Güncelleme Tarihi:
Hayatının heyecanlı dönemlerinde olduğunu söyleyebilir miyiz?
Benim hayatım, çok uzun süredir heyecanlı. Çünkü işimi yapıyorum ve çok seviyorum. İşimi ara vermeden yaptığım için hep heyecanlıyım.
İşini neden seviyorsun?
Bunu yıllar önce düşünmüştüm. Lisedeyken tiyatro oyununa katıldım ve oynadım. Sahneden indim ve “Ben bundan başka herhangi bir şey yapamam.” dedim. O zamana kadar öğretmenlerim oyuncu olmam konusunda hep ısrar ediyordu. Ben, işin maddi tarafından da çok emin olamıyordum. Başka meslekler yapayım diye düşünüyordum. Fakat o sahneden sonra bundan başka hiçbir şey yapamayacağımı düşündüm. Çünkü kendimi en iyi ifade etme yöntemim bu, en keyif aldığım şey bu. Puzzle çözmeyi çok seviyorum, bulmaca çözmeyi çok seviyorum. Hepsi bunda var. Psikolojiyi seviyorum. Yine burada var. Günlük hayatta ilgilendiğim ve sevdiğim her şeyin bir bütünü oyunculuk benim için.
Psikolog olurum diye düşünüyorum. Çünkü gerçekten psikoloji ile çok ilgileniyorum. Sanat tarihi okuyabilirdim. Bir ara tur rehberi olmak istiyordum. Gezmek, görmek ve insanların dahil olduğu meslekleri yapmak isterdim. Ama öğretmen olamam. Öyle bir sabrım yok. Çok sabır isteyen ve saygı duyduğum bir iş.
Sana senaryo geldiği zaman onu disiplinli bir şekilde ezberleyip onunla hemhal olabilecek biri gibisin. Çalışkan mısın?
Evet, Ferdi Özbeğen’in de dediği gibi “Gündüzüm seninle, gecem seninle.” Bir şey geldiği anda onun her şeyini araştırıyorum. Okuldan itibaren böyleydi. Tabii okulda tiyatro metinleri ile uğraştığımız için dönemi, sosyo-ekonomisi, coğrafyası, iklimi gibi her şeyi araştırıyordum. Bu insan pencereden dışarıya baktığı zaman hangi ağaçları görür detayına kadar düşünüyordum.
“Baba” projesi nasıl geldi?
Beni çok etkileyen bir senaryo. Bence bu kadar etkilendiğim çok az şey okudum. Ben görüşmeye gittim, Sevil karakterini bana verdiler. Evde okudum ve ağladım. Kalbime bir hançer saplandı. Bence ya her kadın bu hale giriyor ya da giren bir arkadaşı var gibi. Bu kadar sevmek, unutamamak, vazgeçememek, yarım kalmak… Özellikle o yarım kalma hali, benim canımı hep acıtır “Titanik”ten beri. Bir de karşılıklı şiirleştikleri sahneler var. Söyleyemedikleri her şeyi şiirle ifade etmeye çalışıyorlar. O da beni çok etkiledi. Zaten o kadar gerçek, o kadar hayattan yazılmış, çekilmiş ve oynanıyor ki. Ben ilk bölümü izledikten sonra herkese mesaj attım; ben işin içinde olmasam bile 1 dakika başından kalkmam diye. Hocalarıma, arkadaşlarıma tebrik mesajları attım. Bence çok güzel bir iş. Ben içinde bulunduğum için aşırı memnunum. Sevil’i oynadığım için de çok memnunum.
Cast’ta Haluk Bilginer ve Tolga Sarıtaş’ın olması, sen de ne ifade etti?
Haluk Bilginer, benim ustamdır. Zaten yıllardır onu izlerim. Tanışıklığımız yoktu.
İlk tanışmanız nasıl oldu?
Ben, iki önceki işimde de Demet Akbağ ile oynamıştım. Onda da aynı şeyi hissetmiştim. Çünkü ikisi de benim ustam. Onları izleyerek, onlarla eğlenerek, onları düşünerek uyudum. Onunla karşılaştığım zaman da ne yapacağımı şaşırdım. Hocam mı desem yoksa hanım mı desem? Haluk ağabey ile de öyle oldu. Şahane bir şey. Bu kadar hayranlık duyduğun bir insanın, bir de iyi bir insan çıkması o kadar güzel bir şey ki. Çünkü sıfır hayal kırıklığı. Bazısı öyle olmuyor. Çok hayransın, tanışıyorsun, çok kötü davranıyor. Asla… Aşırı kibar, çok komik, seni gerçekten dinliyor, enerjik, mutlu… Gerçek ustalar çünkü onlar. Biz, onların çıraklarıyız.
Sen bu projeye coşkulu bir şekilde bağlanmışsın.
Ben, senaryoyu okuduğum zaman bunları çok iyi hissettim. Sonra Ay Yapım’a gitmiştik. İkinci yönetmenimiz Ezgi Çil ile karşılaştık. Gözlerinin içi pırıl pırıl… Oturdu ve bana “Bizim Sevil’imiz nasıl biliyor musun?” dedi. Bizden biri gibi anlatıyor. Tüm projeyi, karakterleri, herkesi… Benim duyduğum hissi ve gözlerimdeki pırıltıyı onlarda da görebildim.
Sevil karakteri ile alakalı daha pik yapan şeyler görecek miyiz?
İnşallah göreceğiz.
Şu an insanlardan tam tersi yorumlar alıyorum. Hak verdiklerini, anladıklarını görüyorum.
Seni sevdikleri için olabilir mi?
