Kelimenin tam anlamıyla can yakıyor. Uzmanlar, her hastanın kabullenebileceği kadarını bilmeye hakkı olduğu kanısında. Zaten sorun gerçeğin saklanması değil, nasıl söyleneceği.
ÖLÜMCÜL HASTALIKLARA YAKALANANLARIN YAŞADIĞI KORKULARBilinmezlik
Yalnızlık
Yakınlarını kaybetme
Bedeni yitirme
Denetimini kaybetme
Acı duyma
Kimlik duygusunu yitirme
PROSTAT KANSERLİ BİR HASTANIN GÜNLÜĞÜNDEN
Doktorumun beş dakika da olsa durumumu düşünmesiniruhumu da araştırmasını isterdim
Tipik bir doktor için, yaşadığım rutin bir olgu. Benim içinse yaşam krizi! Doktor en azından bunu anlarsa kendimi daha iyi hissedebilirim. Beni sevmesini, birlikte acı çekmesini, zamanının çoğunu bana harcamasını beklemiyorum. Sadece her bireyin kendine özgü yaşayacağı hastalığıma ulaşmak için, durumumu belki beş dakika derin düşünmesini, benimle kısa bir aralıkta birlikte olup, sadece bedenimi değil, ruhumu da araştırmasını isterdim.
PROF. DR. AYTÜL ÇORAPÇIOĞLU ÖZDEMİR Konsültasyon-Liyezon Psikiyatrisi Derneği Yönetim Kurulu Üyesi
En önemlisi gerçeğin nasıl söyleneceği
Tıp fakültelerinde ağır hastalıklarda hastayla konuşma, kötü haber verme konusunda eğitim veriliyor mu?
- 1970’lerin sonunda ilk kez İngiltere’de bu tür hastalara nasıl davranılacağı konusunda ders verilmeye başlandı. Türkiye’de tıp fakültelerinin ders programında yok. Gerekliliğine inanan öğretim üyeleri derslerinde bu konuya yer veriyor. Konsültasyon-Liyezon Psikiyatrisi ve Psikosomatik Tıp Derneği bu konuda kurs düzenliyor.
Ölümcül hastaya durumu mutlaka açıklanmalı mı, nasıl söylenmeli?- Gerçekleri bilmek herkesin hakkı. En önemli sorun gerçeklerin söylenmesi değil, nasıl söyleneceği. Doktor, hastanın hayatıyla ilgili böylesine önemli bir konuyu aktarmak için zaman ayırmalı, umudunu kırmadan bilgi aktarmalı. İyi olduğunu düşünen kişiye kötü haber verirken, bu gerçekliğe yavaş yavaş geçmesini sağlamak gerekir. Sakin ve özel bir mekanda, hastanın anlayabileceği şekilde, dürüstçe ve yalın bilgi verilmeli. Anlayıp anlamadığı, duygu durumu kontrol edilmeli. Hastanın duygularını ifade etmesine, ağlamasına fırsat verilmeli, empatiyle yanıtlanmalı, "şu kadar ömrün kaldı" gibi net zaman vermekten kaçınmalı. "Bundan başka bir şey yapılamaz" denilmemeli. Tedavi seçenekleri konuşulmalı, tanının söylenebileceği diğer kişiler belirlenmeli. Hasta ya da yakınıyla konuşurken göz teması kurmak, koluna bile dokunup bedensel yakınlık sağlamak çok rahatlatıcıdır.
GERÇEĞİ REDDETMEK HASTANIN HAKKI
Hasta gerçeği bilmek istemiyorsa ya da kaçıyorsa?- Hastaya merak ettiği kadar bilgi verilmeli. Çünkü herkes gerçeği dayanabileceği ölçüde kabul eder; kabullenmeye hazır olmadığı gerçekleri reddetme hakkı vardır. Bazıları kanser olduğunu bilmek istemez. "Kötü huylu bir şey çıktı, tedavi oluyor" bilgisiyle yetinip, devamını öğrenmek istemiyebilir. Kısa süre önce amcamı akciğer kanserinden kaybettim. Hastalığını biliyor, tedavi yaptırıyordu. "Kanserim" yerine, "Zatürreeden sonra böyle oldum" demeyi tercih etti. Bu seçici inkardır. Kişiye zorla hastalığını kabul ettirmek gerekmez. Önemli olan hastanın tedavi arayışına engel olmamak.
