertolt Brecht, Giulli, Ostermeier vs. değilsin ki sen de kardeşim. Önce Mehmet Ulusoy olabilme yolunda yetişelim de sonra burun kıvıralım ‘kendi’ yazınımıza. Hoş Ulusoy’un oyunlarına bir bak, bu coğrafyadan hangi tanıdık isimleri görebileceksin. Bir de bir sır. Kimsenin oyun okuduğu yok. Okumuyor, bilmiyorsan da elbette “Yetişmiyo ki amaa” dersin. Misal ben Almanya’da sordum burada hamsi var mı diye, “Yetişmiyor ki” dediler. Bilmiyorlar herhal...