Güncelleme Tarihi:
Nasıl gidiyor?
İyi gidiyor. “Merhaba” isimli Barış Akarsu’nun hayatını anlatan bir film çektik. Yaklaşık iki haftadır tatilim.
Tatilde dinlenebiliyor musun?
Bol bol dinleniyorum. Aslında tatile gitmedim, İstanbul’dayım. Çünkü ben Ayvalık’ta “Üç Kız Kardeş” dizisini çekiyordum. Neredeyse ondan 3-4 gün sonra film ile anlaştım. Film de gelince bir şey planlayamadım açıkçası.
Tatil, senin için dinlendiğin mi yoksa eğlenip kafanı dağıttığın bir araç mı oluyor?
Sadece dinlenmek… Ben, biraz sessiz ve boş yerleri tercih eden biriyim.
Bu sene epey yoruldun o zaman.
Aslında dizi bitti, İstanbul’a döndüm. Uçaktan indiğim zaman 1-2 ay boş kalacağım, denize gireceğim, dinleneceğim dedim. Taksiye bindim, eve doğru giderken telefonum çaldı. Böyle bir durum var dediler ve direkt senaryoyu yolladılar. Benim için güzel bir senaryo ve karakterdi. “Akademi Türkiye” zamanında Barış Akarsu’yu da izliyordum. O yüzden ilgimi çekti. Tekrar arayıp eve geçip dinlenip daha detaylı bir şekilde senaryoyu okuyacağımı söyledim. Onlar da çok acil bir şekilde görüşmeye çağırdılar. Bavullarımı bagajda bırakıp gittim. O gün merhaba dedim, kostüm provasına alındım. Sonrasında şöyle bir şansım oldu. Filmin bir kısmı Amasra’da, bir kısmı İstanbul’da çekildi. Onlar, 2-3 gün sonra Amasra’ya gittiler. Fakat karakterlerin küçüklükleri ile başladıkları için ilk birkaç gün benim işim yoktu. O arada oyuncu koçu ile görüşebildim, senaryoyu daha detaylı bir şekilde okuyabildim.
Uyumlu musundur?
Uyumluyum, o konuda hiçbir sıkıntı çekmedim. Onlar da dört kolla beni karşıladılar ve hızlı süreci geçirmem için çok yardımcı oldular. Ben, bu işi yapmak istiyorum ama bir tanışalım önce evresini sonrasında yaşamış oldum. Ege ve ben, oyuncu koçuyla çalışırken yönetmenin de gelmesini rica ettim. Sonuçta o da tanımadığım bir insan. Nereden baksan 1 ay kadar çalışacağın bir ekibin başı. Ben mutlu hissetmediğim insanlarla rahat çalışamadığım için emin olmadan Amasra’ya gitmedim açıkçası.
Güzel geçti mi?
Güzel geçti. Amasra; ilginç, küçük ve güzel bir yer. Herkes Barış’ı tanıyor ya da tanımış. Küçük bir yere koca bir ekiple gittiğimiz için herkesin haberi vardı bizden. Ege’ye sokakta sarılıp ağlayanlar mı dersiniz… Gerçekten Ege’yi çok benzetmişler. Özellikle yaşlı insanlar, Ege’yi Barış sandılar. Amasra kısmı, duygusal ve iyi bir şey yapıyoruz hissiyle geçti.
Yaramaz bir çocuk muydun yoksa aile içinde de uyumlu muydun?
Tek çocuğum.
O zaman nazlı büyüdün.
Nazlı büyümedim aslında. Çünkü benim annem öğretmen. Genellikle tek çocuklara şımarık damgası vurulur ya ben nazlı ve şımarık büyütülmedim. Balerin olacağım belli olduğu için yaramazlık yapmama izin verilmedi. Mesela top oynamaya gitmedim hiç. Paten kaymadım, kaykay kaymadım… Olur da sakatlanırsam tüm geleceğim mahvolur endişesi vardı. Cam fanusta büyütülmek diye bir kavram vardır ya biraz öyleydim.