Hastaya kesin emin olana kadar hiçbir şey söylememek doğru mu?
- Nasıl, "kansersin, kurtuluşun yok" yaklaşımı yanlışsa, moralini bozmamak için hiçbir bilgi vermemek de yanlış. Tanı kesinleşene kadar hastayı ve yakınlarını gereksiz yere korkutmaya, uykusuz geceler geçirtmeye hakkımız yok. Güven ilişkisini, yalan-yanlış bilgilerle baştan bozmamak lazım. Kurtulma şansı 10 binde bir bile olsa bunu kullanmasına engel olamazsınız. Bilgilendirilmeyen hasta korkuları, kuşkuları ve kaygılarıyla başbaşa kalır. Zaten hasta, ailesi ve doktorun gizleme çabasını sezer, aksine ikna etme çabaları boş ve anlamsızdır.
Hastaya kötü haberi doktoru mu vermeli, psikiyatristler mi?- Sorumluluk tedaviyi yapan doktora aittir. İhtiyaç duyuyorsa, psikiyatristten destek alabilir. Ama haberi veren kendisi olmalı.
Doktorlar kötü haberi, neden kötü bir şekilde veriyor?
- Zaman, önemli etkenlerden biri. Ölümden, ölümcül hastalıklardan korkmak, nasıl söyleyeceğini bilememek, hasta ağlarsa, kızarsa, öfkelenirse ne yapacağını kestirememek, kendini korumaya çalışmak, suçlanma duygusu, soruların yanıtlarını bilememek ve "bilmiyorum" demek zorunda kalmak, hastanın belirsizliğini paylaşmakta güçlük çekmek başlıca faktörler.
Hastaya duygularını ifade etme fırsatı verilmesi neden önemli?
- Duyguların paylaşılması tedavi edici etki yapar. Hastaya uygun yaklaşıldığının belirtisi, olabildiğince fazla duygunun ortaya çıkmasıdır. Sağlık çalışanı doğru yoldaysa, konuşma bir duygudan diğerine ilerler. Hasta yargılanma kaygısı taşımadan, gerçek duygularını ifade edebilir. Sadece gerçekle gerçek olmayanı ayırt etmesine yardım etmek gerekir.
Cerrah yüzüne bile bakmadan söyleyiverdi: Kansersin
Midesindeki şikayetler kısa zaman önce başlamıştı. "Taş gibidir" dediği midesi ağrıyor, bulantı, kusma hissiyle başa çıkması gerekiyordu. Ünlü bir tıp fakültesi hastanesine başvurdu. Doktorların ne şüphesini dinleyecek zamanı ne de niyeti vardı. Sabırla bekledi. Giderek zayıflıyordu. Halsizleşmişti. Sezgileri kötü bir şeyler olduğunu söylese de, kendine konduramıyordu. Henüz 57 yaşındaydı. Tahlilleri aldığında raporlardaki ifadeleri anlayamadı. Cerrahiye yönlendirilmişti. Elinde raporlarla gittiği cerrah, kağıtlara şöyle bir baktı. Hastayla göz teması kurmaktan bile kaçınarak, "kansersin" deyiverdi. Doktorun ses tonu ve ifadesinde en ufak bir duygu belirtisi yoktu. Sonraki kısa birkaç cümleyi ise duymadı bile...
Doktorların iyi niyetli yalanı depresyona soktu
Kendine geldiğinde sol bacağının yerinde olmadığını fark etti. Avazı çıktığı kadar bağırdı. Yemeden, içmeden kesildi. İntihar planları yapmaya başladı. Henüz 24 yaşındaydı.
