Güncelleme Tarihi:
◊ Sizinle uzun yıllardır tanışıyoruz Nursel Hanım. Çok yönlü bir sanatçısınız. Siz kendinizi nereye oturtuyorsunuz sanat dünyasında?
- Kendimi direkt oturtturduğum bir nokta yok. İnsan hayatında doğal bir akış vardır ya hani, büyürsün, bir meslek edinirsin, emekli olursun. Bende öyle olmadı. 17 yaşına kadar Malatya’da yaşadım. Liseyi bitirdikten sonra yurtdışına gittim. Almanya’daki öğrencilik dönemimi ayrı bir yere koyuyorum, mimarlık dönemimi ayrı bir yere, stand-up ve kabare yaptığım dönemi ayrı bir yere koyuyorum. Yazmayla da ilgili bir dönemim var. Kabare tekstleri ve şiirle başladı, sonra romana dönüştü. Benim hayatım sanki altı-yedi farklı kadının hayatı gibi. İçinde bulunduğum sanatın her dalı hem birbirini besleyen hem de hayatımı, oyunculuğumu destekleyen şeyler oldu.
◊ Almanya demişken, sizin de rol aldığınız Fatih Akın imzalı “Yaşamın Kıyısında”dan bahsetmemek olmaz. Yolunuz nasıl kesişti?
- Hani Hollywood oyuncuları anlatır ya “Bir gün Pedro Almodovar aradı” ya da “Tarantino telefon açtı” diye, Fatih de bir gün beni aradı. (Gülüyor) Tanışıyorduk zaten. Hatta aynı yapım şirketinde film çekmiştik. Fatih’in birçok filmi Wüste Film’deydi. Benim “Anam” filmim de oradaydı. “Anam” filminin galasına geldi, bana orada “Sen çok iyi oyuncusun, seninle mutlaka çalışacağız” dedi. Ben hemen hayallere kapıldım ama aradan 4 sene geçmişti aradığında. Telefonda “Nurselciğim önümüzdeki 2 yılda hamile kalacak mısın?” diye sordu. “Yoo öyle bir niyetim yok” dedim, “O zaman birlikte sinema filmi çekeceğiz” dedi. Tabii biz burada 150 dakikayı 5 günde çektiğimiz için 1.5-2 sene insanlara uzun gibi gelebilir. Ama o filmin doğasında böyle bir zaman gerekiyor. İşte o dönem birlikte çalıştık. “Yaşamın Kıyısında” beni dünya platformuna savuran filmdir. O nedenle benim için çok önemlidir.
TRAKTÖRE ÇALIŞTIRAN ADAM SETTE BENİ TANIYAMADI
◊ Gelelim “Başkan”a. Çekimleri Tunceli-Ovacık’ta yaptınız, ben de sete geldim hatta. Sizden dinleyebilir miyiz, nasıl bir film oldu?
- Ben daha senaryoyu okurken çok sevdim. Zaten senaryo seni sarıyorsa, o iyi bir film olacak demektir. Karakteri de “Hı?” filan diyerek okudum. “Çirkin” diyor mesela senaryonun en başında, “Kadın çok çirkin.” Kendime baktım sonra...
◊ Çirkinlik göreceli bir kavram...
- Öyle ama bu kadının dış görünüşü çirkin. Böyle tarif edilmiş bir karakter Hacer. Bir gücü var ama aşiretten çok zengin, kocasına da destek olmuş. Fikri Donsuz kocasının adı. Adı üstünde işte donsuz, parası pulu olmayan bir herif. Onu büyütmüş, ön plana atmış bir kadından bahsediyoruz. Hatta ben Hacer’i şöyle görüyorum; Ovacık’taki sosyete. Bütün o halkın arasında kendini sivriltmiş, zenginliğiyle, stil farkıyla, oraya uyumsuzluğuyla. Tüm bunlar farklı bir karakter yarattı. Dış görünüşüyle de uğraştık. Role bürününce tanımadılar hatta beni!
◊ Oradaki yerel halk mı...
- Evet. Traktör sürüyorum filmde. Traktöre çalıştım. Bir bey beni çalıştırdı. Öğleden sonra setimiz var. Adam traktörün başında bekliyor, ben de gittim hazırlandım. Döndüm sonra, “Hadi, ben biniyorum” dedim. “Abla başka birisi gelecek. Ben başka bir ablayla çalıştım” dedi. Dedim “O abla benim”. “Ablam yok ya” dedi, inanmadı. Onun bu kadar yabancılaşması, benim için çok büyük bir kazanç. Sinemanın böyle sihirli sürprizleri var işte.
◊ Neler bekliyor seyirciyi peki?
- Herkes bir defa eğlenecek. Hem tatlı mizahı, hem kara mizahı olan bir film. Tam bir aile filmi. Filmde önde birbirine rakip iki başkan adayı var ama onların da arkalarında aileleri var. Herkes her şeyin içinde, çocuklar da, eşler de, akrabalar da. O anlamda herkesi kucaklayacak sıcacık bir film oldu.
