Güncelleme Tarihi:
Nasıl gidiyor?
Güzel gidiyor. Yoğun çalıştığım ve keyfimin yerinde olduğu bir dönemden geçiyorum. Şu anda genç bir ekip ile çalışıyoruz. Keyfimiz yerinde.
Sosyal hayatında yaşıtlarınla mı iyi anlaşırsın yoksa senden yaşça büyük insanlarla mı?
Genellikle kendimden yaşça büyük insanlarla anlaşırım. Çalışan bir çocukluk dönemi geçirdim. Bu işe başladığım zaman küçüktüm. O yüzden belli bir sorumluluk ve bir şeyleri idrak etme amacıyla yetiştirildim.
Bir yere gittiğin zaman seni görebiliyorlar ve fotoğraf çekinmek isteyebiliyorlar. Bunu, bu yaşlarda tadıyorsun. Belki istediğin şeyleri yapabiliyorsun, istediğin yerde tatil yapabiliyorsun. Bu tür durumlar, nasıl bilinçli bir şekilde kontrol altına alınabiliyor?
Bu durum, bir noktada benim normalim olmaya başladı. Aksine bir dünyayı çok tanımadığım dolayı bunu yadırgayarak büyümedim.
Şanlı mısın yoksa fırsatların getirdiği olayları iyi değerlendirebilen biri misin?
Evet, fırsatları iyi değerlendirebilen biriyim. Çocukluktan beri öyleydim. Annem de öyle bir kadındır ve bizi de böyle yetiştirdi. Kız kardeşim Zeynep de şu an seslendirme yapıyor. Biz hep üreten çocuklardık. Annemizden gördüğümüzü verdik aslında. O yüzden hayat bana bir pas atıyorsa onu doğru karşılamanın çok kıymetli olduğuna inanıyorum.
“Duy Beni” projesi sana nasıl geldi?
Ben daha önceki işlerimde kendimden yaşça büyük, profesyonel ve tecrübeli insanlarla çalıştım. Onlarla çalışırken de bir şeyler öğrendim ama bu kadar genç insanın bir arada olduğu projeyi daha önce hiç yapmamıştım. Senaryoyu ilk okuduğum zaman 100 sayfalık bölümünde bütün duyguların yoğun yaşandığı geçti bana. Üzülüyorum, seviniyorum, kızıyorum, öfkeleniyorum, toparlanıyorum, dağılıyorum, karakter ile empati kuruyorum… Bu, şu ana kadar gördüklerim arasında çok kolay yakalanan bir şey değildi. Duygusal enerjisi bu kadar yüksek bir işin içerisinde olma fikri de bana çok çekici gelmişti.
Oyuncu olmasaydın hangi meslekte olmayı isterdin?
Oyuncu olmasaydım öğretmen olmak isterdim. Öğretmenlik ile aynı temele dayanan bir iş yaptığımı düşünüyorum. Biz, bir şey anlatıyoruz insanlara. Oyunculuk ve diğer sanat dalları da bir şey anlatmak ile ilgili.
Setiniz nasıl geçiyor? Diğer işlere göre daha fazla mı eğleniyorsunuz? Yoksa seyircinin tahmin ettiği kadar çok yüksek enerjili değil disiplinli mi geçiyor?
Bence çok dozunda ve olması gerektiği gibi bir işin içerisindeyiz. Bu da yönetmenimizden kaynaklı. Biz tamamen disiplinsiz ve başına buyruk bir ekip değiliz. Çok dozunda ilerliyoruz. Tabii ki çok genç bir ekip, herkes yeni deneyimler ediniyor. Ben de arkadaşlarımın ilk deneyimlerine tanık olduğum için bambaşka bir şey yaşıyorum onlarla birlikte. Sette şu anda her şey çok yolunda. Repo günümde kimi arasam herkes biriyle beraber. Biz, ekip olarak birbirimizin hayatı olmaya başladık.
Bu durum sahnelere yansıyor. Hiç anlaşamadığın biriyle de oynamak zorunda kalıyorsun.
