Tire ve Birgi’de mutluluÄŸun rengi çivit mavisi

Güncelleme Tarihi:

Tire ve Birgi’de mutluluğun rengi çivit mavisi
OluÅŸturulma Tarihi: Åžubat 29, 2004 00:00

Tire pazarını duymadıysanız, görmediyseniz, çok ÅŸey kaybettiniz demektir... ‘Ucuz satıyoz, çok satıyoz, geceleri aç yatıyoz! Hadiiiii, 15 yumurta bir milyon...’Kadınların tezgah kurduÄŸu Tahtakale Meydanı’nda, yazmalar gökkuÅŸağıyla yarışıyor... ‘İğne oyalarımda, kelebek, tavus kuÅŸu, ÅŸimÅŸir, limon çiçeÄŸi, gömeç çiçeÄŸi, küpeli, üzümlü, ercahil, kiraz, kuÅŸlu, hanımeli, zellengadeh, yaz menekÅŸesi, papatya, süpürge oyası, saat oyası, gülÅŸah, kuÅŸ gözü, karadut, elibelinde var... Bu da hamam böceÄŸi; ÖdemiÅŸ iÅŸidir, biz pek tutmayız da, ondan adı öyle...’Acaba, hangi büyük ressamın tablosuna benzetsem, Tire pazarına haksızlık etmemiÅŸ olurum?Tire pazarının tezgahları yavaÅŸ yavaÅŸ, camilerin, zaviyelerin, türbelerin, hanların duvarlarına yaslanırken, sabah ezanıyla birlikte, avuçlar gökyüzüne açılıyor. Kimi, Çavuş’un Yeri nargile kahvesinde yakalanıyor, kimi sokakta, kimi sebzelerinin başında... Tire’nin üzerinde rengarenk bir sis var. Pazarın canlılığından göz gözü görmüyor. Åžimdi dev kabakları, ‘çiçek’ karnıbaharları, ‘şeker’ havuçları, ‘gevrek’ pırasaları, köy yumurtalarını, tatlı hardalları geçip, kökleri topraklı menekÅŸelerin önünde duruyorum. Bir demet menekÅŸe, biraz da ıhlamur... Pazarlık, alışveriÅŸin tadı tuzu ama her zaman deÄŸil; ‘ıhlamurları kendi elimle topladım, bir kuruÅŸ bile inmem!’TÄ°RELÄ°LER’İN KARAMBOLÃœBedestan Caddesi üzerinde, güvercin kafesi çoktandır boÅŸ duran, KuÅŸbaz Kahvesi’nin arkasındaki, Ali Efe Hanı’na giriyorum. Han, deve kervanlarının konakladığı günlerdeki gibi olmasa da pazara gelen köylülerin atlarını ve eÅŸeklerini baÄŸladıkları, köhne ama geçmiÅŸinden ödün vermeyen, karakterli bir ‘otopark’ olmuÅŸ. Hanın giriÅŸinde, Nalbant Ahmet ile Mehmet kardeÅŸlerin, seyyar tezgahı var. KardeÅŸlerin, Alayhan Sokak No: 20’deki atölyesine gitmeye vakti olmayan, hemen burada, ayaküstü nal çaktırıyor. ‘Üniversite iktisattan terk’ Ahmet, atölye/ahırında, anne iÅŸteyken anaokuluna bırakılan çocuklar gibi, yularlarıyla kendisine emanet edilen iki at ve bir eÅŸeÄŸe göz kulak oluyor. Birazdan, Cambazlı Köyü’nden rençber Ahmet Efendi de her salı yaptığı gibi, atını buraya ‘park edecek.’ Ahmet’in duvarında, iyice solmuÅŸ onlarca fotoÄŸraf, bir o kadar da kendi çizdiÄŸi, süslü at resimleri var. Çizgilerdeki beceriye ve renge, bir de bu karanlık ahırda, tüm gücüyle vurduÄŸu soÄŸuk metale bakıyorum. Çarşının her yerinde, özellikle bugün, çalışkan Tireliler’in alnından ter damlıyor. Ali Efe Han’ın yüksek tavanlı, tarihi kahvesinde, tasasızların çayları masalara suyla gelirken, kahvenin üst katındaki han odalarında, sabahın ilk saatleriyle birlikte iÅŸ aramaya çıkan kimsesizlerin, dağınık yatakları, her sabah ekmek parası telaşıyla uyanmanın ne demek olduÄŸu hakkında yeterli ipucu veriyor bana. Yıkılmaya yüz tutan hanlar gibi, binlerce yıllık geleneklere yaslanan, ne var ki her geçen gün kan kaybeden zanaatları, bilmem saymaya gerek var mı? Yine de her birinin, Tire’de bir savaşçısı olduÄŸunu bilmek, gönül rahatlatıyor. Tamamıyla terkedilmiÅŸ Kutu Han’ın tek misafiri Urgancı Hasan Amca, bunlardan biri. ‘Hobi desem yeridir’ dediÄŸi, urgan yapımı