Güncelleme Tarihi:
“Bir çocuğa sponsor olun... bir kediye, bir köpeğe, bir kuşa sponsor olun...” diyen ilanlar, reklamlar hemen her yerde. Gazetede, dergide, televizyonda, metro duraklarında... Üstelik en çarpıcı fotoğraflarla, görüntülerle.
Yani sizi, sizin küçük evreniniz dışında bir dünya olduğu konusunda ‘uyandırmak-fark ettirmek’ için ellerinden geleni yapıyorlar.
The others (diğerleri) için! (Lost-maniac’lar... Sakin olun. Konu tamamen farklı!)
Meslek hayatımın en yoğun günlerinde Türkiye Eğitim Gönüllüleri Vakfı (TEGV) için Türkçe gönüllüsü olduğumda, arkadaşlarım beni garipsiyordu:
“Deli miydim neydim? Bu kadar işin arasında, karda kışta ne işim vardı eğitim parklarında?”
Oysa Ferit Aysan Parkı’na her adım attığımda ne kar kalıyordu dışarıda, ne de soğuk. Kafamdaki sorular, omzumdaki sorunlar bile uçup gidiyordu bir anda. 10-11 yaş grubundaki öğrencilerimi geleceğe hazırlamak için, onları mutlu etmek için uğraşırken, kendimi de mutlu, hem de çok mutlu buluveriyordum.
Her öğrencime ulaşmak için farklı bir iletişim aracı kullanmak zorundaydım.
Ramazan adlı bir öğrencimin her ders bir bahane bulup kavga çıkarmasının, sözümü asla-asla dinlememesinin ardında yatan nedenin, meğer ona ulaşmak için yanlış iletişim aracı kullanmam olduğunu anladığımda kendimi ne kadar suçlamıştım.
Meğer Ramazan’a ulaşmanın yolu ona dokunmaktan geçiyormuş.
Sıfatları mı anlatacağım; görsel bir kız olan Kübra için çok güzel giyinmiş olmam, gözlerinin içine bakıp, gülümseyerek konuyu anlatmam kafiydi.
Ama Ramazan için ne görüntüm, ne ses tonum, ne de vurgum hiçbiri bir anlam ifade etmiyordu. Derse ilgisini bir türlü sağlayamıyordum. Yanına gidip, bir elim Ramazan’ın omzunda, gözüm sınıfta anlatmaya devam etmem gerekiyordu dersi.
Ve çocuk psikoloğu bir arkadaşımdan aldığım bu tavsiye öyle başarıyla sonuçlanıyordu ki, ders bir zafer alanına dönüyordu her seferinde benim için.
Onlar verdiklerimi aldıkça, zafer kazanıyordum ben.
Hayatta mutlu olmanın yolu bazen de mutlu etmekten geçmiyor mu zaten?
Önceki gece St.Pauls’deki metro istasyonunda, annesinin yanında oturan bir çocukla, annesi farkına varmadan bakıştık bir süre. Kadın bırakın dünyanın, oğlunun bile farkında değildi. Elinde bir magazin dergisi, dalmış gitmiş. O benim ilgimi çekince - o kadar sevimliydi ki - ben de onun ilgisini çektim bir şekilde. Sonra o bana her baktığında bir elimle bir gözümü kapadım. Aramızdaki bir adamın arkasına saklandım.
Kıkır kıkır güldü birkaç kez. Treni gelip annesiyle bindiğinde, kapılar kapanırken bile küçük kara gözleri beni yakalamaya çalışıyordu. İçi binbir kıkırtı-pırıltıyla dolu...
Sadece gülümsemiştim.
Sadece birkaç dakika ona ilgimi vermiştim, o kadar.
Demem o ki...
Eğer birileri için bir şeyler yapma şansınız varsa, bir saniye bile durmayın.
Oturduğu yerden olana bitene sızlanan, hastaya-çocuğa acıyanlardan olmayın.
Bir şeyler yapın. Bizim için.
Şenay