En son en çok istediğin şey neydi?
Arabaydı.
Oldu mu?
Hayır, şu anki ekonomide ve arabaların mevcut fiyatlarıyla olacak gibi de değil açıkçası.
En son en çok hüzünlendiğin şey neydi?
Biz Ege ile Amasra’da çarşıdayken Barış’ın babası ile tanıştım. Çok tatlı bir adamdı ve misafirperverlerdi. Birlikte oturduk çay kahve içerken bir şeyler anlattı. Ama çok acıklı şeyler değildi. Barış’a dair birkaç anı… Ben direkt güneş gözlüğümü taktım, ağlıyorum. Bir yandan da çaktırmamaya çalışıyorum, ayıp. Kalmak istedim ama yanlış anlaşılmasından da çekindim.
Babası anladı mı?
Anladı ve “Kızım, ne olur üzülme. Biz, bununla yaşamayı öğrendik.” dedi. Kalktık, sete gittik. Ben, iki gün boyunca toparlayamadım kendimi.
En son en çok neye hayır dedin?
Gece dışarı çıkmaya. Uzakta oturuyorum, kalabalık yerleri de sevmiyorum.
Seni dışarıya çıkarmak zor mudur?
Büyüdükçe zorlaştı sanırım.
Normalde vaktini nasıl geçiriyorsun?
Evde oturuyorum, insanları eve davet ediyorum. Evde yemek yemek ya da bir şeyler izlemek daha keyifli geliyor. Tatil beldesine gittiysem arkadaşlarımla akşam dışarı çıkmayı veya bir şeyler yemeyi seviyorum.
Sizin bir de hazırlık süreciniz oluyor.
Yok. Çok makyajlı makyajlı gezmeyi sevmiyorum. Geçen gün AVM’de gazetecilerle karşılaştım. O gün de dişçiden çıkmışım, korkunç haldeyim. Al işte millet boşuna makyajlı gezmiyor diye kendime kızdım.
En son en çok neyi yanlış anladın? Yanlış anlar mısın?
Anlamam, yanlış anlayacağım bir şey ise de ne demek istedin diye sorarım. Ben biraz iletişim konusunu didiklemeyi severim.
Çok kişiyi kırmış mısındır?
Hayır, öyle ilişkilerim yok.
Sen çok kırıldın mı?
Hayır. Bu, biraz olgunlaşma süreciyle alakalı bir şey. Birisi, beni üzecek ya da kıracak bir şey söylediği zaman sorguluyorum.
O zaman travmatik kırılmaların olmadı.
Ben, üniversiteyi İngiltere’de okudum. Daha İngiltere’ye gitmeden önce sınav ve başvuru döneminde kazanamazsın, kazansan bile ilk senede atılırsın, sınıfta kalırsın diyenler oldu. Bunları hiçbir zaman unutmadım. Bunlar, küçük küçük travmalar. Günün sonunda deneyeyim ve göreyim diyorum. Başarısız olacaksam da benim defterime yazılacak bir şey. O insanlara cevap bile vermedim. Sadece denemek istiyorum dedim. Ben, özür dilemeyi severim. Özür dilenmesinden hoşlanırım.
Ona aslında öyle olmadığını anlatır mısın?
İngiltere’de okudum, daha sonra Avrupa’da balerin olarak çalıştım. Bir ara Türkiye’ye geldim, ailemi görmek için. Benim hayalim İngiltere’ye dönüp Ankara Antlaşması’na başvurup orada okul açmaktı. Orada yaşamak, orada yaşlanmak… Biletimi aldım, vizemi aldım, İngiltere’ye geri döndüm. Sonra bir avukat buldum. Avukat; “Bir bale okulu açmak için çok küçüksün, İngiltere’de bu davayı açtığımızda yaşını küçük buldukları zaman bizim biri savunmamız yok.” dedi. Ben de tamam deyip pes ettim. Sonra Türkiye’ye döndüm. Halbuki denemeliydim şansımı.
İçinde keşke var mı?