için sipariÅŸten sipariÅŸe buraya uÄŸruyor. Koridorları rutubet kokan, bu soÄŸuk handa, tel tel soyulmuÅŸ kendiri ıskatta dövüyor, dev bir tarakta savurarak tarıyor, çarkta ipe dönüştürmek için, ‘toplasan Ä°stanbul yolu eder’ diyerek defalarca gidip geliyor, dolapta büküyor, urgan haline getiriyor... Kendiri lepiska saçlara, bu saçları da ömür boyu ustasını utandırmayan bir urgana dönüştürmenin emeÄŸi bütün bir gün, karşılığı 5 milyon lira... Zaten o kazandığıyla da Kutu Han’ı paylaÅŸtığı, ‘Allah’ın kuÅŸları’na yem satın alıyor. Ne garip deÄŸil mi; bir zamanlar Fatih’in gemilerini karadan çekmiÅŸ Tire urganlarıyla, bugün tek tük devenin aÄŸzı baÄŸlanıyor, eÅŸekler çekiliyor, çoÄŸunlukla da boncuklarla süslenip turistlere satılıyor.Ama kolay vazgeçilemiyor iÅŸte... Saim Amca’nın Nuh nebiden kalma, ahtapot kollu, dokuma tezgahında, Beledi dokumaktan vazgeçemediÄŸi gibi... 500 yıllık el yazmalarıyla dolu Necip PaÅŸa Kütüphanesi’ne her gün gelen, Tireli emekli Müftü Gıyaseddin Bey’in, bir tıp profesörünün isteÄŸi üzerine, is mürekkebiyle yazılmış kitabın, iki yıldır süren ve daha ne kadar süreceÄŸi belirsiz tercümesinde, pes etmediÄŸi gibi... Tireliler’in Karambol’ü gibi... Ä°spanya’dan gelen Museviler, beraberlerinde bu geleneksel oyunu getirmiÅŸler. Bu oyunu, Tire’de artık tek açık hava Karambol sahasının olduÄŸu Alaybey Parkı’nda, çoÄŸunlukla emekliler oynuyor. ‘Lek’ denilen kısa tahtalar, ‘meÅŸe’ denilen toplarla, bilardoya benzeyen bir teknikle, devrilmeye çalışılıyor. Puanlama için, sahanın kenarında, tele dizilmiÅŸ bira kapakları kullanılıyor. Oyunculardan biri, ‘Hadi eÄŸlenmeyelim, oyuna devam’ derken, düşüncelerim, zaten kurallarını çok iyi anlayamadığım Karambol’den uzaklaşıp, Tire sözcüklerinin hoÅŸluÄŸuna takılıyor. HOCAM KÄ°RALAMA SERVÄ°SÄ°Nevruz’da, akÅŸamdan sardıkları dolma dolu tencereleri taşıyan kadınlar ve uçurtmalarını sıkı sıkıya tutan çocuklar, Balım Sultan’a gitmek üzere, çivit mavisi ya da sarıya boyalı evlerinden akın akın çıkarlar. Yolda giderken, Tireliler’in yıllar boyunca, camilerin tuÄŸlayla örülmüş minarelerine yakıştırdıkları isimleri, tereddüt etmeden sıralarlar. Karahasan Camii ‘mısır koçanı’, Tahtakale Camii ‘zencirek’, Hüsamettin Camii ‘kırık yiv’, Mehmet Bey Camii ‘kilim’, Kurt ve DoÄŸancıyan Zaviyesi ‘çam kozalağı’dır... Nevruz günü, ‘evde oturanı döverler’ diye ÅŸakalaşır Tireliler. Düğün, dernek, ÅŸenlik olmasa da bir çıkış yolu bulurlar. DaÄŸlara vurup, BozdaÄŸ manzarasına karşı bir bira açarlar. Düğün dernek olduÄŸundaysa, çıkış yolu, emekli öğretmen Ahmet UygunoÄŸlu’nun, Hocam Kiralama Servisi’dir. Ahmet Bey’in dükkanında yemekli yemeksiz, neÅŸeli ya da hüzünlü, her olay için her ÅŸey kiralık. SokaÄŸa parkedilmiÅŸ 1962 model, açık mavi Opel... Ahmet Bey’in baba mesleÄŸine kattığı deÄŸiÅŸikliklerden biri, tahta sandalyelerin yerini alan plastik sandalyeler... Bir zamanlar Müslüman, Rum, Ermeni, Yahudi ve Bulgarlar’ın birlikte yaÅŸadığı Tire’de, Dere Mevkii’ndeki, üstü mescit altı kiliseden oluÅŸan Åžemsi Mescidi, geçmiÅŸteki kaynaÅŸmanın ve hoÅŸgörünün bir kanıtı olarak duruyor. Tire’nin, Hacıköy Mezarlığı sırtlarındaki, bugün belki de Türkiye’de yaÅŸayan tek BektaÅŸi tekkesi Ali Baba Dergáhı’na giderken, dileklerimin gerçekleÅŸmesi için çaput baÄŸlamak yok aklımda. Dergáhın uzaktan