Oluşturulma Tarihi: Kasım 28, 2004 00:00
GEÇEN temmuz ayında bir gün yazımı yazarken cep telefonum çaldı.Arayan Ali’ydi.‘Abi nerede olduğumu biliyor musun’ diye söze başladı.Cevap vermeme zaman bırakmadan devam etti:‘Akbük’te tam sizin evin karşısına demir attık. Hava muhteşem ve çok keyifliyiz. Yanımda David King var.’ David King, İngiliz ‘Showbiz’inin en önemli simalarından biriydi. Londra’nın ‘Westend’ denilen müzikaller mahallesi ondan sorulurdu.Ama önce size Ali Erten’i anlatmalıyım.* * *Ali, eski Sanayi Bakanı Muammer Erten’in oğlu.Muammer Erten, 1960’lı yıllarda, İsmet İnönü’nün oluşturduğu ve aralarında Bülent Ecevit, Hüdai Oral ve Ali İhsan Göğüş gibi parlak siyasetçilerin bulunduğu genç kadronun bir üyesiydi.Ben Ali’yi Ankara’da üniversite öğrencisiyken tanıdım.Atak bir çocuktu. Babasından çok daha soldaydı, yani devrimciydi.
Atatürk Lisesi’nde başı ülkücü öğrencilerle derde girince, üniversite öğrenimi için Londra’ya gitti.Orada uzun yıllar kaldı. Militanlığı yüzünden başına gelmedik kalmadı.Uzun yıllar sonra Türkiye’ye döndü ve ‘Sultans of the Dance’ın kuruluşunda görev aldı.Daha sonra oradan ayrılıp arkadaşlarıyla birlikte ‘Ney’i kurdu.* * *‘Ney’ İsviçre’de turnedeyken bir gün David King’den bir mesaj almışlar. Ünlü prodüktör gelip orada Ney’i seyretmiş.Sonra Antalya’ya gelip orada da görmüş.Ali’yle birlikte mavi yolculuğa çıkma kararı almışlar.Sonra Ney’i Londra’nın bu ünlü müzikal semtinde sahneye çıkarmış.İtiraf edeyim, Ali bana oyunu Westend’de sahneleyeceklerini söylediğinde pek inanmamıştım.‘Olsa olsa birkaç gün oynarlar’ diye düşünmüştüm.Üç hafta sahnede kaldılar.Geçen pazar akşamüstü, Yönetim Kurulu Başkanımız Aydın Doğan’la birlikte biz de Ney’i seyretmeye gittik.Hıncal Uluç çok haklı.Oradaki durumu gören ve içinde bizlere özgü o menfi duyguyu taşımayan bir Türk’ün etkilenmemesi mümkün değil.Biz oyunu matinede seyrettik.Oyunun üçüncü haftası başlamıştı.Salon tıklım tıklım doluydu.Ve birinci perdenin sonunda herkes ayakta alkışlıyordu.Ben daha önce Lord of the Dance’ı da seyretmiştim.Hiç abartmadan söylüyorum.Oradaki seyircinin tepkisi bile bu kadar heyecanlı ve büyük değildi.Düşünün, burası Londra’nın Broadway’i.Hemen biraz ilerde Chicago müzikali sahneleniyor.Dünyanın önde gelen birçok müzikali, ya sırada, ya da orada hiçbir zaman sahnelenme imkánı bulamıyor.Ve bir Türk dans grubu, burada üç hafta boyunca sahnede kalıyor.Hem de her akşam ‘sold out’ satıyor, yani salon tıklım tıklım doluyor.Müsaadenizle bu büyük başarıya katkısı bulunan insanları alkışlamak istiyorum.Tabii en başta, bu projeye para yatıran ve turizm şirketini Almanlara sattığı halde Ney’in içinde bulunduğu bu şov grubunu bünyesinde tutan Cem Kınay’ı kutluyorum.Bu projenin merkezinde duran Ömer Önder’e ve kardeşim kadar sevdiğim Ali Erten’e de aynı duygularımı aktarmak istiyorum.Ali gece demeden, gündüz demeden bu projeyi tanıtmak, yaşatmak için mücadele etti.Sonunda yıllar boyunca sol bir militan olarak sesini hiç duyuramadığı Londra’da bir müzikalle ses getirdi. Ben bunun tanığıyım.Gece yarısı çalan telefonlarda, dolan salonlar karşısında duyduğu heyecanı benimle paylaştı.* * *Ama onların yanında Sofra Restoran’ın sahibi Hüseyin Özer’in adını da anmalıyım.Ney’in Londra’da sahnelenmesi pahalı bir projeydi. Hüseyin Özer, karşılığında hiçbir şey almadan, bu kalabalık kadroya üç hafta boyunca günde iki öğün
yemek verdi.Oyundan sonra onun Türkiye ve Türk yemekleri heyecanını paylaştık.Biz ne yazık ki, az sayıda karanlık ruhlu, menfi karakterli insanın hegemonyasında yaşayan bir milletiz.O yüzden her alanda güzel insanların çabalarını ıskalıyoruz.Ben işte bu menfi azınlığın ne azası, ne de müdavimi olmayı reddettiğim için bu heyecanı sizlerle paylaşıyorum.Hiç olmazsa bu büyük başarıda benim de küçük bir rolüm olsun istedim.
button