Bu, benim en büyük keşkelerimden biridir. Türkiye’de kötü bir şey yaşadığım zaman burada bununla uğraşana kadar orada o işi yapsaydım dediğim anlar oluyor. Şu anki aklımla o avukat ile konuşsaydım istediğimi alırdım. Ama o zaman küçüksün, yabancı bir ülkede bir tane Türk tanıdığına dert anlatmaya çalışıyorsun.
Kendini affettireceğin bir andasın ve seni dinliyor. Anlatır mısın? Var mı kendini affettireceğin bir durum?
Hayır. Birini bariz kırdığım hiç kimse yok, bildiğim kadarıyla.
Nasıl bu kadar düz yaşayabiliyorsun?
Belki şu yüzden kırmış olabilirim ama bence yine kırılacak bir şey değil. Ayvalık küçük bir yer. Setten çıkıp yemek yemeye gidiyorsun. O sırada fotoğraf çekilmek istiyorlar. Kostümlü halimizdeysek ya da çok kötü bir durumda isek kusura bakmayın şu an fotoğraf çekilmek istemiyorum dediğim çok insan var. Çok da üzülüyorlar. Farkında olmadan böyle küçük küçük şeylere kırılan varsa kusura bakmasınlar.
Onu nasıl sevdiğini tarif eder misin?
Bir parçam gibi, aile ferdim gibi.
Sence aşk diye bir şey var mı?
Bence var.
O duyguya inanıyor musun?
Evet.
Aşkın tanımı nasıl bir şey?
Aşkın tanımı çok zor. Bence herkese göre değişken bir şey. Bana hissettirdiğini anlatayım. Ben, aşkın içindeyken güvende ve sarılıyormuş gibi hissediyorum. Çok sevdiğin birine sarılma hissi vardır. Çok iyi sarıldığın zaman güvendesin, sana hiçbir şey olmayacak, sana hiç kimse dokunamaz, seni kimse üzemez gibi hissediyorsun. Çünkü o kişi aslında senin koruyucu meleğin gibidir. Bana, aşk öyle hissettiriyor. Ben, bu hissi almayacağım birini istemem hayatımda.
Aşkı kendi hayatına dedike mi ettin yoksa olduğun halinden başkalaştırıp bağımsızlaştırabilecek kadar güçlü bir duygu mu senin için?
Bence biraz daha o fanusun içerisine aldığım bir duygu. Arkadaşlarımı da ilişkimi de yeri geldiği zaman kariyerimi de bu fanusun içerisine alıyorum. Ben iş görüşmelerimden röportajlarıma kadar her şeyi yakın çevremle paylaşırım. Ki hiçbiri sektörden değil. O şeyin içerisinde yaşamayı seviyorum galiba. Güzel bir şey gibi anlatıyorum ama çok da güzel bir şey değil tabii ki. Kime göre, neye göre? Tabii ki daha sosyal olmanın bir sürü avantajı var. Ben, böyle daha rahatım.
Bir gün bütün bu doğrularını, dengelerini ve sistemlerini alt üst edebilecek bir aşk karşına çıkabilir. Farklı bir aşk deneyimi…
Çıkabilir. Fanusum kırıldı diye ağlarım herhalde. Tabii ki, hayat bu sonuçta. Hiçbir konuda asla diyen biri değilim. Ama şu an bulunduğum fanusumda çok mutluyum.
Dilediğin kişiye, dilediğin bir soruyu 83 milyonun izlediği bir programda sorma imkanı verildi sana. Bu kim olurdu ve ona ne sorardın?
Kendime sorardım bence. Ne zaman gerçekten uzun süreli bir tatile gideceksin? 2 haftadan filan bahsetmiyorum. Belki 3 ay boyunca road trip yapmak olabilir, daha tropik yerlere gitmek olabilir, Amerika’nın en ucuna gitmek olabilir, Afrika’ya gitmek olabilir. Tatilden kastım yatıp güneşlenmek değil. Çok merak ettiğim yerlere gidip turist gibi değil; oranın lokali gibi yaşama şansını kendime ne zaman