beliren orman içindeki görüntüsünde durup, bazı yerlerin bir ÅŸekilde diÄŸerlerinden nasıl daha mistik olabildiÄŸini düşünüyorum. ‘Ali Baba’nın her gece çırakları uyanır, buradan ayrılamayız’ diyor, arazilerindeki vakıf mülkü dergáhtan sorumlu olan, Sabite ve Sırrı Balım. Hacı BektaÅŸ Veli’nin arkadaÅŸlarından Bahaeddin Baba’nın oÄŸlu, Ahi Babası Ali Baba adına yaptırılmış tekke, herkese açık. Sabite Hanım, nasib alınan, namaz kılınan, tuzla açılıp tuzla kapatılan sohbetlerin yapıldığı, sakilerin dem dağıttığı, peymanelerin elden ele dolaÅŸtığı BektaÅŸi sofralarının kurulduÄŸu Erler Meydanı’nda, Dede Baba’nın oturduÄŸu baÅŸköşeyi iÅŸaret ediyor. Tertemiz yer yataklarının ve yorganların istiflendiÄŸi bölmeleri gösterip Bacılar Meydanı’na geçerken, uyarıyor; ‘unutma, dergáha karanlıkta girilmez, karanlıkta çıkılmaz...’TV’DE REKLAMI OLAN PATATESLER BÄ°ZDENTürbeye eÄŸilen ve üzerindeki tabelada ‘Tabii anıttır’ yazan, asırları devirmiÅŸ ceviz aÄŸacının yanında, ‘güzel bir yolumuz var’ demiÅŸti bana, Sabite Hanım. Bütün yollar güzel midir? 19. yüzyılda, biri Ä°zmir, diÄŸeri Ä°stanbul’dan Birgi’ye gelin gelen, memleket özlemlerini gidersin diye, kocaları Çakır AÄŸa’nın yaptırdığı konağın duvarlarına kentlerinin resimleri çizilen iki kadın için de, yol güzel miydi acaba? Evliya Çelebi’nin 1650’lerde Birgi’de kaldığı konağın bugünkü sahibi Adalet Hanım’la yerdeki devÅŸirme taÅŸlara bakıyoruz. Mermere kazınmış, büyük ihtimalle, antikçaÄŸdan kalan ‘Bazilika’ yazısının, ilk üç harfi var. En az 600 yıllık bu ev, tüm Birgi gibi, Lidya uygarlığının üzerine yerleÅŸmiÅŸ. Selvi ve güneÅŸ motifleriyle süslenmiÅŸ, dış duvarlarında serçeler için yuvalar olan Osmanlı konaklarının gölgesinde yürürken, Birgi’nin ruhunun nasıl bu kadar bozulmamış kaldığını düşünüyorum. MutluluÄŸun rengi çivit mavisi, komÅŸusu Tire gibi burada da var. Kadınlar, tarlaya patates ekmeden önce, kaldırım kenarında patatesleri ikiye bölerken, bir taraftan da bana ‘Televizyonda reklamı olan patatesler bizden gidiyor’ diye yetiÅŸtiriyorlar. Mehmet Emmi, yaşının yalnızlığını sadece kemanıyla paylaÅŸmaktan sıkılmış olmalı, Ulu Camii’nin karşısındaki kahvede çalıyor. Çakır AÄŸa’nın eÅŸleri kentlerini anlattılar, sanatçılar, belki de hiç görmedikleri, Ä°zmir’i ve Ä°stanbul’u resmettiler. Konağın hanımları, Tire’nin pazarında ya da Birgi’nin dar sokaklarında gezebilselerdi, acaba yine de kentlerini bu kadar özlerler miydi?BEN OLSAYDIM BUNLARI YAPARDIMTire Pazarı’nda gezerken, hanlara, camilere, medreselere de girip çıkmakBirgi’nin arka sokaklarında, eski Osmanlı evlerini dolaÅŸmakTireliler’den Karambol oynamayı öğrenmekKaplan Yaylası’nda doÄŸa yürüyüşleri yapmakBirgi ÇakıraÄŸa Konağı’ndaki Ä°stanbul ve Ä°zmir resimleriyle, bu kentlerin bugünkü halleri arasındaki benzerlikleri bulmakBoyalı evlerin sıralandığı Tire sokaklarını dolaÅŸmakBirgi Deresi boyunca yürümekTire’deki kaybolan zanaatların son temsilcileriyle tanışmakBir perÅŸembe günü, Birgili kadınlarla sokaktaki fırınlarda ekmek yapmakNecip PaÅŸa Kütüphanesi’nde, 500 yıllık el yazması kitaplara dokunmakTire’nin Tahtakale Meydanı’ndaki kadınlardan iÄŸne oyalarının isimlerini öğrenmekTireli kadınların peÅŸtemallerinden satın alıp, 600 yıllık Eski Yeni Hamam’da yıkanmak Â
Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!