Trafik kazasında bacağından ağır yaralanmıştı. Hastaneye getirildiğinde, doktorlar uygun dilde doğruyu söylemek yerine, "Merak etme, bacağını kurtarırız" demişti. Kesilme ihtimalinden söz etmemişti. Genç hasta, girdiği depresyondan tedavi görüp, güçlükle çıktı.
Miras peşindeki oğulları gizledi kanser olduğunu bir yıl sonra öğrendi
61 yaşındaki emekli öğretmen yaşamını Bandırma’da bir köyde sürdürüyordu. Akciğerlerindeki sorun nedeniyle götürüldüğü hastanede kanser tanısı kondu. Ancak oğulları doktora, "ona söylemeyin" demişti. Köyüne döndü. Bir yıl sonra ağırlaştığında yine aynı hastaneye kaldırıldı. Hastalığını öğrendi. Üstelik metastas yapmış, yaşama şansı çok azalmıştı. "Bana niye söylemediniz. Saklamaya hakkınız yok. Tedavimi yaptırırdım" dedi. Doktorlar, hayatını çocuklarının vicdanına terk etmişti. Mal varlığını tedaviye harcayıp, miras bırakmayacağını düşünen çocukları susmayı tercih etmişti.
Doktor tereddütsüz lösemi dedi, sonunda enfeksiyon çıktı
1,5 yaşındaki kızının eklemlerindeki, bileklerindeki morlukları giysilerini giydirirken fark etti. Hemen doktorunu aradı ve anlattı. "Araştırmamız gerekebilir, hemen gel" yanıtını aldı. Hastaneye koştu. Kan alındı. Kayınpederi 30 yaşında lösemiden ölmüştü. Neden şüpheleniyorsunuz, lösemiden mi, diye sorduğunda doktor teredütsüz bir ses tonuyla cevap verdi: Evet. Başka bir açıklama yapmadı.
İlk tahlil sonuçları iyiydi. Doktor, "Yüzde 80 ihtimalle lösemi değil. Enfeksiyon pıhtılaşma ve morluk yapabilir. Diğer tahlilleri de yapalım" dedi. Yüzde 20 ihtimal bile kabus gibi bir 24 saat geçirmelerine yetti. Ertesi gün diğer tahliller de temiz çıktı.
Doktor, "Artık temiz olduğuna inanıyorum. Ama kanı 10 gün dinlendirip, tedbiren bir test daha yapacağım" dedi. Bir buçuk hafta sonra enfeksiyon kesinleşti, geriye yaşanan stresli günlerin kötü anısı kaldı.
Telefonla olmaz, çabuk hastaneye gelin
Genç kadın, İstanbul’un ünlü hastanelerinden birinde rutin smear testi yaptırdı. Doktoru kongre için şehir dışındaydı, sonucu hastanenin uzmanına sordu. "Temiz" cevabını aldı. Nedense 15 gün sonra testin tekrarlanması istendi. Bir açıklama da yapılmamıştı. Ama hiç değilse bu kez uzman, "Tehlike arzeden durum varsa, sizi mutlaka ararım" dedi. Birkaç gün sonra, işyerindeki telefonu çaldı. Uzman doktor tedirgin bir ses tonuyla "Hastaneye gelir misiniz, konuşmamız gerekiyor" dedi. Şoka girdi genç kadın. "Sonuçlar kötü mü çıktı" diye sordu zorlukla. Doktor, "Bir şeyler var ama telefonda olmaz, buraya gelmeniz lazım" diye ısrar etti. Telefonu kapadı, koltuğuna çöktü, ağlamaya başladı. Hastane yolunda hayatı, kızı, annesi geçti gözünün önünden. Doktorun odasına girdi, durumu öğrendi: "Kanser değilsiniz ama olma riskiniz çok yüksek. Sizi çok sıkı takip edeceğiz. Merak etmeyin, bizden kaçmaz, sorun çıkmaz!"
Sonuç? Doktoru kongreden döndü, testler tekrarlandı, hiçbir sorun olmadığı görüldü.