Tanımadığın biriyle oynamak çok zor. Bakışından, duruşundan, cümleyi nerede kesip nerede başlayacağını bilemediğim zaman kendimi kontrolsüz ve alanımda başıboş hissediyorum. O yüzden karşılıklı paslaştığım oyuncuyu iyi tanıma ihtiyacı duyuyorum. Bence iyi sahne, iyi masa tenisiyle aynı şey.
Bugüne kadar yayınlanan sahnelerde seyirci gözüyle izleyip çok etkisinde kalırdım diyebileceğin bir sahne var mı?
Ben, kendi sahnelerimi kurgularken birini etkilesin diye değil; ben nasıl hissediyorum gibi bir yerden oynuyorum. Etkilendiğim sahneler tabii ki var. Bazen aramızda ekip izlemeleri yapıyoruz. İbrahim ve ben, kendi çektiğimiz sahneye ağlarken bulduk kendimizi. Kendi özelimde söyleyeyim ekran başına geçtiğim zaman seyirci gibi hissediyorum. Seyirci gibi hissediyorsam da doğru bir şey yaptığımızı düşünüyorum.
En son en çok istediğin şey neydi?
Gerçekten “Duy Beni” projesinin seyircinin kalbinde karşılık bulmasını çok istiyorum. 7 Temmuz’du ilk yayınımız. 8 Temmuz sabahı 6.30’da uyanıp reyting bekledim. Sayıdan ziyade birilerine bir şey anlatmayı denedik. Benim için tarifsiz bir duygu. Bir şey yapıyorum ve bunun için herhangi bir şey harcamıyorum. Kendi bedenimden, ruhumdan çıkan bir şeyi insanlara sunuyoruz ve o fark ediliyor. Çok kıymetli… Sayıdan, rakamdan, sıradan çok daha önemli bir şey.
Oyunculuğun bir matematiği var mı sence?
Oyunculuk, doktorluk ya da mühendislik gibi rasyonel bir iş değil. Herhangi bir ekole ya da formüle sıkıştıramam. Bu çok duygusal ve ruhsal bir iş. Sanatın her dalında olduğu gibi… Oyunculuğu bu kadar tekniklendirmek yoruyor. Ben, hiç oyunculuk eğitimi almadım. Övündüğüm bir konu değil asla. Eğitim almayı çok istiyorum. Sadece hem oyunculuğum hem de Helin için doğru zamanı kolluyorum. Ama sahnede bir koordinasyon bozukluğu yaşadığımı hissettiğim bir dönemim oldu. Modern dans eğitimi alıp çözmüştüm. Bir dönem şan dersi aldım. Oyunculuğun köküne yönelik bir şeyler yapmaya ve kendi alanımı oluşturmaya çalışıyorum. Kalemi alıp resim çizmek gibi. Birinin resmini alıp başka yere geçirmek gibi değil. O yüzden oyunculuka teknikten ziyade beni ne kadar inandırıp ne kadar inandıramadığı daha önemli. Biz de aslında “Duy Beni” projesinde fantastik bir şey anlatıyoruz. Okuldaki styling’ler olsun enerjiler olsun… Hepimizin her zaman gördüğü vibe’daki durumlar değil.
En son en çok hüzünlendiğin anı paylaşabilir misin?
Ben çok hüzünlenirim. Çok fazla olayların üzerinden geçerim ve beni mental olarak rahatlatır. Dağınık bir dolabı toparlamak gibi.
Yorulmuyor musun?
Hiç yorulmuyorum, çok iyi geliyor bana. Belki uzun vadede yorulurum. En son fazla bir yük kaldırdığımı hissettiğim zaman hüzünlenmiştim. Henüz 18 yaşındayım ve bazen aynaya bakıp “Sen 18 yaşındasın ve yaşından fazlasını yapmana gerek yok.” diyorum.
En son en çok neyi yanlış anladın?