Bence Sevil’i de anlamışlar. Tolga ile karşılıklı oynadığımız zaman çok gerçek bir durum ortaya çıkıyor. Tolga çok iyi bir partner, çok iyi bir insan. Onunla karşılıklı oynarken çok saf ve dürüst olabiliyorsun. Bence o yüzden Sevil’i ya da Kadir’i suçlamak yerine durum neyse onu anladılar. Benim okuduğum çoğu yorumda da böyle şeyler yazıyordu.
Disiplinli bir şekilde çalışabiliyor musunuz?
Tabii ki. Sahne ile alakalı neye ihtiyacımız varsa ona göre davranılıyor. Yeter ki hepimizin içi rahat olsun, mutlu olalım, o sahnemiz güzel çıksın. Çünkü hepimiz işimizi çok seviyoruz ve iyi bir işin içerisinde olmak istiyoruz.
En son en çok istediğin şey neydi?
Televizyon ünitesi istiyorum ama bulamıyorum. Ya çok saçma sapan paralar oluyor ya da çirkin bir şey oluyor. Ortasında bir şey bulamıyorum. Bir de elektrik süpürgesi.
En son en çok neye hayır dedin?
Hayır demem.
Birisi seni aniden arasa ve plan yaptık gidiyoruz dese gider misin?
O zaman hemen giderim. Bilmem nerede yemek yiyelim mi? Yiyelim, olur. Bilmem nereye gidelim? Gidelim.
Uyumlu musun?
O yolculuk hoşuma gidiyor. Orada geçirilen zaman, sohbet, insanlar… Bazen yalnız kalmak da istiyorum.
Hüzünlenir misin?
Evet.
Kendin ile ilgili hüzünlenebileceğin bir durum olduğu zaman onu yaşayabiliyor musun?
Tabii ki, ben bütün duygularımı yaşarım.
Zarar veriyor mu?
Asla verdiğini düşünmüyorum. Çünkü bana ait, bana dair.
Bazı insanlar ağladığı zaman çok rahatlarken bazı insanlar ise sonrasında baş ağrısı yaşar. Ağlamak, seni yorar mı yoksa besler mi?
Kendimi tutup tutup bir anda şiddetli bir deprem gibi ağlarsam tabii ki başım ağrır. Ama onun öncüleri var. O yüzden büyük bir deprem yaşamadığım için büyük bir fizyolojik etkisi olmuyor. Ben kendime izin veriyorum hissettiğim şeyleri yaşamaya. Onlardan kaçmaya çalışmıyorum, neyse o.
Ciddi bir travman var mı?
Var.
Bunları çok güçlü atlattığın için mi yoksa beslenme kaynağı olarak gördüğün için mi yansıtmıyorsun?
Bence hayatın böyle bir şey olduğunu kabul ediyor olmam ile alakalı. Hayat böyle bir şey. Bir şeyler yaşıyorum. Bazen niye yaşadık, keşke yaşamasaydık diyoruz. Ama bunların hepsinin bir sebebi var. Ben hep hayırlısına inanan bir insanım. Bir şey olmuyorsa hayırlısıdır, oluyorsa da hayırlısıdır. İlla bu olacak diye tutturmam. Vardır bir şeyler, bana ayarlanmıştır. Doğrusu, hayırlısı değildir derim. O yüzden yaşadığım her şeyde de dönüp bakıyorum ve iyi ki yaşamışım diyorum.
Gönül alır mısın?
Alırım. Ben gönül almanın kıymetine inanıyorum.
Kendini affettirebileceğin bir andasın ve seni dinliyor. Anlatır mısın?
Tabii ki, ben de yanlış yapıyorumdur ve hatalı laflar ediyorumdur. Affetmek… O kadar büyük bir şey yapmamışımdır. Yapılmışsa da ben onu telafi etmeye çalışmışımdır.
Sen kırıldığın zaman affeder misin?
Ben de kırıldığımda affederim. Fakat benim anlaşıldığımı hissetmem gerekir. Gelip de öyle özür dilerse ne yapayım.
Onu nasıl sevdiğini tarif eder misin?
Keşke bir tane daha kalbim olsaydı da sadece onu sevseydi. Bu kalbim, gündelik işlerle uğraşsaydı. Ötekisi sadece ona ait olsaydı.
Bu kadar seviyor musun?
Evet.
Sence o seni nasıl seviyor?
Bence o da beni aynen böyle seviyor. Kedimden bahsediyorum. Çünkü birbirimize çok aşığız.
Beşeriye duyulan aşk sana ne hissettiriyor? Aşka inanıyor musun?
Evet, inanıyorum. Ben insana ya da başka bir şeye duyulan olarak ayırmıyorum. Bence işime de aşığım. Onu merak etmek, özlemek, onu hissedebilmek, rahatlıkla kavga edebilmek, terk edileceğinden ya da eleştirileceğinden korkmadan kendini savunabilmek, kendin olabilmek… Benim için en önemli kıstaslardan. Rahat rahat kavga edebiliyor muyum? Beni duyuyor mu? Ben, onu duyuyor muyum? Çok kolay mı alınıyoruz? Rahat kavga edebilmek, benim kıstasım. Bir dizi de şöyle bir laf vardı; onunla kavga ederken affedildiğimi hissediyordum. Daha kavga süresinde affedildiğini hissediyormuş. Bence çok kıymetli bir şey bu.
Dilediğin kişiye, dilediğin bir soruyu 83 milyonun izlediği bir programda sorma imkanı verildi sana. Bu kim olurdu ve ona ne sorardın?
Ya Timothée Chalamet’e sorarım ya da Tom Holland’a sorarım. Bu neyin duası, neyin sevabı? Her filmde, her reklam filminde… Ne oluyor ya? Bunu öğrenmek istiyorum.