◊ Başrolü paylaştığınız isimler; Diren Polatoğulları, Necip Memili ve Büşra Pekin. Rol arkadaşlarınızla ilgili neler söylemek istersiniz?
- Üçüyle de daha önce çalışmıştık. Büşra’yla “Dilberay”ı çektik, Necip ve Diren’le “Üç Kuruş” dizisinde çalıştık. Hatta Diren bana “Üç Kuruş” dizisinde sürekli “Abla abla” diyordu, ben de o çok bayatlamış espriyi yapıyordum: “Abla deme lazım olur!” “Başkan”ın okuma provasında hatırlattım, “Ya Diren gördün mü, abla deme lazım olur diyordum, bak şimdi karı kocayı oynuyoruz” dedim. Güldük. Bütün oyuncu arkadaşlar filme sarıldılar. Zaten çok tecrübeli bir ekip, çok iyi oyuncular. Ama asıl çocuklar inanılmaz yetenekliydi. Üç çocuğumuz var ki, korkuyorsun zekâlarından. Tekstlerini bizden daha iyi ezberlediler.
◊ Tunceli’de çalışmak nasıldı?
- Normalde İstanbul’da çalıştığında çekimden sonra evine gidiyorsun. Ama Tunceli’deyken akşamları hepimiz bir aradaydık. Boş zamanlarımızda da birlikte olduğumuz için hep sinemayı, bu filmi ve karakterlerimizi konuşuyorduk. Bir de o yöreyi hep beraber tanımaya, gezmeye zamanımız oldu. Halkla birebir ilişkiler kurduk. Ben aşure yapıp dağıttım. Munzur Çayı’na da daldık. Orada şok geçirenler oldu hatta, soğuktan birkaç saniye hafıza kaybı yaşayanlar oldu.
Biraz farklı olmak kadınlar için zor
◊ Filmden geriye ne kaldı size?
- Çirkin olmak ayıp değil dermişim! (Gülüyor) Herkes estetik görünmek istiyor. Biraz farklı olmak, kendini kabul etmek kadınlar için zor. Ben Hacer’i öyle kabul ettim. Herkesin “çirkin” diye bahsettiği bir karakter. Ben onun derinliğine inmek istedim. Dış görünüşle iç dünyanın çok farklı olduğunu gördüm. Ben o kadının ihtiyaçlarına baktım. “Sevişmek benim de hakkım” diye bağıran bir kadın bu... Bu çok önemli bir slogan. Kadınlarımız bunu ne filmlerde söyleyebiliyor ne gerçek hayatta. Herkesin zorlandığı bir şeyi söylemesi Hacer’i bana kazandırdı. Acayip sevdim. Kadınların ihtiyaçlarını göz ardı ediyoruz. Filmde de iki erkeğin başkanlığı için mücadele eden eşler var. Niye öbür sefere Hacer başkan olmasın?
◊ Siz siyasetçi olur musunuz?
- Olmam. Ben sanatı seçtim.
OYUNCU İÇİNDEKİ SOYTARIYI KEŞFETMEK ZORUNDA
◊ Yayınladığınız üç kitabı da konuşalım. İlki bir şiir kitabıydı, değil mi?
- Evet, “Sevdaya İnat”. Alman yayınevi tarafından yayımlandı. Hem Türkçe hem Almanca iki dildeydi. Şiir için “Ekmek getirmeyen iş” derler ya, ben bu şiir kitabından ekmek yedim. Sonrasında kabare testleri yazdım. Ama kafamda hep otobiyografi yazmak vardı. 2015’te “Soytarı Özgürlüğü”nü çıkardım. Komedi oyunculuğuna bakan bir kitap bu. Hani hep diyoruz ya “İçimizdeki çocuğu keşfedelim” diye. “Oyuncu da içindeki soytarıyı keşfetmek zorunda” fikrinden yola çıktım. Bize yol gösteren, utanma duygusundan kurtaran işte o soytarı. Oyuncu utanmaz olmalıdır. Arsız anlamında değil ama. Destek Yayınevi’nden çıktı.
◊ Peki ya son kitabınız?
- Son kitabım “5. Kan”. Bilimkurgu polisiye. Beşinci kan diye bir kan bulunuyor. Bu, insanlığı kurtaran altın kan. Böyle bir buluş kime iyi gelmez? İlaç endüstrisine, gıda endüstrisine. Bunlar da ana düşmanlarımız olarak kitapta yerini alıyor.
◊ Bilimsel yanı var mı kitabın?
- Ben kan grubuna göre beslenmeyle uğraştım yıllarca. Bilimsel kitap yazamayacağıma göre, oradaki tecrübeleri buraya yamadım...