Ben kırılgan biriyim. Yanlış anlamaktan ziyade kişilerin hayatla olan kavgalarını kendimde görüyorum. Sanırım en son arkadaşımı yanlış anlamıştım. Onun hayatıyla ilgili bir şeydi ve kendi içinde yaşadığı bir agresyondu. Hareketlerindeki ufak tefek sert durumları, kişisel olarak algılamıştım.
Ona aslında öyle olmadığını anlatır mısın?
Sandığından daha çok üzüldüm derdim.
Senin için değerli biri mi?
Tabii ki çok değerli. Benim hayatımın ayrılmaz bir parçası, iyi ki var. Onu çok seviyorum. İyi ki buradaydı ve hep destekledi kanatlarımı. Çünkü o arkada olmasaydı belki bu kadar özgür ve rahat davranamazdım. Bazen birazcık daha kapalı kutuya dönüşebiliyorum. Hissettiğimi bazen tırnaklı bazen sessiz bir yerden anlatabiliyorum. Gerçekten üzüldüm demek isterdim.
Kendini affettireceğin bir andasın ve seni dinliyor. Anlatır mısın?
Kendi karmaşamda ve yoğunluğumda onu ihmal ettiğim için affettirmem gereken bir hikayem var. Bu konuyla ilgili sadece çok özür dilerim diyebilirim. Çünkü yok oluyoruz bazen ve çok fazla şey oluyor hayatın içerisinde. Senden bir şey duymaya ya da bir bakışına ihtiyacı olan biri oluyor.
Kendini affettirdin mi?
Bence affettirmedim henüz. Doğru zaman mı ondan emin değilim. Biraz büyümesi lazım.
Sence aşk diye bir şey var mı?
Bence var. Kesinlikle inanıyorum.
Bu duygu nasıl bir şey?
Bir kere çok yoğun bir duygu. Genç olmamla da alakalı olarak bazen beni korkutuyor. Öfkeye çok yakın gibi geliyor. O yüzden birine körkütük aşık olmaktansa onu çok daha huzurlu bir yerden sevmeyi tercih ederim.
Aşık olsan vakit ayırır mısın?
Tabii ki ayırırım. Birini sevmek, çok güzel bir şey. Şöyle bir vakit ayırmak; hayatımdan onu absorbe edip sadece çalışmak üzerine değil. Sonuçta benim de yakıtım sevgi. İçerdeki insanın kendine verebileceği, hayata verebileceği çok büyük. Bazen dışarıdan da almaya ihtiyacımız oluyor. Bu, bizim insan olmamızla alakalı bir şey. O yüzden çok önemli bir duygu benim için, her duygu gibi. Ben, yasın da sonuna kadar yaşanması gerektiğini düşünen biriyim. Aşkın da, sevginin de öyle. İnsanı daha da iyi yaptığını, daha da parlattığını ve senin dokunduğun her şeyi de parlattığını biliyorum.
Onu nasıl sevdiğini tarif eder misin?
Kendimin bir parçası gibi, birlikte bir şeyler yapıyor olmanın tadını hiç kimsede yakalamadığım gibi. Bambaşka bir şey… En yakın arkadaşım, bazen sırdaşım, dostum, en çok küstüğüm, en çok kızdığım, yine aynı kapıyı çaldığım biri. Hayatımın en köklü parçalarından. O, ellerimi tutmamış olsaydı belki Helin olarak hayatımın önemli bir kısmından feragat etmiş olabilirdim. Devam et sözü hala kulaklarımda.
Dilediğin kişiye, dilediğin bir soruyu 83 milyonun izlediği bir programda sorma imkanı verildi sana. Bu kim olurdu ve ona ne sorardın?
83 milyona herkesin dinlediği bir yerde soru sorabilir miyim? Neden bu kadar öfkeliyiz demek isterdim. Bazen sokakta yürürken bile insanlar inanılmaz agresif geliyor. Bu kadar hırsın, öfkenin, şiddetin olduğu bir yerde ne üretebiliyorum ne nefes alabiliyorum. Kime öfkeliyiz bu kadar demek isterdim.